18 Mart Çanakkale zaferi, Türkiye’nin sosyal psikolojisinde ve epik anlatımında emsaline az rastlanır bir ‘oydaşma tarihi’dir ve Bağımsızlık Savaşı öncesi tarihin, cumhuriyet dönemine intikal eden en belirgin ve çok işlenen vakıalarından biridir. Öyle ki; Türkiye’deki farklı politik çevrelerin geçmiş anlatısında Çanakkale Savaşı, değişen vurgularla ve çağrışımlarla birlikte bir atıf noktası olmayı sürdürmüştür. Kemalist seçkinlerden İslamcılara, […]
18 Mart Çanakkale zaferi, Türkiye’nin sosyal psikolojisinde ve epik anlatımında emsaline az rastlanır bir ‘oydaşma tarihi’dir ve Bağımsızlık Savaşı öncesi tarihin, cumhuriyet dönemine intikal eden en belirgin ve çok işlenen vakıalarından biridir. Öyle ki; Türkiye’deki farklı politik çevrelerin geçmiş anlatısında Çanakkale Savaşı, değişen vurgularla ve çağrışımlarla birlikte bir atıf noktası olmayı sürdürmüştür. Kemalist seçkinlerden İslamcılara, sosyalist düşünürlerden milliyetçi-muhafazakârlara uzanan geniş yelpazede, mazinin en kıymetli köşe taşlarından biridir Çanakkale kahramanlıkları. Ancak tüm bu ‘ortaklık şemsiyesi’ altında asıl incelenmesi gereken, resmi tarih yazımı ve alternatiflerinde süreklilik arz eden ve değişen motiflerin deşifresidir. Çünkü bahsi geçen unsurlar, geçmişe bakış tarzına dair ipuçları vermenin dışında, aynı zamanda bugüne ve geleceğe ilişkin projeksiyonların sınırlarını da ifşa etme potansiyeline sahiptir.
Çanakkale Savaşını, yalnızca Türkiye tarihinin değil; dünya tarihinin en kayda değer askeri mücadelelerinden biri olarak değerlendirme eğilimi, tüm politik taraflarda çok kuvvetlidir. Askeri makamların da benzer yorumu paylaştığı ve dillendirdiği rahatlıkla ifade edilebilir. Hatta neredeyse I. Dünya Savaşının uzaması ya da Çarlık Rusya’sının yıkılışı, sadece müttefiklerin Çanakkale’de yenilmesine bağlanmıştır. Çanakkale’nin ‘örneği az bulunur bir mücadele azmi’ ve ‘kahramanlık destanı’ şeklinde aktarılması ise 18 Mart’ı konu edinen çeşitli edebi parçaların üslubunda ortaktır. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana edebiyatta bir Çanakkale külliyatının oluşması da bu çerçeveden anlamlıdır. Özellikle 1930’lu yıllardan başlayarak çocuk edebiyatı içersinde yiğitlik, cesaret ve şehitlik temaları, Çanakkale cephe öyküleri ile harmanlanarak popülerleştirilmiştir. Bu yönelim bugünde büyük bir hızla, çeşitlenen yayınlar ve yeni yeni eklenen görsel malzemeler ile devam etmektedir. Çanakkale Savaşını işleyen ve şiddet unsurlarını barındıran çizgi romanlar ve animasyonlar süratle çoğalmaktadır.
Çanakkale Savaşı özelinde politik tarafların üzerinde anlaştığı bir diğer nokta, mücadelenin anti-emperyalist bir nitelik taşıdığıdır. Kemalist sol/ulusalcı jargonda, bahsi geçen nitelik çok daha belirgin olmakla birlikte, İslamcı ve milliyetçi diskurda da mevcuttur. Bu eksende 18 Mart’ı “mazlum halklar için bir dönüm noktası” olarak değerlendiren İslamcılara ya da “emperyalizme karşı Türk soyunun başkaldırısı” şeklinde yorumlayan milliyetçilere tesadüf etmek olasıdır. Fakat emperyalist güçlerin önüne gelen sıfatlar, siyasal duruşa göre değişir. Saldırgan ordular, örneğin kimi zaman “Türk düşmanı”, kimi zaman “Haçlı” ve fakat çoğunlukla yalnızca “Batı”dır. Çünkü “Batı”, pek çok pencereden zaten “tehlikeli bir düşmandır.”
Ancak tüm yukarıda işaret edilen ortaklıklara rağmen, Çanakkale Savaşı’na dair öne çıkarılacak ‘aktör(ler)’ konusunda bir anlaşmazlık söz konusudur. Resmi tarih yazımı ve kendisini bu temelden mülhem argümanlarla besleyen kanatlar için Çanakkale zaferi, büyük ölçüde Mustafa Kemal’in ‘dehası’nın bir ürünüdür. Muazzam orduları ve ünlü komutanları “dize getiren” Mustafa Kemal, askerlerine ölmeyi emrederek savaşın seyrini değiştirmiştir. Türk milliyetçileri için de Atatürk’ün komuta gücüne referansta bulunmak önemlidir ancak “yeni uyanan milli bilinç”in rolü de azımsanmamalıdır. Çanakkale ile daha çok Mehmet Akif üzerinden bağ kuran İslamcı perspektifte aktarım metodu ise dinsel lirizmdir. İslamcı bakış açısında Mustafa Kemal bir anda yok olur. Hatta özellikle Atatürksüz Çanakkale maceraları, öyküleri kaleme alınır. Kahramanlık hikâyelerinin asıl mecrası, “dini bütün askerlerin sarsılmaz imanı”dır. Cephede birliklere yardım eden doğaüstü güçler, gazilerin imdadına yetişen ak sakallı dedeler, dualar ön plandadır. Ayrıca din kardeşliğinin yarattığı “işbirliği” ve “yardımlaşma” da vurgulanmıştır. Fakat mesele daha yakından incelendiğinde ‘aktör’ esasına ilişkin farklılaşmanın, ‘aktör’ü ele alış üslubunda mevcut olmadığı sezinlenebilir. Aktörün mistifiye edilmesi/fevkalbeşer bir pozisyona konumlandırılması, çeşitli politik duruşların ortak noktasıdır.
Bahsi geçen değerlendirmelerden yola çıkarak, bugünlerde de yakından izlenebildiği gibi, Çanakkale Savaşı tüm çağrışımları ile politik arenada zuhur ettiği iddia edilebilir. Ulusalcıların/Kemalistlerin ve/veya milliyetçilerin bugüne dair bağımsızlık ve rejim kaygıları için ya da İslamcı yönelimlerin dini kahramanlık üzerinden politik meşruiyet arayışları için 18 Mart araçsallaştırılmaktadır. Bir kez daha tarih, güncel siyasal konumlanışlar ve gelecek hesapları üzerinden tartışılmakta ve yüksek perdeden bir hamasi sesle politik malzeme yapılmaktadır. Maalesef bu süreçte, pedagojik hassasiyetten mahrum edebi metinler ve diğer malzemeler, çocukların zihnine ölme ve öldürmeye dair kodlar aşılamaktadır. Bu şartlar altında Çanakkale’nin yıllar sonra kazanılan bir zafer ve motivasyon kaynağı olduğu gerçeği göz ardı edilmeden, 18 Mart’ı tarihsel kıymeti içinde değerlendirmek gereklidir. Bugün tarihi mağlubiyetleri ve zaferleri ile birlikte soğukkanlı tartışmanın yöntemini savunma zamanıdır. En önemlisi de çocukları, politik kamplaşmanın kıskacından, hurafelerden ya da ‘modern mitler’den kurtararak tarihle barıştırma cesaretini göstermektir.