Kitleler her davranışında Erdoğan’ın kendileriyle eşdeşliğini kuruyor. AKP’ye oy veren her sıradan Müslüman günlük hayatında ve tarihsel olarak laik elitlerin kendilerini horladığına inanıyor Batılı birçok yazar önümüzdeki çağı isimlendirirken “endişe” terimini kullanmayı tercih ediyor. Bunun önemli oranda ‘hız’la ilişkisi var. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki, insanlar bir türlü kendilerini tatmin olmuş, güvende duyumsayan […]
Kitleler her davranışında Erdoğan’ın kendileriyle eşdeşliğini kuruyor. AKP’ye oy veren her sıradan Müslüman günlük hayatında ve tarihsel olarak laik elitlerin kendilerini horladığına inanıyor
Batılı birçok yazar önümüzdeki çağı isimlendirirken “endişe” terimini kullanmayı tercih ediyor. Bunun önemli oranda ‘hız’la ilişkisi var. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki, insanlar bir türlü kendilerini tatmin olmuş, güvende duyumsayan bir konum yakalayamıyorlar. Elimizdeki her şey elimize geçtiği anda eskiyor. Zevklerimiz, işlerimiz, ilişkilerimiz, elbiselerimiz velhasıl maliklik sahamıza dahil her şey her an eskime-kaybolma riskiyle karşı karşıya. Küresel sermayenin dolaşım hızı ve özellikle yer değiştirme yönelimi her an bizi işsiz, çaresiz bırakabiliyor. Hayatın yeni atmosferi hızlı dolaşımlar ve köksüz yapılardan oluşuyor. Bütün bu hızlarla senkron kurabilen küresel bir azınlık işin keyfini çıkarabiliyor. Bu hep böyleydi zaten. Ama ücretli yığınlar ve küçük birikim sahibi çoğunluk için hayat, kaybetme kabusunun bitmediği evhamlı bir endişe sürecine dönüşüyor. Kaybetme ve savrulmanın rutin hale geldiği şu ortayaşlı dünyamızda, güvenlik ve tutunmak için sabitlerin en sağlam ve köklü olduğu tek mekân olarak şimdilik sahnede din var.
Dinin küresel olarak siyasette etkin bir unsur olmaya başladığına “geri dönüş” yazısında temas etmiştim. Geri dönüş fenomeni her gelişinde konjonktürün renklerine bürünen yapılara da işaret eder. Evet, din 68 dalgasının sarstığı kurumlar, ilişkiler, ideolojiler ve ütopyalar sonrasında kendine bir kanal buldu. Popülist-dayanışmacı yaklaşımlar sergileyen ve postmodern analizin kültür ve kimlik konusundaki tezlerinin etkisiyle geleneksel değerlerin siyasal alanda antisömürgeci bir söyleme eklemlenmesiyle din yükselişe geçti.
Buna ABD’nin Soğuk Savaş döneminde dini “çevreleme” siyaseti için kullanması ve elbette Sovyetlerin yıkılışı da eklenince yükseliş daha da hızlandı. Eğer El-Fetih, Cezayir’deki Kurtuluş Cephesi ile Hamas ve Müslüman Kardeşler örnekleri üzerine iyi düşünülürse, çok şey görülür.
Bir önemli husus da şudur: Etkinlik olarak din, tarih boyunca sürekli bir ilerleme-gerileme döngüsü içindedir. Her kozmolojik kuramın çıkış ve yayılma sürecinde din bir geri çekilme yaşar. Ancak bütün kuramların zorunlu kaderi olan yanlışlanma sürecinde din yeni biçimler ve sosyal ilişkiler kümesiyle yeniden geri döner. Bazen de yeni kuramlar dini de besleyebilen malzeme haline getirilebiliyor. Tanrının zar atmak zorunda kaldığı kuantum kuramı bile New Age dinlere malzeme oldu.
İslam’ın New Age’leri
Evet din, küresel anlamda eşitlik idealini ezilenler adına temsil etmeye yöneliyor. Klasik sağ-sol hatların küreselleşme karşısında aynı madalyon olduğu ortaya çıkınca ve özellikle sol, sosyal demokrat hattın eşitlik idealinden uzaklaşıp sermayeye itirazsız konuma düşmesi bu konuda büyük rol oynadı. Ve din, emperyalist kültürel tektipleştirici saldırı karşısında birçok alanda kültürel otantikliğin ve yerel kimliklerin korunması hattını da ele almış durumda. Özellikle Batılılaşma projesinin sömürgeci yüzü ortaya çıkınca buraya yönelindi.
Elitler türban-laiklik meselesiyle irade savaşı veriyorlar. Ancak altta/zeminde, toplumda tüm toplumsal ilişkiler, evlilikten alışverişe, gruplar oluşturmaktan yeme-içmeye kadar her şey önemli oranda din tarafından çoktan beri belirleniyor. Ve bu topraklarda “biz” tanımlaması bugün eskisinden daha fazla din tarafından şekillendiriliyor. Öngörmek zor değil; sosyal yaşamda ve elbette siyasal hayattaki etkisi artacak. Daha İslamiyet’in New Age tarikatlarıyla tam tanışamadık. Medyada ismi çokça gecen cemaatlerin faaliyetleri epeyce geleneksel hatlar taşıyor. Şimdilik Vahabilere işaret edilerek herkes AKP’ye razı edilmek isteniyor. Ancak resmini tam çizemesem de, İslamiyet’in 21. yüzyıl tarikatlarının toplumu nasıl fethettiğini hepimiz yaşayarak göreceğiz. Unutmadan, sosyal ve biçimsel tüm modalar önce yukarıda, elitlerde başlar, zamanla “avam” da buna özenir ve benimser. Sonrası hep tekrar eder…
Din meselesinden bahsederken küresel sermayenin etkisine de değinmek gerek. Samuel Huntington’ın medeniyetler çatışması tezleri, dünyayı dinsel kimlikleri baz alarak parsellemek üzerine kuruludur. Belki çok hızlı olabilir ancak küresel sermayenin küresel siyaseti dini kimlikler üzerine kurgulamaya meyilli olduğunu söylemekten kaçınmayacağım. Nitekim şu an ABD toplumu ve siyaseti bile, etkin biçimde bu dalganın etkisinde. Evanjelizm dedikleri şey biraz da budur. Sermaye kendisi için kimliklerden hoşlanmaz; onun amaçları vardır. Ancak amaçlarına ulaşmak için herkese kimlik biçmekten asla vazgeçmez.
Pragmatikler, oportünistler
Küresel trendin yerel izdüşümü olarak AKP analizini bu zeminde değerlendirmek gerekiyor. AKP’nin kuruluşunda dikkat çekici iki husus var; biri Abdullah Gül’ün bir açıklamasında ifadesini buluyor. 28 Şubat sürecinde MGK bildirisini imzalamamak için Erbakan bir süre direnmişti.
Abdullah Gül’ün “bence bu kadar uzatmamalıydı” mealindeki teessüfü, aynı siyasetçinin cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde eşinin başörtüsü için “modernleştirilebilir” pragmatizmine kadar vardı. (Ki, tarihçiler bu tavrı daha çok Brütüs örneğinde tanırlardı!) Aynı tavrın sahipleri Refah içerisinden “değiştik bu yolları yürürken” şarkısı ile AKP’ye yığıldılar. AKP’nin kuruluşundaki diğer öğe, ANAP’ta semirmiş orta sınıf gövdesiydi. Yani siyaseten ilkesiz, pragmatist ve “her devrin adamı” çıkarcı kesimler, ampulün dibinde toplandı.
Bir de asıl olarak dış konjonktürün uygunluğu vardı. Dinin siyasal alandaki yükselişi küresel bir trend haline gelince Türkiye de bunun dışında kalamıyordu. Zaten tarihsel olarak radikal dini hareketlerin fazla zemin bulamadığı Türkiye sahası, kendine özgü sembol ve söylemlerle dini siyasal hayatta etkili hale getirirken kamusal alan açısından da türbanı domino etkisi açısından ele alıyordu. İçeriden nüfuz ederek sistemi belli dönüşümlere uğratmanın stratejileri gündeme getirildi. Velhasıl AKP birçok odakla, birbirinden farklı söylemlerle aynı anda ilişkili olmak gibi, ağ yapısına dayalı bir parti olarak ortaya çıktı. Geçmişin ikili zıtlıklara dayalı parti yapıları AKP’nin bu çok bağlantılı ağ yapısı karşısında sürekli teklemek zorunda kalıyordu. “Merkez parti” oluyor tartışması bile bu ağ yapısını karşılamaya yetmiyor. Herkesle ve her yerle ortak bir noktada ilişkilenen rijit yapılardan arınmış silikon bir kütle var ortada. Açıkçası, dışarıdan bakan sıradan insan, bu kaygan kütle içinde kendine hitap eden bir yan mutlaka görüyor. 11 Eylül sonrası küresel siyasetteki trendler ve özellikle BOP süreci de işin tuzu biberi oldu. Bir de küresel sermayenin AKP’deki sağlam ayakları eklenince bildik seçim rakamları ve bunun tetiklediği devletleşme hedefi kaçınılmaz oluyor.
Siyasetin rutin yapılarında çıkarlar ve duygular epey etkili unsurlardır. Bazen duygular her şeyin önüne de geçebiliyor. Dinin eşitlik idealini kontrolü altına almasını gözden kaçırmamak gerekiyor. Aslında din ve eşitlik ideali baştan çelişkilidir. Ancak kitlelerde eşit algılandıkları duygusu oluşunca gerisinin önemi kalmıyor. Önceki iktidarların yolsuzluklar ve toplumsal gruplar karşısında takındığı Batılı elitist “modernist” tavırlar, yığınlardaki eşitlik duygusunun kırılması sonucunu doğurmuştu. Böylesi bir ortamda hizmetteki nisbi adillik ve kitlelerin geleneksel tutumlarına yakın tavırlar yeni bir eşitlik ilişkisi oluştuğu yanılsaması doğurdu. Eğer
AKP anlaşılmak isteniyorsa Refah Partisi’nin Kağıthane ile başlayan belediyecilik hizmetleri iyi irdelenmeli. Erdoğan bile o geleneğin öğrencisidir. Kitleler bu örneğe bakarak bir inanç oluşturdular. İhtiyacı olan insanlara yönelik bugün de süren ve çokça eleştirilen yardımlar kim ne derse desin, muhataplarında eşitlik ve güven hissi oluşturuyor. Elbette bu yardımlar çeşitli şirket ilişkilerini ve para aklama usullerini dışlamıyor. Ama ihtiyacı olan açısından AKP artık “bizimkiler” dedikleri bir kategori haline geliyor ve eğer imkanlar olursa daha iyisinin sunulacağı inancı da sağlamca kök salıyor.
Ahh o bürokratlar
AKP örneğinde Ertuğrul Günay gibi CHP’nin genel sekreterliğine kadar gelebilmiş bir siyasetçi “..bir tek sayın Başbakan’ın sofrasında kendimi rahat hissettim” derken tam da duygularda olup biten bir eşitlik algısını işaret etmiyor mu? Dahası neredeyse her yerde yerli kitlelerin modern elit karşısında hissettikleri horlanma duygusunun kırıldığı yeni bir adrese duyulan hayranlıkla, “Robin Hood” da dahil en eski halk edebiyatı kahramanlarının ezilenlerin sofrasına “katkılarına” duyulan saygı birbirini buluyordu. Evet, bir kez daha birbirini tamamlayan iki unsurla karşı karşıyayız. Şimdi AKP ve özelde de Erdoğan hakkında şehir efsanesi şudur: Eğer devlet içerisinde her şeyi engelleyen bürokratik elit olmasa Erdoğan’ın çok daha cesur politikaları hayata geçireceğine duyulan inanç. Burada hakikatin ne olduğunun önemi yok. İnancın varlığı önemli. AKP’nin yüzde 47 oyunda Erdoğan’ın kitlelere bu inancı vermesinin çok büyük etkisi var. Kitleler her davranışında Erdoğan’ın kendileriyle eşdeşliğini kuruyor. AKP’ye oy veren her sıradan Müslüman günlük hayatında ve tarihsel olarak laik elitlerin kendilerini horladığına inanır. Dolayısıyla AKP’ye dini kavramlarla muhalefet etmek kitlede bir sonuç vermiyor. Zaten bu muhalefetin ve kimi çağrıların muhatabı da kitle olmuyor. Öncelikle atmosferin, yani uluslararası siyaset parametrelerin ve ekonomik verilerin değişmesi gerekir. Bu durumda politik argümanları, insanların güncel hayatlarını ve bakış açılarını değiştirecek pratik politikalar üzerine kurmak, uygulamak ve tüm çevrelerle düğümler oluşturabilecek demokratik ağlar yaratabilecek köklü projeler oluşturmak gerekiyor. Kiminle nereye kadar, hangi ilişki kurulabiliyorsa bu sağlam bir düğüme dönüştürülmeli. Eşitlik ideali mutlaka çalışma grupları, komünler, ortak fonlar üzerine oturtulmalı. Hastaların, muhtaç olanların, aç, işsiz, ezilen, horlanan ve mazlumların hayata tutunmaları için sosyal projeler üretilmeli. Son olarak da, pratik olarak AKP’den daha eşitlikçi, daha antiemperyalist, kimliklere daha saygılı olunduğu ortaya konulmalı.
Din ‘inanç’ oluşturur, sol umut yaratır. Kökleri sağlam inanç ve umut yaratma kabiliyeti demokratik muhalefetin sorumluluğudur. Çatı partisi girişimini bu anlamda önemsemek ve desteklemek kadar tartışmak da gerekiyor
Radikal2