İran bir dönem ABD için son derece stratejik bir öneme sahipti. 1979 İran İslam Devrimi bu tarihsel süreci alt üst etmekle kalmadı, Ortadoğu’nun politik dengelerini yeniden şekillendirdi. ABD’nin Tahran Büyük Elçiliği’nin işgal edilmesi ile ABD-İran arasındaki ‘diplomatik’ ilişkiler resmen kesildi. Ancak ABD’yi ‘şeytan’ gören Humeyni ile Beyaz Saray Başkanları arasında gizli ikili ilişkiler devam etti. […]
İran bir dönem ABD için son derece stratejik bir öneme sahipti. 1979 İran İslam Devrimi bu tarihsel süreci alt üst etmekle kalmadı, Ortadoğu’nun politik dengelerini yeniden şekillendirdi. ABD’nin Tahran Büyük Elçiliği’nin işgal edilmesi ile ABD-İran arasındaki ‘diplomatik’ ilişkiler resmen kesildi. Ancak ABD’yi ‘şeytan’ gören Humeyni ile Beyaz Saray Başkanları arasında gizli ikili ilişkiler devam etti. Pentagon, İran İslam devrimine karşı Saddam’dan yana görünürken, arka planda İran’ı askeri olarak sürekli destekledi.
Humeyni’nin ölümünde sonra İran’da egemen Şii İslamcı güçleri arasındaki iktidar çatışması çok belirgin bir tarzda ortaya çıktı. Tutucu olarak ifade edilen ve mevcut rejimin statükocu yapısını savunanlar ile rejim içerisinde reformların kaçınılamaz hale geldiğini söyleyen kesimler arasındaki iktidar mücadelesi uluslararası ilişkilerde dikkatle izlendi. ABD’nin ‘reformcu’ kanadı desteklemek için yaptığı açıklamalar ve fiili olarak İran’ın ‘içişlerine karışma’ politikası, halktan tersten bir etki yarattı. Güçlenme eğilimi içinde olan ‘reformcu’ kanadın etkisi hızlı zayıfladı ve ‘gelenekçi’ kanat iktidar ilişkilerinde önemli bir avantaj sağladı. Mahmud Ahmedinecad’ın cumhurbaşkanı olması, iç iktidar rekabetinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Bu aynı zamanda İran’ın dış politikasına bağlı olarak bölgede artan etkinliği bakımından önemli bir durumdu.
Pers geleneği iki bakımdan ön palana çıkmaktadır. Birincisi, Ortadoğu coğrafyasında köklü tarihsel bir kültüre ve geleneğe sahiptir. İkincisi, bölgede Şiiliğin dinisel-manevi olarak ciddi bir rolü ve etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle oluşturulan bölgesel stratejilerde, İran, her zaman en önemli eksen ülkelerden biri oldu. Ayrıca Avrasya ve Orta Asya bölgesi ile olan jeografik ve politik-tarihsel ilişkileri, stratejik konumunu önemli oranda artırmaktadır.
İran ayrıca küresel sistem güçleri tarafından işgal edilen Afganistan’a ve Irak’a sınırdır. Irak’ın nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 60’ı, Afganistan’da ise nüfusunun yüzde 25’i Şii’dir. İran ile bu ülkedeki Şiiler arasındaki bu tarihsel manevi bağ, işgal bölgelerinde uygulamaya konulan küresel politikaları etkileyen önemli bir faktördür.
ABD, İsrail faktörü nedeniyle, fiilen uygulanmaya koyduğu Ortadoğu stratejisinde İran’a herhangi bir rol vermek istemediği gibi aynı zamanda Suriye ile birlikte askeri saldırılar kapsamına aldığını ilan etti. Yani fiilen ‘düşman’ ülkeler kategorisinde gördü. İran’ın ‘nükleer silah’ peşinde olduğunu iddia eden Washington yönetimi, ‘askeri güç kullanımının masada bulunan ve her an uygulanabilir bir seçenek’ olduğunu sık sık vurguladı. Ancak ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinden sonra ortaya çıkan politik istikrarsızlığın aşılması ve belirlemiş olduğu küresel stratejilerin uygulanabilmesi için İran’ın mutlak olarak hesaba katılması gerektiği de anlaşılmış durumda.
İran ise küresel sistem güçlerinin uygulamaya koyduğu stratejiler kapsamında bölgesel bir güç olarak söz sahip olmak istemektedir. Bölgesel dengeleri kendi lehine kullanmak için mevcut jeo-ekonomik ve jeo-politik konumunu hem güçlendirmek hem de kullanmak istemektedir. Birincisi, petrol ve doğalgaz rezervleri ile Suudi Arabistan ve Irak’tan sonra bölgenin üçüncü ülkesi olması nedeniyle stratejik bir öneme sahip olduğunun bilincinde ve bu gücünü pazarlamaktadır. İkincisi bu konumu nedeniyle ABD ile ciddi sorunlar yaşamakla birlikte Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin ile çok yakın ekonomik ve politik ilişkilere sahiptir. İran ekonomisi, diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi küresel ekonominin güçlü bir parçasıdır. Üçüncüsü, bölgesel askeri bir güç olmaya çalışmaktadır. Nükleer silah arayışları, bölgesel güç olma politikası ile doğrudan ilişkilidir. Bu aynı zamanda Ortadoğu coğrafyasında silahlanmayı teşvik eden etkenlerden biridir. Dördüncüsü işgal bölgelerinde istikrarın sağlanmasında etkin bir rol oynayabileceğini sürekli vurgulamaktadır. Yani bir bakıma, kilit bir role sahip olduğunun mesajını vermektedir.
İran esasen ABD ve AB tarafından geliştirilen ve fiilen uygulanmaya konulan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nde etkin bölgesel bir güç olmak istiyor. İran cumhurbaşkanı Ahmedinecad, “İsrail haritadan silinmelidir” gibi en uçta söylemler kullansa da, AB-ABD ile ilişkilerini geliştirip küresel sisteme uyumlu bir şekilde bölgesel etkin bir güç olmaya oldukça istekli görünüyor.
ABD’nin İran’ı ‘düşman’ kategorisinde gördüğü, İran’ın da ABD’yi ‘şeytan’ ilan ettiği bir dönemde, ABD’nin 16 stratejik istihbarat servisinin CİA ile birlikte hazırladıkları rapor’da ‘İran’ın nükleer silahlanma faaliyetini 2003 yılında beri durdurduğunu ve ancak 2015 yılında bunun mümkün olabileceği’ vurgulanmaktadır. Bu açıklama ABD’nin Ortadoğu politikasında olası değişikliklerin ipuçlarını vermektedir.
ABD’nin istihbarat ve araştırma servislerinin ‘İran’ın nükleer silah araştırmalarını durdurduğu’ biçiminde hazırlamış olduğu raporun kamuoyuna yansımasından hemen sonra ABD’nin önde gelen stratejistlerinin ve Pentagon danışmanlarının eş zamanlı olarak yaptıkları açıklamalar da birbirini tamamlar niteliktedir. ABD, önümüzdeki süreçte Ortadoğu politikasındaki dengeleri orta erimli bir süreçte büyük bir olasılıkla yeniden belirleyecektir. İran’ın politik stratejinin merkezi olma olasılığı yüksektir. Bu değişimde askeri güç kullanımı giderek zayıflayan bir olasılığa dönüşürken, uluslararası diplomasi öncelikli olarak ön plana çıkmaktadır.
Pentagon’un en önemli askeri stratejistlerinden Thomas Barnett, ABD’nin Ortadoğu’da başarılı olması için ‘İran politikasında’ gerekli değişikliklerin yapılması gerektiğini vurgularken şunları belirtiyor: “İran’la yapılacak büyük pazarlığı hayal etmek zor olmamalı. İran nükleer bombayı elde eder, diplomatik tanıma gerçekleşir, yaptırımların kaldırılması ve serbest ticaretin açılmasını İran’ın şer ekseninde çıkarılması izler. Karşılığında, İran, ABD’ye Filistin’de iki devletli çözüm ve Şii çoğunluğun kontrolündeki istikrarlı bir Irak için uzun dönemli destek vermeli, bölgedeki terörist gruplara sağladığı desteği kesmeli, Suriye’ye Lübnan üzerindeki egemenliğine son vermesi için ortak baskı uygulanması ve daha çok sembolik olarak İsrail’in diplomatik tanınma süreci ile bu devletin var olma haklarının resmi deklarasyonu. Bu adımların atılmadığı bir ortamda Ortadoğu’nun gelecek barışını hayal edemeyiz. Bu nedenle İran’ın on yıllar içinde nükleer bomba elde etmesinin Ortadoğu barışı için olabilecek en iyi olasılık olarak görüyorum…”
ABD’nin politik stratejisinde meydana gelebilecek bir değişiklik, İran’ın bölgesel güç olma politikası ile de doğru orantılıdır. Doğal olarak İran’ın bölgesel güç ilişkileri içerisinde konumlandırılması, aynı zamanda İran’ın küresel sisteme bütünlüklü olarak adapte olmasını sağlayacaktır. “Eğer Amerika, İran’ın sorumluca hareket etmesini istiyorsa, İran’a bölgede sorumluluk vermek zorundadır…” değerlendirmesinde bulunan ABD eski savunma bakan yardımcılarından Joseph Nye Jr, İran’ın bölgesel güç olması gerektiğine ilişkin ABD’nin politikalarında meydana gelebilecek bir kısım değişikliklere önemli bir vurgu yapmaktadır. İran’ın istediği tam da böylesi bir roldür. Ayrıca ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger’in CIA’nin yayınlanan raporundan hemen sonra Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinde İran ile ABD arasındaki ilişkilerin yen
iden düzenlemesi gerektiğine ilişkin şunlar belirtilmektedir: “İran’a dönük politikalar bir parti meselesi değildir. Zira şu anki yönetimin değişmesi durumunda da uygulanacaktır. Her zaman Amerika’nın İran’la ilişkileri normalleştirme imkânları araması gerektiğini söyledim. Daha barışçıl bir dünya için kendimizi uyuşturmaya mecbur değiliz. Önemli olan İran’ın güvenliğinin garantiye alınması ve kimliğinin korunmasına karşılık Ortadoğu’daki cari düzenle birlikte hareket etmesidir. Şu halde İran’ın barış yerine başka bir seçeneği tercih edip etmeyeceği noktasında da stratejik öngörüler belirlenmelidir.” Bu değerlendirmeler, Ortadoğu’nun güç dengelerinde olası ‘yeni’ gelişmeler hakkında bize bir kısım somut fikirler vermektedir.
Ortaya çıkan bu değişiklikler ABD ve İran arasındaki ilişkilerin alacağı boyuta bağlı olarak somutlaşacaktır. ABD’nin yürürlüğe koyduğu bu politika, daha çok orta ve uzun vadede uygulanacak bir stratejidir. Bunun ilk verileri somut olarak ortaya çıkmış durumda. Irak sorunu nedeniyle dışişleri heyetleri arasında başlayan görüşmelerin fiilen dışişleri bakanları görüşmesine dönüşmesi, ABD’nin İran politikasında belirgin bir değişikliğe gittiğini göstermektedir. ABD ile İran ilişkilerindeki gelişme, Ortadoğu’nun politik yönelimlerinde, stratejilerinin belirlenmesinde ve bölge ülkelerinin konumlanışlarında önemli değişimleri ‘zorunlu’ hale getirecektir.
Birincisi, İran ile ABD arasındaki ilişkilerin resmileşmesi ve stratejik yönelimlerinin gelişmesi, aynı zamanda Çin ve Rusya’nın İran üzerindeki ekonomik egemenliğini yeniden dengeleyecektir. AB-ABD ittifakı da İran’ın ekonomik ve politik yönelimlerini önemli oranda etkileyecektir.
İkincisi, ABD açısından önemli bir eksen ülke olan Türkiye’nin stratejik durumunda bir değişiklik gündeme gelebilir. İran’ın hem jeografik yapısı hem de jeoekonomik ve politik rolü, dengeleri Persler lehine değiştirebilir. Stratejik konumu nispeten zayıflayan bir Türkiye, Ortadoğu’da daha edilgen bir konuma gelebileceği gibi iç politikada çok daha ciddi sonunlar yaşayacaktır.
Üçüncüsü, böylesi bir politik yönelim, ABD’nin Kürt politikasında bir değişikliği gündeme getirebilir. Bugünkü konjonktürel durumun etkisiyle Güney Kürt bölgesini koruduğunu iddia eden ABD, İran ile ortaya çıkabilecek ilişkilerde Kürtlere karşı tersten bir tutum alma olasılığı oldukça yüksektir. Kürt sorunu İran’ın da en önemli iç politik sorunudur. Türkiye gibi iç politik krizin ana halkasını Kürt sorunu oluşturacaktır. Bu nedenle PKK’nin tasfiyesi için Türkiye’ye önemli destekler sunan ABD, aynı şekilde İran’a da gerekli stratejik ödülü verecektir. Bu nedenle Güney Kürdistan’ın devletleşme sürecinin kesintiye uğraması ‘ciddi bir tehlike’ olarak görülmelidir.
ABD’nin İran ve Türkiye ilişkisinin en önemli halkası, işgalci devletlerin mevcut statükocu yapılarının korunmasıdır. Bu nedenle ABD’nin ‘PKK bizim de düşmanımızdır. Türk ordusu, PKK’yi bitirene kadar operasyonlarına devam etmeli’ biçimindeki bir yaklaşımı, aynı şekilde İran ile olan ilişkilerin düzeyine bağlı olarak gündemleşebilir. Özellik 2 Kasım 2007 tarihinde, İstanbul’da yapılan ‘Irak Zirvesi’nin en önemli gündem maddesinin Kürtler ve özellikle de PKK’nin olması, Ortadoğu’da gündemleşen yeni politik yönelimlerle ilişkilidir.
ABD endeksli PKK’ye yönelik saldırılar Türk devletine verilmiş ödüllerin bir parçasıdır. Yarın aynı ödül İran’a verilebilir. Pers ve Türk siyasal güçlerinin küresel sistemin bölgesel ihtiyaçlarına vereceği yanıta bağlı olarak ABD, Kürtlerin bölgesel tasfiyesini, statükocu güçlere bir ödül olarak sunmaya kalkarsa kimse şaşırmasın.
Gokyuzu9@aol.com