Hâlâ 12 Eylül yasalarının hüküm sürdüğü ülkemizde, sendikaları Avrupa’dakilerle kıyaslamak hata. Bu mevzuatla yapılanın sendikacılık olduğu iddia edilemez. Türkiye’de sendikalar eliyle başlatılacak demokrasi hareketinin yeni soluğu Batı değil Güney’dir. Türkiye ile Güney ülkelerinin benzerliği açık Türkiye’de 11 milyon 600 bin ücretli var ancak SSK’ya kayıtlı çalışanların sayısı 8 milyona bile ulaşmıyor. Hatta kayıtlı olanların yarısı […]
Hâlâ 12 Eylül yasalarının hüküm sürdüğü ülkemizde, sendikaları Avrupa’dakilerle kıyaslamak hata. Bu mevzuatla yapılanın sendikacılık olduğu iddia edilemez. Türkiye’de sendikalar eliyle başlatılacak demokrasi hareketinin yeni soluğu Batı değil Güney’dir. Türkiye ile Güney ülkelerinin benzerliği açık
Türkiye’de 11 milyon 600 bin ücretli var ancak SSK’ya kayıtlı çalışanların sayısı 8 milyona bile ulaşmıyor. Hatta kayıtlı olanların yarısı asgari ücretli. Kimin umurunda! Yörsan gibi firmalar “Ulu Önder Atatürk’ün işaret ettiği yolda” devam ediyorlar. İşçilerin sorunları mı var diyorsunuz? SSK’lar ödeniyor ya! Buna şükretsinler. Yörsan yönetiminin tabiriyle “iş barışını bozmaya çalışan birtakım kişileri” yani sendikaları da yok sayarsanız, ortada sorun da kalmıyor.
Bakın Başbakanımızın bu konudaki görüşü nedir: “Eylem demokratik bir haktır: Sorun çözülemiyorsa elbette eylem en demokratik haktır. Fakat daha müzakereyi açmadan masayı terk etmek veya Türkiye’nin imkânlarını göz ardı edip olmayacakları istemek tribünlere oynamak olur.” Her sene sadece sendikalı olduğu için işten atılan binlerce insanın olduğu düşünülürse bu sözlere traji-komik demekten başka bir yol yok.
İşte böyle bir atmosferde, DİSK yeni bir genel kongreye hazırlanıyor. 15-17 Şubat 2008 tarihleri arasında 13. genel kongresine hazırlanan DİSK, kongreden bir gün önce yapacağı uluslararası sempozyumla
12. dönemine son verecek. Yapılacak sempozyumu DİSK’in bugüne kadar yaptığı etkinliklerden ayıran özellik, konuşmacıların çoğunluğunun Güney olarak tabir edilen ülkelerden gelmesi. Yani büyük oranda bizdekine benzer iş yaşamına sahip ülkeler. Güney Afrika, Brezilya, Güney Kore, Arjantin ve Filipinler’den gelen sendikacılar bir gün sürecek sempozyumda hem yerel deneyimlerini hem de uluslararası sendikal hareket hakkındaki fikirlerini tartışacaklar. İşçi haklarının yok sayıldığı bir ülkede yeni bir sendikacı ekibin Türkiye’ye davet edilmiş olmasının anlamı ne ki, diye düşünülebilir. Kuşkusuz böylesi karmaşık bir soruyu cevaplamak zor bir yükümlülük ancak yine de 12 milyona yaklaşan ücretliler kitlesi için ele almaya değer.
Hak talebinden savunmaya
Günümüzde sendikaların durumu geçmiştekinden çok farklı, artık yeni haklar talep etmektense savunma durumunda varolan haklarını korumaya çalışıyorlar. Bir kısım sendikacı bu durumu sendikaların politik ve ideolojik krizi olarak tanımlıyor. Ancak görünen gerçek şu ki, halihazırda sendikalar, üyelerinin acil ekonomik ve toplumsal çıkarlarının savunucusu olarak oynamaları gereken rolü yerine getiremiyor. Geçmişin etkili sendikal hareketi, bugün açıkça kafası karışmış ve açık-seçik bir vizyondan yoksun bir durumda; yeni bir toplumsal ve politik yaklaşım açısındansa tereddüt içinde. Peki bu durum dünyanın her yerinde aynı çaresizliğe mi işaret ediyor?
Uzun yıllardan beri uluslararası sendikal hareketin Avrupa’dan yönetildiği abartılı bir tespit olmayacaktır. Sözkonusu tespit uluslararası sendikal kuruluşların yerlerine, yönetim organlarının bileşimine ve en önemlisi politikalarına bakılarak rahatlıkla anlaşılabilir. Bu durum kaçınılmaz olarak Batı Avrupa ülkelerini sendikal mücadelenin bir barometresi haline getirmiştir. Sendikalar üzerine yapılan temel iki tespitin, örgütlenme kapasitelerini yitirdikleri ve siyasal etkilerini kaybettikleri esasen bu ülkelere bakılarak yapıldığı bilinen bir gerçektir. Kısacası, sendikal hareketin üzerinde bir ölü toprağından bahsedilecekse maalesef bu varolan Avrupa sendika geleneğidir.
Avrupa-Güney farkı
Oysa yukarıda saydığımız Güney ülkelerinde durum neredeyse tamamıyla Avrupa örneğinden farklı bir hat izlemektedir. Bu ülkelerdeki sendikalar, bir taraftan örgütledikleri işçi sayısını son 20 yılda sürekli arttırırken diğer taraftan ülkelerinin siyasal yaşamı üzerinde gittikçe artan bir etkiye sahip olmaktadırlar. Brezilya ve Filipinler’de askeri rejimlerin, Güney Afrika’da aparteid rejiminin, Güney Kore’de geleneksel iş ilişkilerinin son bulmasında söz konusu sendikaların rolü yadsınamaz. Dikkat çekici gerçek ise, Güney sendikaları tarafından başlatılan demokrasi hareketinin sadece kendi üyelerini değil tüm toplumu kucaklayan bir rol oynamasıdır. Bu nedenle, sözkonusu ülkelerde demokratik emek yanlısı hükümetlerin seçilmesinde yine sendikaların rolü yadsınamaz bir gerçektir. Zaten, söz konusu sendikaların farklılığını vurgulamak için bu sendikalar Toplumsal Hareket Sendikacılığı akımı içinde sayılmaktadır.
Farklı iki kanaldan gelişen sendikal hareket içinde Türkiye maalesef görünür göstergeler açısından Avrupa geleneğine daha yakın durmaktadır. Ancak hâlâ 12 Eylül yasalarının hüküm sürdüğü ülkemizde, sendikaları Avrupa’daki benzerleri ile özdeşleştirmek doğru olmayacaktır.
AB tarzı
Mevcut yasalar ile yapılanın sendikacılık olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Zaten, işverenlerin AB tarzında sosyal diyalog politikası izlemedikleri açık; son Yörsan örneğinde olduğu gibi işçilerin taleplerini dahi dinlemeden, “memleketin geleceği için” 400’den fazla işçi kapı önüne konmuştur. Keza, iktidar partisi için de durum farklı değildir. AKP’nin ağzından düşürmediği demokrasi ve özgürlükler konusunda sendikalara bir alan açılmamaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de sendikalar eliyle başlatılacak demokrasi hareketinin yeni soluğu Batı değil Güney’dir. Türkiye ile Güney ülkelerinin benzerlikleri açıktır. Eğer bu ülkelerde bir nebze olsun demokrasiden bahsedilebiliyorsa, bu ne işverenlerin ne de devletlerin bir lütfu olarak gelmiştir; yaratılan sendikal hareketin bir sonucudur.
Her ne kadar son yıllarda yeni bir hareketlenme çabası içerisine girse de, umutsuzluğu telkin eden Avrupa sendikalarının Türkiye için ön açıcı politikalar yaratmadığı ortadadır. Bu açıdan, DİSK’in yüzünü yeni sendikal deneyimlere döndürmüş olması; aslında bir bakıma kendi tarihsel köklerine dönmesi sevindirici bir başlangıçtır. İçinden geçtiğimiz bu dönem, DİSK tarafından hazırlanan sempozyumda yapılacak konuşmaları daha değerli kılıyor.
Bülent Karadağ: DİSK danışmanı