Onur Bayoğlu’nun, yeni yıla girildiğinin hemen ardından 14 Ocak 2008 günü akşam 19.30 sıralarında Sedef Tersanesi’nde yaklaşık on iki metreden düşüp hemen oracıkta gerçekleşen ölümü, son olsun diyen temennilerimize neden oldu. Ardından Metin Turan, Cevat Toy ve Şubat’ın 16’sında Mikail kardeşimiz. Durmadı, durmuyor. Bir ayda tam dört işçi! Onur Bayoğlu henüz 19 yaşındaydı ve ne […]
Onur Bayoğlu’nun, yeni yıla girildiğinin hemen ardından 14 Ocak 2008 günü akşam 19.30 sıralarında Sedef Tersanesi’nde yaklaşık on iki metreden düşüp hemen oracıkta gerçekleşen ölümü, son olsun diyen temennilerimize neden oldu. Ardından Metin Turan, Cevat Toy ve Şubat’ın 16’sında Mikail kardeşimiz. Durmadı, durmuyor. Bir ayda tam dört işçi!
Onur Bayoğlu henüz 19 yaşındaydı ve ne yazık ki, Tuzla tersanelerindeki genç ölümlerin istisnası değildi: Erkan Alasan, Hüseyin Gonca, Aliağa gemi sökümde patronun kafasına attığı 1,5 metre uzunluğundaki demir çubukla ölen Özay Çoban ve Arda Yeni 17, Yaşar Yavuz 18, Sezai Demiral 19 yaşlarındaydılar.
Bir ölçü olarak medyada yer almak başarıysa, Tuzla tersaneleri iki konudan dolayı başarılı. Biri, sermaye sözcüleri Türkiye’nin gemi inşa-tamir sektöründe dünya beşincisi olmasıyla övünürken gündeme giriyor ikincisi, ayda ortalama ikiyi geçen iş cinayetlerinde yükselen işçi çığlıklarıyla.
Tersaneleri iş cinayetleri merkezi yapan nedir?
Tuzla tersaneleri Türkiye’de taşeronluğun ve esnek çalışma uygulamasının ilk başladığı yerlerdendir. Yazın güneşin, kışın karın altında dur duraksız bir çalışmadır gemi yapıcıların işi. Esnek çalışmanın bir gereği olarak kuralsızlık bir kuraldır burada. Emek yoğun bir iş koludur gemi yapım ve onarımı; binlerce tonluk gemilerin her bir parçası tek tek işçilerin elinden ve sırtından geçer. Sabah sekizden akşam altıya, günde on saat çekiç sallar, kaynak yapar, taşlama yapar; sayısı tam olarak henüz bilinmeyen on binlerce tersane işçisi. Ne acıdır ki, tersane işçilerinin gerçek sayısı konusunda bir uzlaşma dahi yoktur: Çalışma Bakanlığı 17 bin 572 diyor, Gemi İnşa Sanayiciler Birliği, GİSBİR ise 45 bin.
Gerçekte tamamen önlenebilir olan ölümlü iş kazalarını önlemek noktasında ortada ne bir irade vardır ne de bir niyet. GİSBİR eski başkanı Erkan Selah’a göre “Bunlar -işçiler, bn.- Anadolu’dan gelmiş cahil insanlar.” Oysa, işe göre işçi almak veya işçinin eğitimi kimin sorumluluğudur?
Eğitim eksikliği önemli bir etken olsa da iş cinayetlerinin ana nedeni değildir. Bir diğer önemli etken tersane patronlarının iş güvenliği tedbirleri almamaktaki ısrarıdır. “Rekabet gücünü korumak” olarak gerekçelendirilen bu ilgisizlik neo-liberalizmin bir yeni saldırı ateşiyle ifade edildi. Tersane patronu ve MHP İstanbul milletvekili Dursun Ali Torlak “İşçiler baretlerini kendileri satın alsın.” buyurdu. Söz konusu bir baretin fiyatı 5YTL’dir.
İş cinayetlerinin birbiriyle çok güçlü korelasyon bulunan temel parametreleri şunlardır: Gün içi çalışma süresi; günlük çalışma süresinin fazla mesailerle on dört saati bulduğu “olağan” günler çalışma takviminin yaklaşık üçte biridir, gün içi çalışma/dinlenme süresi; dikkatlerin toplanabilmesi için gün içinde öğlen arası dışında, çay molası gibi, hiçbir dinlenme yoktur. Ki, ölümlü iş kazalarının büyük bir bölümü uzun mesai saatlerinin sonlarına doğru gerçekleşmektedir. Örneğin, Onur Bayoğlu saat 19.30’dan sonra düşmüştür. Ve üretim cumartesi pazar demeden yıl 365 gün devam etmektedir. Bir diğer temel parametre de “emek-gücü yoğunluğu” ya da “sömürü yoğunluğu”dur. Aşağıdaki tablo bu konuyu herhangi bir yorum gerektirmeyecek kadar açık gösteriyor.
Çok rahatlıkla söylenebilir ki, Gebze’den Pendik’e kadar geniş bir alandaki emek gücünden beslenen bu üretim ilişkisi içinde beden gücünün fiziki sınırları aşılmıştır. Sabahları işe giden tersane işçilerinin ayaklarının işe gitmek istemediğini hemen anlarsınız.
İnsanca çalışma koşulları söz konusu edildiğinde ilk gündeme alınması gereken durum budur. Sömürü düzeni işçiyi çeliğe yem etmektedir. Demek ki bir, çalışma süresi bir an önce fiili olandan insani olana doğru gerçekleştirilmeli, tersanelerde Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği’nin gerekleri yerine getirilmelidir günde 7,5 haftada 37,5 saate indirilmeli ve uygulanmalıdır. İki, gün içinde çay molaları şeklinde ara dinlenmeler mutlaka uygulanmalı, cumartesi pazar tatil olmalıdır.
Tuzla tersanelerinde yaşanan ölümlerden tüm işçi sınıfımız ve ezilenler ders çıkarmalıdır. Tuzla sınıfın diğer bölükleri için bir laboratuardır. Yarın tüm havzalar, her bir atölye ve fabrika çalışma koşulları bakımından tersane olacaktır. Bizleri orada bekleyen patronların kar hırsıyla buza kesmiş ölümlerdir. O yüzden tüm emekçiler bu günden yaşam hakkına sahip çıkmalıdır. Örgütlenmeli ve sömürüye karşı ayağa kalkmalıdır.
Eylül ayında on iki günde beş tersane işçisinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirmesinin ardından Çalışma Bakanı tersanelere gelmiş, Nisan ayında bir rapor hazırlayan bakanlık müfettişleri Ekim ayında ikinci bir rapor daha hazırlamak durumunda kalmışlardır. Bakan Faruk Çelik “Tedbirler alınmış, işçiler eğitilmiş; sorun yok!” demişti. Müfettişlerin ikinci raporu da ilkinden daha iyi bir tablo gösteriyordu. Ama hemen ardından yedi işçi arkadaş daha yaşamını yitirdi.
“GİSBİR’in katkılarıyla basılan” bakanlığın ilk raporunda toplam kaza sayısı yalnızca 276 olarak görünüyor. İkinci raporda kaza sayısı toplamda 386. Ancak, tersaneler gerçeğinin uzağından dahi geçmeyen bu raporun tersine GİSBİR ortak sağlık biriminin kendi kaynaklarından edindiğimiz 2006 yılı rakamlarına göre ölümlü olmayan iş kazalarındaki gerçek sayı yaklaşık 5800’dür.
DİSK/Limter-İş Sendikası olarak kamuoyunun iş cinayetleri konusunda gerçeklere ulaşması doğrultusunda, içinde TMMOB-İstanbul Koordinasyon Kurulu, İstanbul Tabip Odası ve İstanbul İşçi Sağlığı Enstitüsü’nün bulunduğu “Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu”nun hazırladığı raporla ayrı bir gerçeğin olduğunu da göstermiş oldu. Oradaki rakamlar çok farklı. Bakanlığın sayın müfettişleri bu sayıları nereden bulmuşlardır; soru budur.
DİSK genel kurulunda konuşan Çalışma Bakanı Faruk Çelik, ölümler konusunda “Suçlu patronlarsa yakalarından tutmazsam, namerdim!” diyor. Peki, yasaya rağmen haftalık 70 saati geçen çalışma sürelerini zorlayan tersane patronları suçlu değil mi? Hani hukukun üstünlüğü? Sigortaları asgari ücretten yatırarak devleti zarara uğratmak suç değil mi? İşçilerin çalınan geleceğini söz konusu dahi etmiyoruz. Evet sayın bakan, ne zaman suç duyurusunda bulunacaksınız?
Hiçbir tersanede su pınarlarında cam bardak bulamazsınız! Tersane patronları, binden fazla işçinin su içtiği pınarlara, kırıldığı için cam değil plastik bardaklar koyuyorlar. Kaç bin işçi aynı plastik ya da çelik bardaktan su içiyor. Yeter ki patronun cam bardağı kırılmasın! Oysa aynı tersanelerde bürokrasinin kapalı gözleri önünde genç işçiler patronların kar hırsına kurban gidiyor. Gemi yapıcıların çığlıkları şimdi tüm emekçilerin kulaklarında çınlıyor: Canları kırmayın efendiler!
Mustafa Karaoğlan, Tersane işçisi, DİSK/Limter-İş Sendikası YK üyesi