Türban’ tartışmaları beklendiği gibi sonuçlandı. Yükseköğrenim kurumlarında türban serbest hale geliyor. Önce ‘Türban’ı yerli yerine oturtmak için: Tek tanrılı dinler insanlık tarihinin feodal döneminin hakim ideolojileridir. Bu günün dünyasında gericilikle özdeşleşmelerinin sebebi budur. Dünün Cumhuriyet Türkiye’sinde de kuşkusuz ‘dinci’ bir ideoloji vardı ve bu ideoloji hâkim seküler/laik ideolojiyle mücadele ediyordu. Fakat dünün Türkiye’sindeki dincilik asıl […]
Türban’ tartışmaları beklendiği gibi sonuçlandı. Yükseköğrenim kurumlarında türban serbest hale geliyor.
Önce ‘Türban’ı yerli yerine oturtmak için:
Tek tanrılı dinler insanlık tarihinin feodal döneminin hakim ideolojileridir. Bu günün dünyasında gericilikle özdeşleşmelerinin sebebi budur. Dünün Cumhuriyet Türkiye’sinde de kuşkusuz ‘dinci’ bir ideoloji vardı ve bu ideoloji hâkim seküler/laik ideolojiyle mücadele ediyordu. Fakat dünün Türkiye’sindeki dincilik asıl olarak kendisine köylü kitleleri yedekleyen feodal kesimlerin ideolojisiydi. Bu gün bu kesimleri de kapsamakla beraber asıl olarak orta sermaye (MÜSİAD vb.) ve orta sermayenin kendisine yedeklediği emekçilerin en düşük ücretli ve en örgütsüz kesimlerinin ideolojisi haline geldi. Sermayenin evrensel ölçekteki emeği bölme stratejisini AKP, kendisinin ‘toplumu dinselleştirme’ stratejisiyle birleştirdi.
Dün sadece ev içi işlerde çalışan ve henüz babaları, kocaları ya da erkek kardeşleri gibi emekçi haline gelmemiş ama kentte yaşayan (aslen de hala köylü olan) kadınların bu gün kentlerde evin geçimi için de çalışmak zorunda kalmaları türban’ın bu denli ciddi bir toplumsal talep haline gelmesinin altında yatan asıl sosyolojik dinamiktir.
Türkiye kapitalizmi geldiği düzey itibariyle kitlesel kadın emeğine ihtiyaç duymaktadır. AKP ve bir blok olarak sermaye bu ihtiyacın varlığı noktasında hemfikirdirler. Kadınların emekçileşirken onları eski/feodal döneme bağlayan gerici ideoloji ve ilişkilerden kopmamaları istenmektedir. Bu bir bütün olarak sermayenin lehine bir durumdur. Diğer yandan biz biliyoruz ki ideolojiler onları ortaya çıkaran sosyo-ekonomik koşullar çözüldükten sonra da bir süre yaşamaya devam ederler. Türban bu geçmişe bağlı kalma halinin sembolüdür.
Kadınlar kırdan kopup kentlere gelmiş, çalışmaya, okumaya başlamıştır. Amma ‘özgür emekçiler’ olarak değil ‘babasının/eşinin/erkek kardeşinin iki adım arkasındaki kalmaya devam eden, kapitalist ilişkilere dair hakkı-hukuku için mücadele etmeyi henüz aklının ucundan bile geçirmeyen ‘uysal emekçiler’ olarak. Türban bu geri ilişkilere razı olan kadınların ve erkeklerin, diğer yandan da onları ve toplumu bu geri ilişkilere bağlı olarak yaşamaya zorlayan güçlerin toplumsal simgesidir. Bu nedenle de gericiliktir.
AKP ve büyük sermaye arasındaki tartışma bu simgenin toplumsal yaşamda kaplayacağı yerin büyüklüğü ile ilgilidir. Bu simge sadece emekçi kadınların ve köylü kadınların başında kalmak kaydıyla büyük sermaye açısından sorun taşımayacaktır. Büyük sermayenin rahatsızlığı bu simgenin bütün bir toplumsal yaşamın dinselleştirilmesinin koçbaşı haline gelmesidir.
Kuşkusuz solun ve sosyalizmin öncelikli görevi tüm emekçileri onları cendere içinde tutan başta sömürü olmak üzere tüm gerici ilişkilerden ve ideolojilerden özgürleştirmektir. Dolayısıyla bir kadının, vücudunu dinsel gerekçelerle meşrulaştırılmış aile/mahalle/toplum baskısı-yönlendirmesi nedeniyle örtmek zorunda hissetmesi bizim mücadele etmemiz gereken bir durumdur. Bu mücadelede burjuva devletin yasaklarının rolü de tarihsel bir vakıadır. Fakat konunun emekçilere bu biçimde ve bu denli sirayet ettiği bir atmosferde meseleyi salt yasaklar düzleminde tartışmak ne sola ne de sosyalizme yakışmaz. Salt türbanı yasaklayan ama konunun gerçek özüne değinmeyen bir yaklaşımın yukarda sözünü ettiğim emekçi kadınlar içinde de cazibesi olamayacağı açıktır.
Biz türbanı özgürlük olarak tartıştıran zihniyetin nasıl olup da başka özgürlüklerden bucak bucak kaçtığını sorgulatabilmeliyiz. “Türban özgürlüğünüz var ama sömürülmeme özgürlüğünüz yok. Cinsiyetçi bir toplumda yaşamama özgürlüğünüz yok. “Bunlar için mücadele etmeniz de yasak” diyen zihniyeti sorgulatabilmeliyiz.(1)
Bu tartışmaya kendimizi sermayeden ve onun ideolojik aygıtlarından (başta üniversiteler) baskı aygıtlarından (başta TSK) ayırarak, emekçileşen kadınların özgürleşmesi, emekçilerin bu en düşük ücretli en örgütsüz kesimlerinin kendileri için örgütlenebilmesi temelinde girmeliyiz. Sol/sosyalizm bu tartışmaya bir özgürleşme programıyla dahil olmalıdır. Yoksa “özgürlük dendiğinde aklına meyhane ve ….hane’den başka bir şey gelmeyen” büyük sermaye ve onun aygıtlarının yedeği olarak değil.
1-Diyanet işleri başkanlığı lağvedilmeli, inanç grupları kendi dinsel ihtiyaçlarını kendileri finanse etmeli, devlet bütçesinin ve kadrolarının dinle bağı tamamen kesilmeli, devlet bu alanda sadece düzenleyici ve denetleyici olmalıdır. 2-İlk ve orta öğrenimdeki din dersleri tamamen kaldırılmalı, müfredat dinsel içerik ve imalardan tamamen arındırılmalı, imam-hatip liseleri ve Kuran kursları kaldırılmalı, 18 yaşından önce hiç kimseye sistematik dinsel eğitim verilememelidir. 3-Dinsel inanç propagandasının serbest olduğu her yerde dinsizlik propagandası da aynı ölçüde serbest olmalı, devlet bu tartışmada asla taraf olmamalıdır. 4-Kimlik belgelerinden ‘dini’ ibaresi/bölümü çıkarılmalı, bir kimseye özel yaşam dışında toplumsal işlerde dinsel inancını sormak kesinlikle yasaklanmalıdır. 5-Bir kimsenin 18 yaşını geçmiş olsun ya da olmasın anne-baba, eş, ağabey abla ya da hısım-akraba/konu-komşu tarafından bir dinin ibadetine ya da ritüeline katılmaya ya da dinsel nedenlerle örtünmeye zorlanması kesinlikle yasaklanmalı, bu türden davranışlar cezalandırılmalıdır.
Devlet hizmetlerinden yararlanırken ve bu arada yükseköğrenim kurumlarında da 18 yaşını geçmiş herkes için her türden kıyafet serbest olmalı fakat dinsel semboller ya da anlamlar içeren kıyafetler ancak yukarıda saydığım koşullar yerine getirildikten sonra serbest olabilmelidir.
Dr. Ahmet Tellioğlu
dr.ahmet.tellioglu@gmail.com
1. Bu tartışmalar için değişmez çerçeve olduğuna inandığım bir metnin bir bölümünü okuyucularla paylaşmak isterim. Aslında bu bölümde geçen ‘din halkın afyonudur’ saptaması herkes tarafından bilinir de cümlenin önünden arkasından çok söz edilmez…
“…Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.
Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor. Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor…” (Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, Giriş, Karl MARX)