Tayyip Erdoğan’ın İspanya’da yaptığı açıklamayla tetiklediği “türban”, ülkedeki tüm siyasi ve sosyal süreçleri etkisi altına aldı. MHP’nin, devre dışı kalacağı korkusuyla hızlandırdığı süreç gösterdi ki her iki partinin de türban konusunda hiçbir teknik hazırlığı yokmuş; “Anayasayı mı değiştirelim, değiştireceksek hangi maddeyi nasıl değiştireceğiz, yoksa yeni yasa mı çıkaralım, yönetmelikle çözsek olmaz mı?” Bunlar yetmezmiş gibi […]
Tayyip Erdoğan’ın İspanya’da yaptığı açıklamayla tetiklediği “türban”, ülkedeki tüm siyasi ve sosyal süreçleri etkisi altına aldı. MHP’nin, devre dışı kalacağı korkusuyla hızlandırdığı süreç gösterdi ki her iki partinin de türban konusunda hiçbir teknik hazırlığı yokmuş; “Anayasayı mı değiştirelim, değiştireceksek hangi maddeyi nasıl değiştireceğiz, yoksa yeni yasa mı çıkaralım, yönetmelikle çözsek olmaz mı?” Bunlar yetmezmiş gibi “çene altından mı bağlatsak, iğneyle mi tuttursak, yoksa adını da mı değiştirsek…” “Öyle bir düzenleme/düzene uydurma yapalım ki türbanın, ilköğretimde ve kamu görevlilerinde takılmasını şimdilik engellesin ama gelecekte önünü açsın.”
Türban düzenlemesinin yasal/teknik yönündeki hazırlıksızlığa rağmen siyasal yönünün örgütlenmesinde AKP’nin hakkını teslim etmek gerek. Bu sürecin en önemli adımı kuşkusuz Büyükanıt’la yapılan anlaşma. Deniz Baykal’ın ve Tuncay Özkan’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere ikisi de ordudan şimdilik umutlarını kesmişler. Baykal, tek güvenilecek yer olarak hukuku ve milleti gösterirken Özkan, “bu ordu gider başka ordu gelir” safsatalarıyla uğraşıyor. AKP’nin “ergenekon operasyonunu” üç ay beklettikten sonra tam bu dönemde başlatması da bu sürecin en şatafatlı gösterisi oldu. Üstelik gösterinin devamı da koz olarak hala AKP’nin elinde. Dikkat edilirse bu terör örgütünün Ankara ayağında hiç kimse mevcut değil. Böylesi bir yapılanmanın sadece emeklilerden oluşması, içlerinde hala aktif görevde bulunan asker, bürokrat, politikacı, yargı çalışanı v.s. olmaması düşünülebilir mi?
Türban operasyonunun bir diğer önemli adımı, Abdullah Gül tarafından üniversite alanında atıldı. YÖK’ün başına atanan “mükemmel” tercih, YÖK’te boşalan üyeliklere üç aydır yapılmayan atamalar, “uyumlu” rektör atama çabaları ve ÖSYM’nin, üniversite sınavında uygulanacak katsayıları hala açıklamaması da (ki bu durum imam hatiplilerin sınav puanlarını belirleyecek) önemli hazırlıklardandı. Tek sıkıntı şimdilik koltuklarda oturan rektörlerdi. Bu sıkıntıda yukarıdan ve içeriden (liberallerle) giderilebilirdi. Ve sonuçta ordunun da kenara çekilmesiyle arenada sadece “zavallı” rektörler kaldı. Hem toplumsal hem bilimsel hem de kişisel liyakatları yetersiz olan bu şahsiyetlerin “türban” karşısındaki muhalefetleri de tam ters etki yaparak “türban” yanlılarının mağduriyet görüntülerini beslemekte. Yıllardır üniversitelerde özgür, demokratik düşüncenin ve eylemin en ufak kırıntısına dahi engel olanlar şimdi ilericilikten, üniversiter ilkelerden bahsetmekteler. Jandarma ve polisin emir eri haline getirdikleri üniversite yönetimlerine destek aramaktalar.
AKP, iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için iki şeye ihtiyaç duyuyordu. Birincisi ABD’nin desteği ki bu desteği neo-liberal ekonomi programını harfiyen uygulayarak ve uluslararası ilişkilerde aktif destekçisi olarak sağladı. İkincisi ise sağ seçmen içerisinde maddi ve manevi bir çıkar ilişkisini sürekli dinamik tutarak. Maddi çıkar ilişkisi; parti teşkilatı, belediyeler ve cemaatler eliyle dikey olarak örgütlenen sözde yardımlaşma özünde ise dilencileştirme ağlarıyla sağlandı. Manevi çıkar ilişkisi ise dini değerlere yapılan abartılı ve simgesel sahiplenmelerle kuruldu. Bunun en önemli yönünü ise sürekli beslenen “umut” oluşturdu. Türban, tam da bu noktada dinci kesimin yıllardır umutla beklediği sıçrama basamaklarından birini oluşturmaktadır. AKP iktidara yerleştiğinden beri şeriatçı kesimlerin tüm muhalefetlerini dondurmasının nedeni, ödenmesi beklenen diyetti. Altı yıldır ülkede ne kadınların türban gösterileri ne de Cuma gösterileri biçiminde kayda değer gösteriler oluyor.
AKP açısından bir diğer önemli konu da zamanlama. Beklenen bir ekonomik kriz ve yerel seçimler öncesi ve daha önemlisi yeni yapılan seçimlerle gözardı edilemeyecek bir meşruluk sağlanmışken… Çok fazla bir muhalefet olursa bir süre geri çekip sonbaharda yeniden işleme koyma zamanı da mevcut. Zaten aynı taktiği cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de izlemişti.
“Türban”ı, tüm bu siyasal gelişmeler düzleminden soyutlayarak tartışmak, tavır belirlemek mümkün değil. Türbanı, tek başına bir demokrasi sorunu ya da kılık-kıyafet sorunu ya da kadınların tercih hakları olarak ele almak bireysel/liberal çözüm yolları aramaktır. Türban, Erdoğan’ın deyimiyle bir “siyasal simge”dir. Ve ne hazindir ki dinin kendisinde demokrasi olmaz deyip demokrasiye inanmayanlar, takke-şalvar/türban-çarşaf kıyafetlerini kendi içlerinde zorunlu kılanlar, okuma-yazma bilmeyen kadınlara seçimlerde oy kullandırtmamak için yırtınanlar şimdi tam tersi erdemlere sahip oldular. Üstelik bilimin üretildiği daha doğrusu bilimin üretilebilmesi için özgür düşüncenin mutlak olması gereken bir yere girmek için türbanı bayrak yapıyorlar. Kısacası, türban karşısındaki tutum, bireysel tercihlere ne söyleyeceğimiz değildir. Bu gerici siyasal tercih karşısında aktif olarak durmalıyız.
Sol muhalefette ise zaten ayrışılmış çeşitli konulara bir yenisini eklemek anlamına geliyor, türban konusu. Kürt hareketinin siyasal temsilcilerinin ülkede yaşanan bütün sorunların nedeni olarak Kürt sorununu koymaları ve her türlü aracı mubah görmeleriyle arayı iyice açmaları yetmezmiş gibi türban konusunda AKP’ye açık destek vermeleri ileri siyasal inisiyatifi değil, gerici kitle baskısını önemsediklerini ortaya koyuyor. Oysa ki Kürt siyasal mücadelesinin en önemli başarılarından biri Kürt kadınının özgürleşme inisiyatifidir.
Sol liberaller için ise yeni bir durum söz konusu değil. AKP eliyle gelecek liberal toplumsal formun hayaliyle şakşakçılığa devam ediyorlar. Ve tabii ki fonlanmaya.
En sarsıcı gelişmeler ise sol içinde yer aldıklarını iddia eden ulusalcılarda yaşanıyor. Ordunun hamiliğini, MHP’nin ittifakını kaybeden ulusalcılar bir taraftan hayal kırıklığı yaşayıp günah çıkartmaya çabalarken diğer taraftan Alevilere ve solculara yanaşmaya çalışıyorlar. Özellikle MHP konusu tam traji-komik bir hadise. Bir dönem önce Ecevit’in ve Doğan Medya’nın MHP’yi kuzu gösterme tezgahını başta İlhan Selçuk olmak üzere bir süredir ulusalcılar sürdürüyordu ama MHP, hep aynı faşist, gerici ve çıkarcı MHP. Ancak görülmektedir ki MHP-AKP ittifakını karşısına alan ulusalcı, Kemalist duyarlılıklara sahip insanlar çok daha fazla kemikleşmekte ve organize olmaktalar.
Güçlü bir sosyalist merkezin olmaması ise gerek neo-liberal politikalar karşısında yoksullaşan ve kamusal haklarından mahrum bırakılan kitlelerin gerekse de gericilik karşısında çaresiz kalan insanların bu süreçte yanlış bireysel ve siyasal tercihlere savrulmalarına neden olmakta.
Sol muhalefetin son dönemde yaşadığı içe kapanmanın en belirgin nedeni neredeyse bütün demokratik muhalefet örgütlerinin yaşadığı genel kurul süreçleri idi. Ve bu seçim süreçleri bir süre daha devam edecek. Ve yine görüldüğü kadarıyla bu süreçler solun ortak hareket zeminlerini güçlendiren güçlü politik programların dinamizmiyle sonlanmayacak. KESK’in seçim sürecinden Kürt ulusal hareketinin belirleyici bir konum elde etmeye yöneldiği gözleniyor. ÖDP’de ortaya çıkan iç çatışmanın uygun bir ortam sağladığı böylesi bir gelişmenin, bugünden görüldüğü kadarıyla KESK’in gerek kamu çalışanları mücadelesindeki konumu açısından gerekse de toplumsal muhalefetin diğer bileşenleriyle ilişkisi açısından daraltıcı, marjinalleştirici bir etkide bulunacağı açık.
TMMOB’un yapacaklarını görmek için yaptıklarına bakmak yeter
li. Aynı çizginin devamı yani toplumsal muhalefetin içinde kerhen yer almak, üstelik daha da statükocu ve seçici olmak temel özelliğiyle. DİSK’in seçim sürecinin asıl belirleyenini ise işçi sınıfının yeni dönemdeki örgütlenme ve mücadele programının ne olacağı değil, yaşlı mı genç mi, paralı mı parasız mı tercihleri oluşturuyor.
Tam da böylesi bir dönem için gerekli olan şey devrimci inisiyatiftir. Kuru bir inisiyatif alma çabası değil ama. Doğru bir politik programla doğru işler yaparak. Gericilerin eliyle uygulamaya konulan neo-liberal programa karşı geliştirilecek mücadele bugün toplumsal muhalefetin sahip olması gereken ana rotadır. Kafası karışmış, motivasyonu azalmış sola, kitlesel muhalefetin oluşacağı ana politik çizgiyi göstermek zorundayız. Özellikle 1 Mayıs’la sonlanacak bahar sürecinin arifesinde oluşturulacak dinamik bir süreç, bu dağınıklığı ortadan kaldıracaktır.