Uluslararası ölçekte ekonomik resesyonun ve emperyalist hegemonya mücadelelerinin derinleştiği günümüzde değişim ve gerilim dinamiklerinin büyüme ivmesi giderek artıyor. Ekonomik krizle boğuşan ve kendi ekonomisini canlandırmak için suni teneffüs kıvamında paketler açıklayan ABD, dışarıda uluslararası gerilimleri tırmandırmakla meşgul. ABD’nin Çekoslavakya ve Polonya’da füze kalkanları projelerini gündeme getirmesinin ardından Rusya sert bir çıkış yaptı. Putin, Rusya’nın ABD […]
Uluslararası ölçekte ekonomik resesyonun ve emperyalist hegemonya mücadelelerinin derinleştiği günümüzde değişim ve gerilim dinamiklerinin büyüme ivmesi giderek artıyor.
Ekonomik krizle boğuşan ve kendi ekonomisini canlandırmak için suni teneffüs kıvamında paketler açıklayan ABD, dışarıda uluslararası gerilimleri tırmandırmakla meşgul. ABD’nin Çekoslavakya ve Polonya’da füze kalkanları projelerini gündeme getirmesinin ardından Rusya sert bir çıkış yaptı. Putin, Rusya’nın ABD tarafından yeni bir silahlanma yarışının içine çekilmek istendiğini belirtti. “Yeni bir soğuk savaş” yorumları yapılırken, ABD ve AB destekli Kosova, Rusya ve Çin’in protestolarına rağmen Sırbistan’dan ayrılarak tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti. Gerilim had safhaya yükseldi. Bugünlerde petrol satışını dolar yerine euro üzerinden yapmaya başlayacak olan İran’ın etrafındaki abluka da yeniden yoğunlaşmaya başladı. Okyanuslar’daki internet kabloları sabote edildi. İran, Hindistan ve bir kısım körfez ülkeleri günlerce dünya ile iletişim kuramadı. Ekonomik kayıplara uğradı. Rusya ve Çin, İran’ın arkasındaki desteklerini her fırsatta sergilemeye başladı. İsrail, ABD politikalarına paralel olarak, Ortadoğu’da gerilimi yükseltecek suikastları bu döneme denk getirdi. Lübnan Hizbullahı’nın lideri İmad Mugniya Şam’da, Hamas’ın askeri lideri Fayed ve yedi Hamas’lı ise Gazze’de öldürüldü.
Irak’ta ise ABD’nin çekilme planlarına uygun adımlar peşpeşe atılıyor. Talabani “jest” yaparak Kerkük’te uzlaşmaya gidileceğini açıkladı. ABD’nin Şiileri ve Sünnileri iktidar bloğunun içine çekme çabalarına uygunluğunun yanısıra, Türkiye’yi de ciddi biçimde tatmin edecek bir uzlaşmayla Kerkük’ün tüm işleyişi Kürt, Arap ve Türkmenler arasında eşit biçimde paylaştırılacak. ABD, Türkiye’ye “PKK jestinden” sonra bir de “Kerkük jesti” yapmış oldu. Böylece Kerkük üzerinden Türkiye ile Kürtler arasında petrolün paylaşımı, petrolün sevk edilmesi ve Kerkük’ün yönetimi gibi konularda somut çıkar birliği tesis ediliyor. Sürecin gidişatı baştan beri de söylediğimiz üzere K.Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti doğrultusunda değil, bu coğrafyanın petrol ağırlıklı bir serbest bölge olarak sömürgeleştirilmesi planına uygun olarak gelişiyor. BM’nin Yugoslavya’da uyguladığı Dayton sürecinin bir başka versiyonu Irak’ta adım adım gündeme getiriliyor. Türkiye’nin de çıkar ilişkilerinin biçimlenmekte olduğu bu bölgeye ilişkin aktif rol alacağı anlaşılıyor. BM’nin girişi öncesinde TSK’nın K.Irak’ta PKK’ye karşı planladığı kara harekatı da bunun bir parçası olarak değerlendirilmeli.
Sözkonusu Amerikan “jestlerinin” karşılıksız kalmayacağı aşikar. Bu günlerde Türkiye’nin odağında yer aldığı yoğun diplomasi trafiği, süren pazarlıkların, verilen tavizlerin açık göstergesi. Türkiye’ye ardarda ziyaretler düzenleyen Amerikan ve İsrail yetkililerinden sonra asıl kritik temas, ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney’in önümüzdeki haftalarda ülkemizde yapacağı görüşmelerde gerçekleşecek. Bu görüşmelerde Ortadoğu planları, Irak, K.Irak, PKK ve kara harekatı, enerji koridorları, Afganistan’da ABD’ye askeri destek, İran’a karşı Türkiye’de füze kalkanı projesi ve İran politikalarının ele alınması bekleniyor.
Bu gelişmeler ışığında bakıldığında, Türkiye’nin oluşmakta olan yeni uluslararası gerilim sürecinde ABD-AB ittifakının kendi önüne koyduğu “Yeni-Osmanlıcılık” politikaları doğrultusunda, Ortadoğu ve Kafkaslardaki askeri ve diplomasi zemininde ileri karakol olarak rol alacağı belirginleşiyor.
***
Bu olgular çerçevesinde değerlendirildiğinde, baharda Kürt sorununun yeniden ısınması kaçınılmaz duruyor. Zaten onca baskının ardından, geçtiğimiz günlerde DTP’nin “kalkan oluşturma” amacıyla binlerce kişiyle dağlarda gerçekleştirdiği yürüyüş ve çadırların AKP tarafından tolere edilmesi, bahara hazırlık olarak algılanmalı. Egemenlerin uyguladığı “sık-gevşet-sık” politikası bağlamında ve AKP’nin kendi Kürt cemaati açısından “AKP hep baskıdan yana değil, terör içermeyen yönelimlere izin veriyor” deme fırsatı yaratması açısından değerlendirilmeli. Bahar öncesinde Kürt sorununda egemenler yine kendi meşruiyet zeminlerini inşa etmekteler. Türkiye’nin K.Irak ve PKK konusunda kat ettiği bunca mesafenin ardından, kara harekatıyla birlikte yavaş yavaş Kürt sorununda içerde kimi adımlar atması doğrultusunda sıkıştırılacağı da açık.
İç siyasette ise asıl önemli gelişmeler üniversitelerde türbanı serbest bırakan anayasa değişikliği etrafında yaşanmakta. Bu girişim AKP-Genelkurmay-MHP arasında oluşan yeni siyaset eksenini açığa çıkartmakta adeta bir işaret fişeği rolü oynadı. Geçtiğimiz dönemin ittifak eksenleri bu süreçte tam anlamıyla karıştı. TÜSİAD ve bir bölüm liberal, AKP ile iyice mesafeli bir pozisyon almaya başladı. Buna karşın ulusalcı blok çatladı ve MHP’siz bir zemin oluşmaya başladı. Genelkurmay pasif bir tutuma yöneldi. MHP içinde gerilim belirdi.
Ancak bu süreç o denli kontrolsüz gelişti ve “ılımlı İslam” projesinin gerici-şeriatçı niyetlerini bir anda öylesine tüm çıplaklığıyla dışa vurdu ki, bunu gündeme getirenler (AKP-MHP) ve göz yumanlar (Genelkurmay) bile, ortaya çıkan tablo karşısında panikleyerek durumu toparlama hamlelerine girişmeye yöneldiler. 21 Şubat’taki MGK toplantısının içeriğinin bu çerçevede -kısmen de durumu toparlamaya çalışarak- geçeceği anlaşılıyor. Ekonomik durgunluğun derinleştiği, uluslararası planda yeni gerilimlerin oluştuğu bu dönemde, egemenler arasında bloklaşmada bu denli hızlı bir kırılma ve muhalefetin sol kulvarda birikme ihtimalinin potansiyel olarak belirmesi tedirginlik yarattı.
Durumu toparlamak açısından MHP, YÖK kanununun 17. maddesinin düzenlenmesini şart koşmaya yöneldi. AKP ise “Ergenekon Operasyonuyla” giriştiği kontrgerilla içi tasfiye girişimiyle, türban hamlesinin çakışmasından fayda umarken, tersi bir sonuçla karşılaştı. YÖK’e son günlerde yapılan yeni atamaların tümünün dinci, gerici kanadın has elemanları arasından seçilmesi de AKP’nin niyetini ayyuka çıkardı.
İktidar değişiminde kararlı olan AKP, tökezledikçe hırçınlaşmaya başladı. T.Erdoğan, Doğan grubu dahil, medyaya açıktan tehditler savurmaya girişti. TÜSİAD patronlarını, rektörleri fırçaladı. Fakat asıl kritik iktidar çatışmasını Fettullahçılar emniyet ve basın harekatlarıyla yürütmekte. Emniyetin operasyonlarının ardından, Fettullahçılar basında da geniş bir psikolojik harekat başlattı. Ergenekon operasyonunun “büyük abisi”, “1 ve 2 numarası” olarak bir kısım ulusalcı emekli general adları geçirilerek, enterne edildi. Ergenekon operasyonunun genişletilmesi ihtimali ulusalcı muhalefete karşı demoklesin kılıcı olarak kullanılmaya başlandı. Fettullah cemaatiyle arası iyi olan eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Uğur Mumcu-Eşref Bitlis-Turgut Özal cinayetlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu, Özal’ı öldüreni bildiğini, şu an üst düzeyde görevli bir yetkili olduğunu açıklayarak birilerine gözdağı verdi. Tabii, olayın yasal sorumluluğu nedeniyle, hemen ardından “yanlış anlamışlar, ben öyle demedim” dedi.
Bu bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığından çok, bugün için önemli olan kısmı, AKP’nin bunları iktidarın en kilit mekanizmalarını, en derin hücrelerini ele geçirmek amacıyla bu dönemde piyasaya sürmesidir. Bunun anlamı ülkemizdeki faşist rejimin ve kontrgerilla mekanizmalarının egemen ittifak tarafından, yeni bir konsensüsle tesis ed
iliyor olmasıdır. Toplumsal muhalefet açısından Kürt hareketini içten bölmeye, solla arasını açmaya dönük yayınlardan, çabalardan; sola dönük sertleşmeye, operasyonlara, tehditlere; toplumsal muhalefetin anlamlı çıkışlarını polisiye tedbirlerle ezmeye kadar varan bütünsel bir politika yürütülmesi bunun göstergeleridir.
***
Yakın günlerde ulusalcı kanat, MHP’yi dışlayarak ve Genelkurmay önderliğinden kurtularak, orta sınıf aydınlar ve geleneksel Alevi kitlesine yaslanan kesimleriyle, türban karşıtı gösteriler düzenledi. Niyetleri Meclisi kuşatma provalarıydı. Ancak, sıradan gösterilerin ötesine geçemediler. Yargı ve büyük üniversitelerin yönetimleri üzerinden tepkiler geliştirmeye çalışmaktalar. MHP ve Genelkurmay dışında hareket etme yönelimleri başlı başına önemli bir olumluluk olmakla birlikte, bildik tarzın ötesine geçilemeyeceği görülmekte. Bu cenahta yine egemenlere ait bir söylem ve siyaset tarzının hakim olduğu ortada. Bu durum onların hala kendilerini devletin sahibi sandıklarını ve bu refleksle davrandıklarını ortaya koyuyor.
Liberal cenahta da şaşkınlık ve politikasızlık egemen. Ulusalcılarla aynı safa düşmüş olmanın tuhaflığını yaşıyorlar. Cengiz Çandar gibi Amerikancı liberaller bu cenah içindeki moral çöküntüyü toparlamaya yeniden AKP’ye paralel bir çizgi üreterek diğerlerini bu çizgide sürüklemeye çabalıyor.
Oldukça geniş bir yelpaze içinde yer alan sol liberal cenahın toplumsal muhalefetteki kimi uçları ise, hala ÖDP içinde yer alıyor. Görünen sorunlar ve aktüel argümanlar ne olursa olsun, ÖDP içinde yaşanan asıl sorunun kaynağı sol liberalizmin tıkanmasıdır. ÖDP’nin bu iç gerilimi ve bazılarının hala sol liberal zihniyette ısrarı, toplumsal muhalefetin kurumlarında hareketsizleştirici bir etki yapmaktadır.
Sendikal alandaki dağınıklığı gösteren son olay da, bu kritik bir dönemeçte DİSK Genel Kurulu’nun programsız ve içi boş bir şekilde geçmiş olmasıdır. Sendikal program ve politikaların üretilmediği ve sadece koltuk dağılımına endekslenmiş bir genel kurulun doğal sonucu olarak, ağırlıkla Genel-İş’teki egemen anlayışlar tarafından belirlenen, geleneksel sendikacılığı tümüyle içine sindirmiş, cılız bir yönetim oluştu. Bundan sonra DİSK yönetiminin tüm günah ve sevapları da onların hanesine yazılacaktır.
Kürt hareketi ise, bir yandan AKP karşıtı bir çizgiyi esas alırken, diğer yandan da sol liberal kanatta ÖDP’den boşalan yeri doldurmaya çalışıyor. Kürt hareketi “Ede Bese” mitinglerini düzenlediği sol gruplarla kalıcı bir ittifak oluşturma ve bu süreci kendisinin odağında olduğu bir çatı partisine doğru evirme çabasında. Bu doğrultuda genel kurullar sürecini de kendi hedefleri açısından avantaja çevirerek, tüm kurumlar içinde, özellikle de KESK’de daha fazla etkinlik alanı açmayı hedefliyor. Şimdiki kısa erimli hedefi ezilme tehlikesini atlatabilmek. Bahar sürecinde ise egemenlerin çok yönlü kuşatmasına karşı akılcı yol ve yöntemlerle çıkış bulmaları gerekir. Ancak Kürt hareketinin her zamanki pragmatik tarzıyla bu yeni çizgiye yönelmiş olması önemli politik boşlukların ortadan kalktığı anlamına gelmemekte. Kürt hareketinin hala neo-liberalizm karşısında tutarlı ve net bir pozisyon almadığı; Aysel Tuğluk’un da son derece yerinde bir biçimde belirttiği gibi, gericilik karşıtı bir programa sahip olmadığı; hala Ortadoğu’ya ilişkin tutarlı bir anti-emperyalist bakış açısından yoksun olduğu ortadadır.
Önümüzdeki 4-5 yıl AKP’nin Ortadoğu’da yeni-Osmanlıcı politikalara dayalı bir ılımlı-İslam rejimini oturtabilmesi için gereken kritik süreçtir. Ancak görüldüğü üzere, AKP karşıtı muhalefet odakları, sol bir kulvardan genişleme potansiyeline sahip olmakla birlikte, şimdilik ağırlıkla kendi geçmiş ezberlerini tekrarlamakla meşgul durumdalar. Her yenilgi sonrasının ilk basit toparlanma refleksleri, günümüzde de AKP karşısında peş peşe yenilgiler alan muhalefet için de geçerlidir. Oysa bu süreçte, ulusalcıların savunduğu “bağımsızlıkçılık” ve “gericilik karşıtlığı” bayrakları ve sol liberallerin savunduğu “özgürlükçülük” bayrağı bu akımların boşa düşmeleri nedeniyle şu an ortada kalmış durumdadır. Bu bayraklar ancak ezilenlerin sesi olabilecek “neoliberalizm ve gericilik karşıtlığını halklar arasında yeniden kardeşleşmeyle” bir arada sentezleyebilen bağımsız bir sol çizgi etrafında gerçek içeriklerine uygun olarak yükseltilebilir.
Şu anda acil yapılması gereken, önderlikten tamamen yoksun kalan sol muhalefetin merkezine tutarlı bir insiyatif odağının yerleştirilmesidir. Geçmişte toplumsal muhalefetin insiyatif odağı içinde yer alan DİSK ve KESK’in mevcut zafiyetleri göz önünde bulundurulduğunda, aydın kamuoyu üzerindeki etkileri açısından TTB ve TMMOB’un öne çıkmaları kaçınılmazlaşmaktadır. Üstelik gericilik ve neo-liberalizme karşı insiyatifli, atak bir tutum, bu iki örgütün tabanındaki ilerici arayışlar açısından da rahatlatıcı bir rol oynayacaktır. Şu anda solda izlenmesi gereken çizgiyi en saf haliyle dillendirebilme yeteneği ve bileşimi bu kurumlarda bulunmaktadır. Bu açıdan nicel güç önemsenmemeli, fikri berraklık ve dinamizm önemsenmelidir.
Devrimciler bulundukları tüm zeminleri bu doğrultuda hareketlendirmeye çalışmalıdır. Toplumsal muhalefetteki “güçsüzler dengesi” giderek cılızlaşan yapıları ortaya çıkarırken, bugün için hala güç biriktirecek bağımsız etkinliklerin örgütlenmesine öncelik verilmelidir.