Her yeni yıl yaklaştığında, yılbaşı kutlamalarına dair bu topraklarda mutad bir tartışma alevlenir. Aslında bu tartışmalar, yılbaşı kutlamalarının dinen caiz olup olmadığından tutun da milli kültürün yozlaştığı iddialarına kadar uzanan ve çoğu zaman oldukça seviyesiz yürütülen saldırılardan ve söz dalaşından ibarettir. Bu atmosfer içinde ülkenin milliyetçi-muhafazakâr kalem sahiplerinin ‘kültürel yabancılaşma’ tezlerine, genellikle Diyanet işlerinin, müftülerin […]
Her yeni yıl yaklaştığında, yılbaşı kutlamalarına dair bu topraklarda mutad bir tartışma alevlenir. Aslında bu tartışmalar, yılbaşı kutlamalarının dinen caiz olup olmadığından tutun da milli kültürün yozlaştığı iddialarına kadar uzanan ve çoğu zaman oldukça seviyesiz yürütülen saldırılardan ve söz dalaşından ibarettir. Bu atmosfer içinde ülkenin milliyetçi-muhafazakâr kalem sahiplerinin ‘kültürel yabancılaşma’ tezlerine, genellikle Diyanet işlerinin, müftülerin beyanatları karışır. Yeni yıl kutlamaları sırasında tüketilen içkiler tüyleri diken diken ederken, dağıtılan hediyeler bir anda sağ eğilimli zevatın zihninde piyasalaşma denilen bir olgunun gerçekliği geçici olmak kaydı ile ‘somutlaşır’. Görünürdeki endişe, ‘yüksek ahlâklı Türk milleti’nin dinini ve kültürünü, Batı odaklı kültür emperyalizminden muhafazadır. Türk insanı, ‘doğuştan necip bir milletin mensubu’ olduğuna göre; zuhur eden tüm yolsuzluk, hırsızlık, taciz ve sair gayrı ahlâki ameller, ‘bizden olmayan’ birilerinin marifetidir.
Bu sene de yılbaşı kutlamaları sırasında haberlere yansıyan taciz ve saldırı manzaraları ile karşı karşıya kalan bahsi geçen zevatın, benzer bir tepki vereceği de malumdur. Onlara göre yeni yılı kutlamak için bu kadar ısrar edilirse sonuçta böyle olacaktır. Şehitler bahane edilerek iptal edilen gösterilere inat, “yüce Türk milleti”nden birileri, Taksim’de meydanı doldurmuş; bir de üstüne üstlük alkol almıştır. Sonra da Türkiye’yi “dışarıda mahcup edecek” taciz ve yankesicilik görüntülerine sebebiyet vermiştir. Bu vesile ile hem şenliklerin iptalinin ne kadar ‘haklı’ olduğu kanıtlanmış hem de Batı adetlerinin Türk kültürüne ne denli ‘ters’ olduğu ifşa edilmiştir. Yeni yıl coşkusu bünyede ‘alerji yapmış’ bir de yetmezmiş gibi ülkenin imajını bozmuştur. Fakat son kertede, Türk halkı rutinine dönecek; taşkınlık yapan ‘birileri’ yakalandığında da sorun görünürde halledilecektir.
Halbuki bu bakış açısının tüm argümantasyonu baştan aşağıya yüzeysel ve hatalıdır. Her şeyden önce, bir millete özgü “saf kültür” tanımlaması yapmak ve bu kültürü biricikleştirmek, ‘kendinden olmayan’a karşı bir dizi önyargıyı yeniden üretir. “Milli kültürü”, hem ‘tarih dışı’ ve ‘korunaklı’ bir manevi alan olarak tarif etmek hem de sürekli kültürü bozucu figürler ve adetlere işaret etmek de şüphesiz çelişkilidir. Bilhassa kültürel etkilenmeleri ve iç içe geçişleri yadsımak, narsis bir eda ile evrensel olanı elinin tersi ile itebileceğini zannetmek, en hafif deyimle dar kafalılıktır. Türkiye’deki milliyetçi ve muhafazakâr çevrelerin en büyük hatası, türettikleri söylemlerin bizatihi kendisinin bir ‘mahcubiyet sebebi’ olduğunu inkâr etmesidir. Öyle ki milliyetçi-muhafazakâr diskurda sıklıkla ötekileştirilen Batı kültürü, genellikle “bir yozluk ve çürümüşlük hali” olarak tarif edildiğinden Batılı herkes fıtrattan gayrı ahlâkidir. Kadınları ‘hafifmeşrep’, ‘erkekleri duyarsızdır’. Bu önkabulü ilke olarak benimseyen kimi “necip Türk gençlerinin” kutlamalar sırasındaki Batılı turist kadınlara saldırmasının herhalde pek şaşırılacak bir yanı olmasa gerek. Ne de olsa tacize uğrayanlar, saldırganlar için yalnızca birer yabancıdır; eninde sonunda ülkelerine gideceklerdir. Peki bu ülkede yaşayanlar?
Yüksek bir ahlâk tarifinden yola çıkarak millete özgü aşkın hasletler tanımlamak, sonra da tüm aksaklıkları ‘sizden olmayan birileri’ne yüklemek bugüne değin hangi politik ya da toplumsal sorunu çözdü. Bilakis zenofobik söylemin kendisi yeni problemler yarattı ve yaratıyor. Bugün dünyadaki Türkiye imajının bozulmasından sıkıntı duyanlar, ülke içindeki bozukluklara neden sessiz kalıyor. Haydi yılbaşı kutlamalarında turistlere saldıranlar diyelim ki ‘bizden’ değil; ya her gün sokaklarda tacize uğrayan kadınların mağduriyetine ses çıkarmayanlar, kendini ahlâk bekçisi sanıp birilerinin etek boyu ile uğraşanlar..peki ya onlar kimden?