Dürzi lider vazgeçmiyor: “Savaş istemiyorum, ama böyle yaşamayı kabul edemem!” İlerici Sosyalist Parti (PSP) lideri Velid Canbolat, Pazar günkü saldırgan sözlerinden sonra dün de, şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikte Hizbullah, Suriye ve İran’a yüklendi. Geri adım atmayı reddederek, kendisinin Lübnan’da bir savaş istemediğini, ama Hizbullah “istilasına” karşı da eli kolu bağlı duramayacağını söyledi. Bütün hoşgörü […]
Dürzi lider vazgeçmiyor: “Savaş istemiyorum, ama böyle yaşamayı kabul edemem!”
İlerici Sosyalist Parti (PSP) lideri Velid Canbolat, Pazar günkü saldırgan sözlerinden sonra dün de, şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikte Hizbullah, Suriye ve İran’a yüklendi. Geri adım atmayı reddederek, kendisinin Lübnan’da bir savaş istemediğini, ama Hizbullah “istilasına” karşı da eli kolu bağlı duramayacağını söyledi. Bütün hoşgörü formüllerini reddedip cephesel saldırılarını arttıran Bay Canbolat, akşam saatlerinde El-müstakbel kanalında konuşurken oldukça sert görünüyordu: “Birlikte var olmak büyük bir aldatmaca”, “Hizbullah’la, birlikte var olmanın imkânı yok”, “uzlaşmacı bir ayrılık formülü bulmak gerekiyor”. “Hizbullah Şam yolunun güneyinde kendi devletini kurmak istiyor”, “artık diyaloga inanmıyorum”, “sonsuza kadar İsrail’le savaşmak istemiyorum”, “zıtlar arasında uzlaşma olanaksızdır”, “CPL yalnızca bir ayrıntı”, vb. Bu arada Şam ve Tahran da saldırılardan kendi payına düşeni aldı: “Kendimizi aldatmamamız gerek. Beşşar içi rahat edene kadar durmayacaktır”, “İran’ı canavarlar yönetiyor”, “Ahmedinejat kendisini Allaha havale etmiş delinin teki”…
Bay Canbolat sözlerine, “Lübnan çok güzel bir ülke, ama eğer bize onu inşa etme fırsatı verilirse ve eğer bu suikastlar zinciri durursa daha da güzel olacak” diye başlıyor. Sonra Refik Hariri’yi hatırlayarak şöyle diyor: “O artık yok, beni sakinleştiren gözleri artık yok. Şam’daki bir gruba dayanıp, Lübnan’ın dokunulmazlığını sağlamanın ancak ekonomik refahla mümkün olacağını söyleyerek, Suriye korumacılığının dağıtılmış kartlarını değiştirmeye çalışmıştı”.
“Irak işgaline birlikte karşı çıkmıştık”, diye vurguluyor.
Bugün “Suriye uşaklarının kent merkezini işgal ettiğini görmek şaşırtıcı değil. Bu bir rastlantı değil. Onlar bunu Suriyeli efendilerinden, Beyrut’u yakmak istediğini söyleyen Rüstem Gazali’den öğrendiler”, suçlamasında bulunuyor.
Ona göre, “Suriye rejimi yok olana kadar, hiçbir şey bu rejimi suikast ve cinayetlerden caydıramaz”.
Bay Canbolat için “Taif Anlaşması ve 1559 sayılı karar aynı şey”. “Bunlar, Şeba çiftliklerini Lübnan’ın kaderini Golan’a bağlamak amacına katmak için, bozulmuş kartları düzeltti. Güney Bölgesi, 2000 yılında tam anlamıyla özgür oldu”. “Ne istiyoruz? Durmadan Güney’i özgürleştirmeye devam mı edeceğiz? Hayır, o tamamen özgürleşti”. “Siz sonsuza kadar İsrail’le savaşmak mı istiyorsunuz? Özgürsünüz. Ben istemiyorum! Ben İsrail’le ateşkes istiyorum”, diye taşı gediğine oturtuyor. Pazar günü kullandığı sert söylemle ilgili bir soruya da şöyle yanıt veriyor: “İnsan duygulardan oluşmuştur. Suriye’nin müttefikleri bizim robot olduğumuzu düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Refik Hariri’nin katledilmesinin yıldönümü öncesinde bütün şehitlerimizin hatırlanması normaldir. Bize her zaman Siyonist muamelesi yaptıklarını unutmayın”.
“Hizbullah’la birlikte var olmak imkânsız. Ben Şii yurttaşlardan söz etmiyorum. Uzlaşmacı bir ayrılık bulmalıyız”, diyor, nasıl olacağını belirtmeden. “Bölmek mi? Bu mümkün değil, Lübnan çok küçük”.
“Ülke bir güvenlik şeridine dönüştü. Toprak realitesini görüyorum: Örneğin torakların satın alınması. Bu, bireysel bir görüngü değil. Üzerinde bir cendere yaratmak için toprak satın alanlar, Şii burjuvalar değil. Bu durumda, Muktara’dan da toprak satın alınsa hiçbir sorun olmaz. Ama olup bitenler başka. Toprakları Cihad el-Bina satın alıyor, çünkü İran, Şam yolunun güneyinin Hizbullah’ın devleti olmasına karar verdi”, diye açıklıyor.
Peki ya CPL? “O yalnızca bir ayrıntı, çünkü ne yazık ki Hıristiyanlar göç ediyorlar”.
Ve ekliyor: “Birlikte var olmak bir aldatmaca. Bu kadar. Önceleri kararsızdım. Gibran Tueni’nin ölümünde, Güney banliyösünde pastaları paylaştıkları zaman maskeleri düştü. Artık diyaloga inanmıyorum”.
“Savaş istemiyorum. Ama artık böyle yaşamak da istemiyorum. Yalnızca ölüme inanan terörist bir rejimi çocuklarıma miras bırakmak istemiyorum. Geri çekilmek istemiyorum. Kendimi savunmadan beni ele geçirmelerine izin vermeyeceğim”.
“Bu, benim görüşüm. Herkes 14 Mart için aynı şeyi düşünüyor. Ama herkes kendisine göre konuşuyor”, diye ekliyor.
Çoğunluğun uzunca bir süredir söylemini yumuşattığını hatırlatarak devam ediyor: “Biz gerilim yaratmamak için, artı bir çoğunluğun tercihinden vazgeçmiştik ve 14 Mart’ olduğu kadar 8 Mart’ı da koruyan birini seçmeye karar verdik. Mişel Süleyman akıllı bir adam. Mar Mikael olaylarına mükemmel bir şekilde tepki gösterdi”.
Yeniden saldırılarına başlıyor: “Zgorta silah ve mermilerini Güneye kadar kim dağıtıyor? Sınırda silahları kim alıyor? Biz. Biz bunları Lübnan devletine ve orduya teslim ediyoruz”.
“Her seferinde bir tehlikenin varlığından ve yeniden barışlandırma için çalışıldığından söz ediliyor. Ama açık konuşalım. İstismar ediyorlar. Hepsi bu”.
“İstedikleri zaman güvensizlik ortamını yaratırlar. Herhangi bir yerden, banliyöden, Riad el-Solh’dan bir araba alırlar ve onu herhangi bir yerde patlatırlar”, diyerek, suikastlar zincirindeki Hizbullah komploculuğu suçlamalarını yineliyor.
“Kendisini kutsallaştırmış bu seyyid (Hasan Nasrallah) kesinlikle kutsal falan değil. Kent merkezinin ticarileşmesinin önemsiz olduğunu söylemiş. İşte bütün sorun burada. Yaşam anlayışımız çok farklı. Sen istediğin gibi yaşa, bırak biz de istediğimiz gibi yaşayalım. Çok açık konuşmak istiyorum: Kültürel karşıtlıklar arasında uzlaşma olmaz”.
Ya uzlaşmacı demokrasi? “Bu, tarihin en büyük aldatmacası. Bu şekilde ne politik çoğunluk, ne de politik azınlık olur; yarın çoğunluk olabilecek olsa bile.”
“Aptal değiller. Bizi aç bırakmak, ekonomiye zarar vermek ve ne olursa olsun kabul ettirmek üzere bizi dize getirmek istiyorlar”, diye vurguluyor.
Pazar günü Meclis Başkanı Nebih Berri’nin konutunun yakınlarında ateş açıldığını anlatarak üzüntüyle saptamada bulunuyor: “Berri’yi parlamentoyu kapatmak zorunda bıraktılar.”
Sonra sıra İran’a geliyor: “Eski başkan Muhammed Hatemi mükemmeldi, çoğulculuğa inanıyordu. Bugünkü rejim bir canavarlar rejimi. Şimdiki başkana, Ahmedinejat’a bakın. Kendisini Allaha havale etmiş delinin teki.”
“Suriye’yle çatışma sürüyor. Mahkeme bir kılıf. Biz başarılı olursak, salgının kendilerinde de başlayacağını biliyorlar”, diye ekliyor.
Moskova’ya yakınlardaki ziyaretiyle ilgili olarak, “Ruslara şunu söyledim:” diyor, “Arap inisiyatifini desteklemek istiyor musunuz? Şam ve Tahran’a baskı yapınız! Sergey Lavrov (Dışişleri Bakanı) bana, Rusya’nın mahkemeyi sembolik olarak destekleyeceğini söyledi. Bu, Beşşar’a bir mesajdır.”
“Yine de kendimizi aldatmamak gerek. Beşşar içi rahat edene kadar durmayacaktır. Ama biz mücadeleye devam edeceğiz.”
“Projemiz uzun erimli. Bu da, Suriye rejimine bağlı kalan Lübnanlı bir kesimin karşısında normal bir şey”, diye yakınıyor.
“Unutmayacağız. Gözyaşları kurudu, ama biz unutmayacağız. 14 Şubat; bu, olmak ya da olmamak demektir.” Ve son sözler: “Refik, endişelenme; intikamını alacağız!”
[L’Orient le Jour’daki Fransızca orjinalinden Şule Ünsaldı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]