Son on yılın başlıca gündem maddelerinden olan türban bu günlerde gündemin ilk sırasını işgal ediyor. İşi gücü bıraktık, her yerde türbanı tartışıyoruz. Salt bu durum bile gericiliğin, emperyalizmin amacına ulaştığını, bizi yapay gündemlerle uyuttuğunu ve ülkenin gerçek sorunlarının tartışılmasını engellediğini gösteriyor. 12 Eylül darbesinden sonra devletin resmi ideolojisi olarak ilan edilen Türk-İslam sentezi siyasal olarak […]
Son on yılın başlıca gündem maddelerinden olan türban bu günlerde gündemin ilk sırasını işgal ediyor. İşi gücü bıraktık, her yerde türbanı tartışıyoruz. Salt bu durum bile gericiliğin, emperyalizmin amacına ulaştığını, bizi yapay gündemlerle uyuttuğunu ve ülkenin gerçek sorunlarının tartışılmasını engellediğini gösteriyor.
12 Eylül darbesinden sonra devletin resmi ideolojisi olarak ilan edilen Türk-İslam sentezi siyasal olarak hiç bu kadar güçlü olamamıştı. Devlet desteğiyle zaman zaman ileri mevziler kazansa ve etkisi artsa da devlet katındaki ağırlığı hiç bir dönem bu düzeyde olmamıştı. AKP, MHP işbirliği bu sentezin devlet düzeyinde zaferidir. Türban ve onun çevresinde yürütülen siyaset, ABD’nin “Ilımlı İslam” projesinin, iki asırlık modernleşme ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet projesine baskın çıkması anlamına gelmektedir.
Türban sorunu yanıltıcı bir şekilde kişisel özgürlük ve demokratik haklar çerçevesinde tartışılıyor. Böyle olunca ÖDP başkanı Ufuk Uras’tan Ali Nesin’e kadar pek çok aydın, akademisyen ve sol-liberal isim türbanı kişisel özgürlük alanının konusu olarak görüp destek veriyor. Oysa tartıştığımız türban sorunu demokratik ya da özgürlüklerle ilgili bir sorun değildir. Bir egemenlik sorunudur. Ülkeyi yöneten sermaye güçleri arasındaki güç savaşı ve egemenlik mücadelesidir. Sırtını ABD’ye dayayan hükümet “Milliyetçi” MHP ile işbirliği yaparak kitlelerden aldığı oyu önce siyasal sonra da ekonomik bir güce dönüştürmek peşindedir. Bu konuda epeyce mesafe alınmıştır. Türban bu süreçte hükümetin kullandığı bir enstrümandan öte anlam taşımıyor. Büyük kentlerde, özellikle İstanbul’da yaşayıp da siyasetle ilgilenen ve gözlemci yanı olanlar pek çok şey yanında bir olguyu net biçimde fark etmişlerdir. Son 3-4 yılda İstanbul caddelerinde dolaşan lüks arabalar ve bu araçları kullanan türbanlı bayanların sayısında ciddi bir artış görülüyor. Bu ne anlama geliyor? “Her iktidar kendi zengin sınıfını yaratır” sözünü doğrulayan bir gelişme… Ülkede gelir dağılımı tekel-dışı burjuva sınıfı adına değişiyor. Devlet olmanın olanaklarından yararlanan kesimler ekonomik olarak büyüyüp bunu siyasal amaçları için kullanıyor; sonra da artan oy oranları ile hem iktidarda, hem de ekonomide paylarını çoğaltma mücadelesine girişiyorlar. Düne kadar hükümete ile can ciğer kuzu sarması olan TÜSİAD neden MHP ile polemiğe girdi dersiniz? TÜSİAD MHP’nin demokrat olmadığını yeni mi anladı? Bir zamanlar B.Ecevit’in kurduğu hükümeti devirmek için gazetelere ilan veren, MHP ile aynı telden çalan bu TÜSİAD değil miydi? Şimdi neden farklı tercihler yapıyorlar? Çünkü ABD’nin bir sonraki hükümet seçeneği AKP-MHP koalisyonudur. Oysa TÜSİAD AB sürecinin hızlandırılmasını, ABD’den ziyade Avrupa sermayesi ile işbirliğini istemektedir. Çünkü ABD dünya çapında gerilemekte; AB ve Çin’in önde olacağı, değişen güç dengelerini içeren yeni projeksiyonlar yapılmaktadır. TÜSİAD’çılar hükümetten daha akıllı oldukları için gidişatı fark edip duruma müdahalede bulunma gereği hissetmişlerdir.
Türbanı demokratik bir hak olan gören liberal solcular ve aydınlar ise bir şeylere angaje değillerse durumu kavramamışlardır. Şu anda tartışılan türban bir özgürlük sorunu değildir. Çünkü türban özgürleştirmeyi değil köleleştirmeyi, kadını yüceltmeyi değil aşağılamayı ve ikinci sınıf insan haline getirmeyi amaçlıyor. Tanrının ya da kutsal kitapların emrini yerine getirdiğini söyleyen kişilerin üniversitede ne işi var? Üniversite, adı üstünde evrensel bilimin öğretildiği yerdir. Bilim ise, dinsel doğmaların ve akıl dışı hurafelerin yerine doğanın ve toplumun gerçek bilgisinin aktarılması sürecidir.
“Bilimin ve Üniversitenin, insanlık tarihi boyunca yüklendiği esas görevin, inanç sistemlerinin doğmalarına karşı çıkmak, Allah tarafından konulduğuna ve düzenlendiğine inanılan doğaya ve toplumsal yaşama ait tüm süreçlerin nasıl gerçekleştiğini, dinin söylediklerinden bağımsız olarak incelemek ve yargılamak olduğunu biliyoruz.” *
Her şeyin Allah’tan geldiğine ve değişmeyeceğine, değiştirilemeyeceğine inanıyorsak o zaman bilimle uğraşmaya, dolayısıyla üniversitede okumaya da gerek yoktur. Evinizde oturup size emredildiği gibi örtünün, inançlarınızın gereğini yerine getirin. Toplumsal yaşama müdahalede bulunmaya çalışmayın. Böyle olmadığına göre amaç farklıdır. Onun da ne olduğu bellidir. Dini ve milliyetçiliği kullanarak sömürü düzenini sürdürmek, pastadan payını arttırmak ve gerici, ilkel bir yaşam tarzını topluma dayatmak.
Ortada işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, ülkenin varlıklarının bir bir yabancılara satılması, 301. madde, Kürt sorunu dururken ülkeyi türbana kilitlemek başka ne anlama geliyor? Demokrasiden yana iseniz önce 301’i kaldırın. Zorunlu din dersleri uygulamasına son verin.12 Eylül anayasasını, sadece türban için değil, özgürlükler için değiştirin. Darbecileri yargılayın. Dinin temel yasaklarından olan faizi kaldırın. Ülkenin iliğini sömüren haksız faiz ödemelerini durdurun. Samimiyetinizi görelim.
*Prof. Dr. Cem Süer,Erciyes Üni.Öğrt.Üyesi
Ali Ezger Özyürek