Tuzla nöbeti – Derya Sazak / Milliyet DİSK, Tuzla tersanelerindeki “iş kazaları” ve peş peşe gelen ölümler üzerine eyleme geçiyor. Gemi sektöründeki gelişme ve kârlılığa yakışmayan tarzda; eski çağlardaki köleliği çağrıştıran işçi sağlığı ve güvenliğinden uzak “taşeron” düzeninin son kurbanı Hasan Köse ve Osman Göç adlı işçiler oldu. Son sekiz ayda yangın, patlama, elektrik çarpması, […]
Tuzla nöbeti – Derya Sazak / Milliyet
DİSK, Tuzla tersanelerindeki “iş kazaları” ve peş peşe gelen ölümler üzerine eyleme geçiyor.
Gemi sektöründeki gelişme ve kârlılığa yakışmayan tarzda; eski çağlardaki köleliği çağrıştıran işçi sağlığı ve güvenliğinden uzak “taşeron” düzeninin son kurbanı Hasan Köse ve Osman Göç adlı işçiler oldu.
Son sekiz ayda yangın, patlama, elektrik çarpması, düşme, zehirlenme gibi nedenlerle yaşamını kaybedenlerin sayısı 18’i buldu. Emek ve teknoloji gerektiren, yat ve gemi inşası gibi Türkiye’nin dışsatımda giderek iddialı hale geldiği bir sektörde insanların “köle” gibi çalıştırılarak bunca kayıp verilmesi utanç vericidir.
DİSK; Çalışma Bakanlığı başta, partiler ve üniversitelerin dikkatini “cinayet gibi kazalar”a çekmek üzere Tuzla tersanelerinde nöbete başlıyor.
Davutpaşa’da 23 kişinin ölümüne yol açan kaçak işyeri faciasından sonra Tuzla’da olanları dün DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile konuştuk. Çelebi, son aylarda “iş kazaları” adı altında yaşanan katliamın Tuzla tersanelerindeki taşeronlaşma, kayıtdışılık ve mafya kurallarına göre işçi çalıştırmanın kaçınılmaz sonucu olduğunu anlattı.
Davutpaşa’da meydana gelen patlamadan sonra Çalışma Bakanı, “Burada sendika olsaydı facia yaşanmazdı” diye konuşmuş! Çelebi, Bakan Faruk Çelik’e bu sözlerini hatırlatarak, Tuzla’da işçi sağlığı ve iş güvenliğinden uzak çalışma koşullarını yerinde görmeye çağırıyor.
Ancak Çelebi, Çalışma Bakanı’nın tersaneyi işverenlerin değil DİSK’in davetlisi olarak denetlemesi gerektiğini savunuyor:
“Tuzla’da iki tür tersane var; bu işi hakkıyla yapan büyük işletmelerde tehlikeli ve ağır bir iş olan sektörün kurallarına uyuluyor. İşçiler sigortalı, gemiciliğin gerektirdiği teknik donanım, yangın, patlama gibi olaylar karşısında insan yaşamını en az riske atacak maske, eldiven, ayakkabı gibi malzemeler veriliyor.
7.5 saatlik çalışma sürelerine uyuluyor. Ancak işin taşeronlara devredildiği tersanelerde can güvenliği ortadan kalkıyor, kayıtdışılık başlıyor, adeta mafya kurallarına göre insanlar çalıştırılıyor ve ölüme davetiye çıkarılıyor. Son aylarda Çalışma Bakanlığı’nı defalarca uyardığımız halde gemi işinin zaten çok ağır olduğunu söyleyen taşeron firmaların “ölümleri tevekkül” ile karşılayan savunmaları esas alınıyor. Gereken yerlerde etkili denetimler yapılmıyor. Sendikalar etkili olsa işçiler bu kadar sağlıksız ve iş güvenliğinden yoksun şartlarda çalışmazlar ve peş peşe ölümler yaşanmazdı.”
“Tuzla nöbeti” tersanede ölümlere insanlığın başkaldırısı olacak.
21. yüzyılda İstanbul’un “Şikago mezbahaları”na dönmesi ayıptır.
Tuzla tersaneleri, işçi ölümünde dünya kaçıncısı? – Meral Tamer / Milliyet
Avrasya Boat Show’u gezen ve tekneleri inceleyen Koç Topluluğu Onur Başkanı Rahmi Koç, yerli üretim tekneleri o kadar beğenmiş ki “Çok iyi, fevkalâde, bravo” gibi ifadeler kullanmış. (Dünkü Vatan-internet)
Yerli üretim gemiler ve megayatlar, yurtdışından da büyük talep gördüğüne ve firmalar siparişlere yetişmekte zorlandığına göre, bu işin Türkiye’de iyi yapıldığına kuşku yok.
Nitekim Tuzla tersanelerinin, gemi inşa siparişinde Avrupa birincisi ve dünya beşincisi olduğuna dair göğüs kabartıcı açıklamaları da her fırsatta okuyoruz.
Ölümler mi hızlı, ciro mu?
Madalyonun diğer yüzünde ise bu “fevkalâde başarılı” tersanelerimizin kıyma makinesi gibi, çok sayıda işçinin peş peşe canını aldığını, gazetelerden içimiz burkularak okuyoruz. Şu rakamlara bakın:
• 1992-2004 arası 12 yılda 41 işçi ölümü
• 2004’ten bugüne 4 yılda 41 işçi ölümü
Acaba Tuzla tersanesindeki firmaların cirolarında da bu ölçüde artış var mı? Açıklasalar da öğrensek! Milletvekillerimiz de tersane sahibi olduklarına göre kârın “çok tatlı” olduğuna kuşku yok. Benim merakım, bilançolardaki “kârın ciroya oranı” misali, işçi ölümü/ciro oranlarının ne olduğu!
Bu yıl 48 işçi ölebilir
Rakamlara bir de yıl-yıl bakalım::
• 2004’te 5 işçi ölümü
• 2005’te 8 işçi ölümü
• 2006’da 10 işçi ölümü
• 2007’de 12 işçi ölümü
• 2008’in ilk 1,5 ayında 6 işçi ölümü.
Özellikle 2008’in ilk 1.5 ayındaki artış korkunç. Eğer bu gidişe hemen şimdi dur denmezse, yıl sona erdiğinde (düz matematiksel oranlamayla) Tuzla tersaneleri 48 işçimize mezar olabilir.
Mukadderat mı dediniz?
Dünkü Milliyet’ten öğrendiğimize göre açıklanan işçi ölümlerinin dışında, “kan parası” ödenmek suretiyle gizlenen 2 işçi ölümü daha varmış.
Teknolojinin bu denli geliştiği günümüzde eğer işçiler elektrik çarpmasından veya denize düşerek ölebiliyorlarsa ve buna karşılık o tersanelerde dünyada kapış kapış giden “fevkalâde” tekneler üretiliyorsa, bunda ciddi bir terslik var demektir! 21. yüzyılın gemilerini 19. yüzyıl şartlarında üretebilmek, herhalde olağanüstü maharet istiyordur. Tersane sahiplerini, bu üstün vasıflarından dolayı kutlarım!
Buna karşılık işçi ölümlerini “Mukadderat” diye niteleyebilen Tuzla’daki Yardımcı Tersanesi’nin sahibi AKP İstanbul milletvekili Hasan Kemal Yardımcı’ya ne diyeceğimi bilemiyorum.
Önlemleri beğenmiş!
Bütün bu kayıplar yaşanırken Çalışma Bakanlığı, konuyla ilgili sadece 2 rapor hazırlamış. Gerçi her 2 raporda da “Tersaneler kusur dolu” deniyor, ama bugüne kadar hiçbir resmi makamdan, durumu değiştirmeye yönelik en küçük bir adım olmamış. Dahası 21 ağustos – 3 eylül 2007 arasındaki 2 haftada 5 işçinin ölümü üzerine 7 eylül günü tersaneleri ziyaret eden Çalışma Bakanı Faruk Çelik, “Alınan önlemleri beğendim” diyebilmiş.
Bütün bunlar olurken yine Tuzla’da tersane sahiplerinden MHP İstanbul milletvekili Durmuşali Torlak’ın TBMM’ye verdiği 4 soru önergesi ise şaka gibi:
• Koster filosunun geliştirilmesi,
• LPG ithalatının Türk gemileriyle yapılması için teşvik,
• Tersane sayısının artırılması,
• Tersanelere elektrik enerjisi desteği verilmesi.
Sınır ötesi isteriz!.. – Umur Talu / Sabah
Sanırım şöyle bir şey:
Orası ayrı bir devlettir.
Bağımsız statüsü vardır.
Devletin müfettişi, hukuku felan öyle el kol sallaya sallaya giremez oraya.
Karadan ulaşamazlar; denizden kuşatamazlar.
Sık sık “bir insanımız” bu imkansızlık yüzünden ölmektedir herhalde.
Herhalde yabancı güçler neyin engellemektedir.
Kolay değildir yani.
Sankim ayrı cumhuriyettir.
O zaman ne beklenir ey ahali!
“Sınır ötesi operasyon” şartsa o yapılmalı, yeni yeni canlarımızın ölmesi engellenmeli, şartlar değiştirilmelidir.
Hükümet aciz midir, devlet aciz midir, Meclis aciz midir, medyamız aciz midir!
İstanbul’un göbeğinde sayılmasa dahi, şöyle göbeğin yakınında, kimilerinin aşağılama deyişiyle “bir kaşıma mesafesi” nde, 8 ayda 19’uncu ceset çıktı. Hepsi yoksuldu, hepsi işçiydi, hepsi neredeyse köleydi.
Biz tam yazarken ölüyor, Sabah manşet yaparken ölüyor… dün Hıncal Uluç bu yazılara, haberlere atıf yapıp olayın vahametine isyan ederken, dün Milliyet o sefalete eğilirken “sayılmamış eski yeni ölüler” ortaya çıkıyor.
Çalışma Bakanı Çelik DİSK karşısında geçen hafta, “Sorun işverendeyse acıyan namerttir, sorun hükümetteyse bu konuda eleştiriyi almayan da namerttir. Gecemizin de gündüzümüzün de Tuzla’da olduğunu bilin. Aklımız fikrimiz orada” derken gece gün
düz yeni işçiler ölüyor.
Çünkü Bakan, eylülde tersaneyi ziyarete giderken o sırada da tersaneyi yazıp durduğum için beni daha yolda aradığında “Söz, radikal biçimde düzelteceğiz” dedikten az sonra tersanede onu işverenler ağırlıyor, Bakan’a “Gerekli tedbirler alınmış” dedirtebiliyor.
Bakan’ın ziyaretinden bu yana, Hasan ölmüş, Mikail ölmüş, Osman ölmüş, Cevat ölmüş, başkaları ölmüş.
Elektrik çarpmış, vinçten tonla yük düşmüş, iskeleden uçmuşlar, ambarda gazla yanmışlar, dumandan zehirlenmişler.
Bunlara “iş kazası” yerine “iş cinayeti” demek daha doğru idi…
Artık “iş katliamı” daha münasip.
Bakın önceki gün, beş, altı gündür gizlenen, saklanan, gömülen iki işçi ölümü daha, ancak kazınarak ortaya çıktı.
Sadece ölümle kalmıyor cehennem; bir de ölümü kaçırıyor.
Sigortasız, kayıtsız, emniyetsiz, aşırı iş yüküyle taşeron elinde köleleştirdiği işçiyi insan yerine koymuyor; ölünce de ölüsünü dahi saymıyor, sayımdan gizlemeye, toplamdan düşmeye, katliam yekunundan eksiltmeye uğraşıyor.
Bir canını aldığı aileleri, “kan parası”yla, köle düzeninin sessiz, boynu eğik suç ortakları, bir nevi “tersane omertası”nın dilsiz cemaati haline getiriyor bir de.
Murat Birsel yazdı ki, daha geçen gün “Başbakan’a sunulan köşe yazılarından biri” de “Kar gelecek yerden kurban esirgenmez”miş.
Dipsiz Kuyu’dan çıkan o yazı Tuzla katliamına dairdi.
Şöyle bir “sınır ötesi” yapsın Başbakanlık yetkilileri:
Başbakan’a Tuzla katliamı yazısı götürmek yerine, Başbakan’ı cinayet mahalline götürsünler.
Eski ve yeni AKP milletvekili tersane patronlarına değil sadece; tam kölelerin arasına, onların cehennemi dünyasına.
Hakikaten “sınır ötesi”dir orası!
Ama memlekette operasyonun hası şöyle: “Büyük medya”nın talip olduğu Tekel özelleştirmesini protesto eden işçilere, eksi 10 derecede polis panzerinden su sıkılıyor.
Medya devleti, devlet medyası, medya tekeli, Tekel medyası, polis devleti, devlet suyu, su devleti, tekel suyu, medya panzeri, panzer medyası!
İnsan siyasetçi, emniyetçi, gazeteci olarak azıcık utanır.