Türkiye Edirne’deki yolsuzluk operasyonunu yalnızca polisiye bir vakaymış gibi izledi. Oysa Ahmet Özal’ın serbest bırakılırken ağzından dökülen “90 milyar dolarlık su pastası” ifadesi yaşananların basit bir adli vaka olmadığını gösterdi… Çok uluslu şirketler arasında su savaşları Türkiye’de başlamıştı ve bu pastayı kimin yiyeceği ve kimin bu ticarette aracılık yapacağı önümüzdeki dönemin önemli çatışma alanlarından biriydi… […]
Türkiye Edirne’deki yolsuzluk operasyonunu yalnızca polisiye bir vakaymış gibi izledi. Oysa Ahmet Özal’ın serbest bırakılırken ağzından dökülen “90 milyar dolarlık su pastası” ifadesi yaşananların basit bir adli vaka olmadığını gösterdi… Çok uluslu şirketler arasında su savaşları Türkiye’de başlamıştı ve bu pastayı kimin yiyeceği ve kimin bu ticarette aracılık yapacağı önümüzdeki dönemin önemli çatışma alanlarından biriydi… Bu çatışmada sadece halkın su hakkını ticaretin konusu yapmaya çalışan tekellerin olmadığını bizlere hatırlatan ise Edirne’de kurulan Su Yaşamdır Platformu oldu… Platformun aktivistlerinden Ziya Gökerküçük ile suyun özelleştirilme sürecini, Edirne’de olan bitenleri ve halkın su hakkı mücadelesini konuştuk.
Edirne’de içme suyunun özelleştirilmesi bir yolsuzluk öyküsü olarak kamuoyuna yansıdı. Sizce bu girişimi bir belediye başkanının görevini suiistimali ile değerlendirmek yeterli mi? Suyun özelleştirilmesinin sermaye için yarattığı büyük pasta ve halk için yarattığı büyük tehdidi özetleyebilir misiniz?
Edirne’deki su öyküsünü belediye başkanının görevi suiistimali olarak değerlendirmek çok iyi niyetli bir bakış açısı olur. Suyun özelleşme girişimi uluslararası sermayenin emperyalist yaklaşımının en somut örneğidir. Ahmet Özal kendince dengeleri üzerinden bir niyetle olsa gerek bazı şeyleri açıkladı. Onun söyledikleri bizim ufkumuzu elbette açmayacaktır. Bizler zaten bunları söylüyorduk ve halk olarak kendi cephemizden baktığımızda suyun kamunun elinde kalmasını her zaman savunduk. Çünkü 1980’lerden beri özelleştirme yanlısı siyasal iktidarların hukuksal altyapıyı hazırlaması sonucunda “her şeyi satmaya hazır bekleyen” belediyelerimiz var. Bunların durması şimdilik engellendi belki de bu operasyonla. Ama yerel seçimler sonrasında AKP büyük başarı beklediği yerel yönetimleri aldıktan sonra Ahmet Özal’ın dediğini gerçekleştirmeye hazırdır. Ülkemizde yerel su mücadeleleri asıl yerel seçimler sonrası başlayacaktır.
Bilim insanlarının tespitleri geleceğimizi görmemize yardımcı olmaktadır. Dünyada şu an için suyun sadece % 5’i özeldedir ve buradaki ticaret hacmi petrol ticaret hacminin % 40’ına eşittir. Dünyada su ticaretinin yıllık cirosu bir trilyon dolar olarak hesaplanmaktadır. Ayrıca suyun özelleşmesi için kapitalist şirketlerin ayırdığı ve gizli ilişkilerde, fonlarda kullanılan para 2,5-3 trilyon dolardır. Bu büyük sermayenin, en küçük yerel yöneticiye ulaşması için de her türlü yol açılmıştır. Çünkü sermaye iktidarları “yerelleşme ve demokratikleşme” adı altında çıkardıkları yasalarla aslında özel şirketlerin yerel yönetici ile doğrudan iş bağlantıları yapmasının da alt yapısını oluşturdular. Yerellerde örgütlenme eksikliğini de düşünürsek seçimler sonrasında nelerin olabileceğini daha açıklıkla görebiliriz.
Öğrendiğimize göre DSİ yasası değiştirilerek 26 su havzasının özel şirketlere devri, İller Bankası yasasının değiştirilerek A.Ş. şekline dönüştürülmesi gündemde. Bununla da yetinmeyen uluslararası sermaye ve yerli işbirlikçileri “Kamu Özel Yatırım Ortaklığı Yasa Tasarısı” ile yatırımı kamunun yapmasını ve tahsilâtları da özel şirketlerin yapmasını sağlayacaklar gibi gözüküyor.
Tüm bunları bildiğimizde ve gördüğümüzde içselleştirmemiz ve emperyalizmin ne olduğunu bilerek, tek güvencemiz olan ortak çıkarlarda örgütlenmemizin zorunluluğu gerekiyor.
Suyun özelleştirilmesine dair son yıllardaki ilk girişim “Akarsularının özelleştirilmesi” söylemiyle geçen sene gündeme gelmişti ve bu bir hükümet programı idi. CHP’li bir belediyenin bu süreçte öne çıkması ve bu sürecin “öncülüğünü” yapması nasıl yorumlanabilir?
Uluslararası güçler kimlerle işbirliği yapacağını çok iyi bilmektedir. Ülke içindeki dengeleri de bizlerden iyi izliyorlar. Neden Edirne, sorusunun yanıtını bir gazete şöyle açıklamıştı. “Su gelirlerinin özelleştirilmesi konusunda Elektromed’in seçtiği ilk il Edirne’ydi. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi Edirne Belediye Başkanı’nın CHP’li olmasıydı. Çünkü Elektromed, AKP bağlantısıyla bilinen bir şirketti. Türkiye genelinde su ihalelerine girmek için bu imajını yıkması gerekiyordu. İşte bu yüzden Edirne tercih edildi. İkinci neden ise Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi’nin sabıka kaydıydı. Çünkü Sedefçi daha önce rüşvet iddiası ile yargılanmış ve Rahşan affı ile ceza almadan kurtulmuştu. İşte bu sebeplerden Edirne seçildi.”(objektifhaber.com)
Sonuçta kirli işlere girmeye hazır birileri varsa onu bulmakta zorlanmaz sermaye güçleri. Bu durumda başkanın CHP’li olması AKP’li siyasi iktidar açısından bir artı olarak değerlendirilmiş ve yerel seçimlere giderken Edirne’de 1-0 gerideyken beraberliği sağladığını düşünmüş olabilir.
Edirne’de su hizmetlerinin özelleştirilmesi süreci çok hızlı ilerlemiş görülüyor. Siz bu hızlı adımlar karşısında nasıl bir refleks gösterdiniz? Bu sürece hangi taleplerle, ne tip bir örgütlenmeyle ve hangi araçlarla müdahale ettiniz?
Edirne’de su özelleştirilmesi sinyalini geçen yıl vermişti. Başkan açtığı ihaleyi ihale günü kendi kararıyla iptal etmişti. İhale o gün olsaydı çok hazırlıksız yakalanan kentli suyu elinden kaçırmış olacaktı. Ama bugünden bakınca ihalenin o zaman ertelenmesinde bireysel ve gizli ilişkiler varmış gibi düşünmeden edemiyor insan. Bu bizler için bir artı oldu elbette. Bu süreçte araştırdık ve kendimizi bilgilendirdik. Bu yıl yeniden gündeme geldiğinde toplumsal refleksi gösterebildik ve örgütleyebildik.
Başkanın gizli ilişkiler sürecini (iddialar öyle)bizler bilemeyiz ama kamuoyu olarak ihaleyi duyduğumuz anda neler yapılabileceği her örgüt kendi içinde görüştü. Özellikle ben yerel Hudut Gazetesi’nde haftada bir gün yazdığım yazılardan sekiz tanesini suya ayırmışım. Bu yıl gündeme geldiğinde ilk basın açıklaması ÖDP’den geldi. Ardından DSP, oda ve sendikalar basın açıklaması yaptı. Edirne Kent Konseyi adına bir basın açıklaması ve dizi yazı hazırladık ve ihale öncesinde altı gün bir gazetede yayınlattık.
Bir platform olması süreci de DİSK sendikalarının basın toplantısı sonrasında oldu. 22 örgütle başlayıp acil kararlar aldık. Çalışmalar için zaten herkes hazırdı. Sonraki süreçte örgüt sayısı 49’a çıktı. Yürütme ise Edirne Kent Konseyi önderliğinde Tabip Odası ve Tüketiciler Derneğinden oluştu.
Başkanla inanmasak da görüşmeyi talep ederek başladık ve başarısız bir görüşmeyi hemen yaptık. 14 Şubat günü ihale imzalandı. Asıl mücadele de o gün başladı. Çünkü hukuken onay süreci 5 Mart günü idi.
Aldığımız kararları hemen uygulamaya koyduk. İmza kampanyası, mahalle gezileri, basın açıklamaları, basın ziyaretleri, CHP genel merkezini bilgilendirme, radyo ve televizyon programı, basına bilgilendirici yazılar yazma, vb. birçok eylemi sık toplantılarla karara geçirip gerçekleştirdik. Ortaklık ilkemiz ve talebimiz tekti: İçme suyu satılamaz, kamunun elinde kalmalı ve hatta ucuzlatılıp sağlıklı şekle dönüştürülmelidir.
Özelleştirme kararının iptali ile yolsuzluk soruşturması arasında bir paralellik var mıdır? Bu iptalde sizin rolünüz nedir?
İhalenin iptal edilmesinin gerçek nedenini başkan bilebilir. Bizi ilgilendiren tarafı ortak amaçları iyi belirlenmiş örgütlü toplumsal yapıların
etkili olduğudur. Bu iptalde bizim rolümüz bizce oldu. Bunu başkan da açıkladı zaten. Halkın kandırdığımızı ve özelleştirmeyi satış gibi gösterdiğimizi(!) falan söyleyip hakaretler etti. Özellikle Edirne Kent Konseyi’ne ağır hakaretlerde bulundu.
Yerel seçim sürecini su hakkı mücadelesi bağlamında nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz. Örneğin yerel seçimlerde partilerden “suyu özelleştirmeme” taahhüdü gibi bir talepte bulunacak mısınız? Veya ne tarz mücadele yöntemleri geliştirmeyi planlıyorsunuz?
Edirne’deki operasyonun yerel seçim süreciyle bağlantılı olduğu bir gerçektir. Ama bizi ilgilendiren AKP-CHP kavgası değildir. Edirne Su Yaşamdır Platformu bir siyasi örgütlenme değildir. Ama bugüne kadar temizliği, park ve bahçe işlerini, asfalt ve kaldırım yapma işlerini ve benzeri tüm işleri özelleştiren belediyelerin yaptıklarına hep bir azınlık olarak karşı çıkışlar oluyordu. Ama sıra suyun özelleşmesine gelince “yeter” demek gerektiğini büyük çoğunluk anladı sanırım. Buradan geri dönüş olmamalıdır bence. Artık uluslararası sermayenin amacını herkes görmelidir. Sağlık ve eğitim hakkımızı da elimizden adım adım alıyorlar. Hepsi aynı amaca hizmet etmektedir.
Artık yeter diyebildi Edirne kamuoyu. Aslında Edirne mücadelesi biraz kurumsal idi ve henüz büyük çoğunluğun sahiplenmesi sağlanamamıştı. Ancak ihalenin onayı olsa devamının olacağından emindik. Çünkü kurumların büyük çoğunluğu buna hazırdı.
Önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili henüz yeterli bir tartışma yürütülmemekle birlikte teke tek görüşmelerde bu platformun adaylara baskı yapacağı gündeme gelecektir. Bu baskı; ortaklaşa hazırlanacak bir metnin tüm adaylara imzalatılması ve su dâhil kent sorunlarının çözümünde ortaklanılmış önerileri içeren bir dosya olacak gibi görünüyor.
Su konusunda da henüz çalışmamız bitmedi. Edirne Su Yaşamdır Platformu “Su insan hakkıdır” demeye devam edecektir. Suyun önemini anlayan kentli yurttaşlar gelecekte suyun kamudan ayrılmaması ve daha sağlıklı, ucuz, kaliteli ve kolay ulaşılabilen şekilde musluğumuzdan akmasının sağlanması mücadelesi verecektir.
Öte yandan kentlerdeki su mücadeleleri birleştirilmelidir. Dağınık akan dereciklerin birleştiğinde ne kadar büyük deniz olduğunu unutmayalım.
Ziya Gökerküçük- Emekli Öğretmen, Eğitim Sen Edirne Şubesi eski Yönetim Kurulu üyesi, Edirne Kent Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi, Edirne yerel gazetelerinden HUDUT gazetesi’nde “Solduyu” köşesi yazarı, Uzunköprü Gürses Gazetesi’nde “Mum” köşesi yazarı.