Engels’in Marx’a ve ailesine yazdığı mektuplardan oluşan kitabının adı durumu anlatmak açısından sadece bir soyutlama niteliği taşımıyor. Ortada bir yaşamın içerisinden, kanlı canlı bir büro ve zaman zaman kurulan barikatlar bulunuyor… Anakent Belediyesi’nin rant odaklı kentsel dönüşüm projesine karşı yaklaşık iki yıldır dişe diş bir mücadele yürüten Dikmen Vadisi Halkının mücadelesine, duyurmaya çalıştığı sesine bilimsel […]
Engels’in Marx’a ve ailesine yazdığı mektuplardan oluşan kitabının adı durumu anlatmak açısından sadece bir soyutlama niteliği taşımıyor. Ortada bir yaşamın içerisinden, kanlı canlı bir büro ve zaman zaman kurulan barikatlar bulunuyor… Anakent Belediyesi’nin rant odaklı kentsel dönüşüm projesine karşı yaklaşık iki yıldır dişe diş bir mücadele yürüten Dikmen Vadisi Halkının mücadelesine, duyurmaya çalıştığı sesine bilimsel zeminde destek sunmak amacıyla ekim ayının sonunda bir pazar sabahı “Bu koca koca blokların arkasında böyle bir yer mi varmış” dedirtecek, Dikmen Vadisi’ne gidiyoruz. Çalışma, Ankara Tabip Odası’nın öncülüğünde yürütülüyor ve “yıkım sürecinin dikmen vadisi halkının ruh sağlığı üzerine etkisi”ni ortaya çıkararak, barınma mücadelesine yaşamın içerisinden verilerle destek olmayı amaçlıyor. Vadi halkının verdiği mücadeleyi yakından izleyen birisi olarak, içimde merak ve heyecan duygusuyla birlikte, aynı zamanda bir korku da vardı. Çalışmayı yürütenler bizden önce pek çok kez vadiye gidip, mücadele sürecinde Halkevleri’nin müdahalesiyle kurulmuş olan “Barınma Hakkı Bürosu” ile de görüşerek, çalışmaya ilişkin gerekli bilgileri vermişler; onlardan destek almışlardı. Yani vadi halkının bir grubun gelip kendileri ile görüşeceğinden haberi vardı.
Yıldız’dan Konya yoluna çıkan, sadece Ankara değil, Türkiye’nin standartlarının üzerinde bir yaşam biçiminin sürdürüldüğü blok, lojman ve apartmanların arasından geçtikten sonra, yol kıvrılıyor ve otobüs “meşhur” vadiye doğru inmeye başlıyor. Gecekonduların çatılarını gördükten sonra artık herkes vadiyi daha fazla görebilmek için dikkat kesilip, camdan dışarıya bakıyor. Yanımda oturan arkadaşım, “Başka bir dünyaya geldik” diyebiliyor; gerçekten de öyle. Gecekondu olgusuna hem algı hem de oturduğum ve gidip geldiğim yerler itibariyle coğrafi olarak ne kadar uzak olmasam da yine de şaşırtıcı geliyor.
Vadide verilen mücadelenin “Barınma Hakkı Bürosu” ekseninde geliştiğini biliyordum; ancak büroyu daha önce hiç görmemiştim. Sözcü Tarık Çalışkan’ın adını ise çokça duymuştum. Otobüs, büronun önünde durduğunda, içim kocaman bir sıcaklıkla doldu. Alevi dedesini andıran Tarık Çalışkan ve diğer pos bıyıklı amcalar ve ablalar, bizi içtenlikle karşıladılar. Vadinin merkezine kurulmuş olan büronun, derme çatma ve el yordamıyla yapılmış havası, içindekilerin yüreğini yansıtıyordu. Bizleri güler yüzle karşıladılar. Büronun hemen önüne kurulmuş olan sahneye benzer yapıda asılı duran ve mücadelenin ana sloganını oluşturan “Halkın Barınma Hakkı Var” yazılı pankart hemen görülüyordu. Barınma hakkı bürosuna girdiğimde ise, ilk dikkat çeken, büronun duvarlarının her tarafına yapıştırılmış, vadi halkının mücadelesiyle ilgili çeşitli basın organlarında çıkmış haber ve yazılardı. Hepsi verilen hak mücadelesinin “canlı” birer örneği olarak duvardaki yerlerini almıştı. Hayranlıkla bakarken, Tarık Çalışkan’ın masasının üstündeki “3 Kasım mitingine çağrı” bildirilerine gözüm çarptı. Bu, verilen mücadelenin belirli bir politik alıcılığı barındırdığını ve mücadelenin dinamizminin bu tür bir ilgi ve algı genişliği yarattığını ortaya koyuyordu. Mitingde vadi halkının oluşturduğu korteji gördüğümde ise, bu düşüncem bir kez daha pekişmiş oluyordu.
“Yıkılsın ne olacak, biz de zaten yıkılmasını istiyoruz”
Yeni demlenen çayları içtikten sonra, gruplar oluşturarak, sokak paylaşımlarında bulunduk. 2-3 grubun başına vadi halkından birer yol gösterici verildi. Gittiğimiz yerlerde kapıları çalarak, anketleri uygulamaya başladık. İlk çaldığımız kapı, genç bir çifte aitti. Vadiye dahil olmadığını, hemen yandaki köye ait olduğunu sonradan öğrendiğimiz bu evde, yıkım kapsamındaki evlere ilişkin olarak, “Yıkılsın ne olacak, biz de zaten yıkılmasını istiyoruz” şeklinde bir yaklaşım ile karşılaştık. Açıkçası şaşırmıştık.
Vadilinin anketör yorumu: “Melih Gökçek’in adamları”
Birkaç evde uyguladığımız anketlerin ardından başka evlere girmek üzere geri yürürken, çalışmanın sorumluları ile karşılaştık ve anketleri yanlış yerde uyguladığımızı öğrendik. Sorumlu hocalarla konuşurken, bize doğru yürüyen yaşları 15 civarında iki çocuktan birisi tam yanımızdan geçerken, “Melih Gökçek’in adamları” dedi. Bu küçük örnek, Gökçek’e ilişkin vadide duyulan güvensizliği ve konuyla ilgili deneyimlerini yansıtıyordu.
“Aslanlar savaşıyor”
Daha sonra vadi kapsamındaki evlere girmeye başladık. İlk girdiğimiz evdeki insanlar Alevi idi. Evde oturan kızlardan birisinin Tolstoy okuması dikkat çekiyordu. Evde oturanlarla gelişen sohbet içerisinde yıkım sürecinin gündelik yaşantı üzerindeki tahribatı görülebiliyordu. İnsanlar ve özellikle yaşlılar üzerinde sürecin bıraktığı korku, elle tutulur bir şekilde gözlemlenebiliyordu. Yaşam yıkımlara endekslenmişti sanki. Yarın ne olacağını bilemediği için evini badana bile yaptıramadığını söyleyen vardı. Anketi yaptığımız ablanın Barınma Hakkı Büro’suna gidip gitmediğini soruyoruz; oğlu diyormuş. Yıkımlara karşı verilen mücadele için “Aslanlar savaşıyor” diyor.
“Büroyla görüşmeden yapmam”
Bir başka evde ise, kapıyı açan ağabey anket çalışmamıza katılamayacağını bizi mutlu eden ve az rastlanır bir gerekçe ile kibarca reddetti. Ankara Tabip Odası, SBF ve Barınma Hakkı Bürosu’nun ortak yürüttüğü bir çalışma olduğunu söylememize karşın, büroya sormadan bunu yapamayacağını söylüyordu. Israrlarımız fayda etmemişti. Bu örnek, mücadele içerisinde kurumsallaşan ve kendisine ciddi bir meşruiyet alanı yaratan büronun vadi halkı üzerindeki etkisini gösteriyordu. Bir diğer nokta da buna benzer çalışmalardan dolayı canlarının yanmış, olması ve acı deneyimleriydi.
Elbette evlerde yaşadıklarımızın birbirine benzer değildi. Örneğin bir evde sohbet ettiğimiz bir adam, geçen şubat ayında yaşanan büyük yıkım operasyonunu ancak akşam eve geldiğinde öğrendiğini ifade ediyordu. Ona göre evlerin yıkılması çok da önemli değildi ve bunun için herhangi bir mücadele vermeyi düşünmüyordu.
Öğleden sonra verdiğimiz arada, büroya geldiğimizde, başörtülü bir ablanın Tarık ağabeye, “Toplantıyı ne zaman yapıyoruz” diye sorması vadi halkının politikleşmesine ilişkin pekiştirici bir noktaydı. Tarık Çalışkan, kendisi ile yaptığım bireysel konuşmada, bu sürecin insanlar üzerinde hakları için mücadele etme konusunda ilerletici bir etki yarattığını söyledi. Yıkım sürecinin insanlar üzerinde psikolojik bir tahribat yarattığını net bir biçimde gözleyebiliyorduk. Ancak insanlarda görülen sadece psikolojik zedelenmeden ibaret değildi; süreç kendi dinamiğiyle ve büronun da müdahaleleriyle bir grup insanı, özellikle de kadınları politize etmişti.
Vadide geçirilen bir gün yaşantılarımıza ilişkin bir deneyim olmanın ötesinde anlamlar içeriyordu. Yıkım süreci ve en temel haklardan olan barınma için verilen mücadele, insanların düşünsel algılarını dağıtmış, önceleri belki de evden çıkmak için kocasından izin alan kadınlar, onlardan önce “büro ve barikat arasında” koşar olmuşlardı. İnsanlar “bir şeyler”in çabası içinde oldukça dönüştüklerini görmüşler, bunu fark ettikçe de “sokak” ve “dışarısı” onlar için daha çekici bir yer halini almıştı. Görülen oydu ki, günümüzde çokça görülmeyen insanların hakları için mücadele etmeleri olgusu, vadi halkının belirli bir kısmının y
aşamına belirleyici ve somut bir biçimde girmişti.