PAUL JAY: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı El Baradey, İran’ın bir nükleer silah programının olduğuna kesinlikle hiçbir kanıt bulunmadığını açıkladı. En son karar -Kyle-Lieberman yasa değişikliği- ve İran’ın Irak’ta isyancılara yardım ettiği gerekçesiyle ABD’nin İran’a karşı son yaptırımları. Ortada buna dair neredeyse hiçbir kanıt yok. Bizim kanıt diye bildiğimiz şeylere dayanırsak kesinlikle belirtilen sebepten olmamak […]
PAUL JAY: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı El Baradey, İran’ın bir nükleer silah programının olduğuna kesinlikle hiçbir kanıt bulunmadığını açıkladı. En son karar -Kyle-Lieberman yasa değişikliği- ve İran’ın Irak’ta isyancılara yardım ettiği gerekçesiyle ABD’nin İran’a karşı son yaptırımları. Ortada buna dair neredeyse hiçbir kanıt yok. Bizim kanıt diye bildiğimiz şeylere dayanırsak kesinlikle belirtilen sebepten olmamak kaydıyla Birleşik Devletler politikası için İran’a karşı böylesine saldırgan olmasına dair çok fazla neden yok. Birleşik Devletler’in İran’a karşı politikasını ne yönlendiriyor?
NOAM CHOMSKY: Güzel, eğer açıklanan nedenler üzerine yorum yapabileceksem, bunun, Birleşik Devletler’deki entelektüel kültür ve moral kültürün kaynağı hakkında bize çok şey anlattığını kesin olarak tartışabiliriz. Yani, İran’ın Irak’taki isyancılara yardım etmesinin gerçek olduğunu farz edelim. Yani, Birleşik Devletler, Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal ettiğinde [oradaki] isyancılara yardım etmedi mi? Bunda bir şeylerin yanlış olduğunu düşündük mü? Yani Irak, istila edilen ve [şu anda] askeri işgal altında olan bir ülke. Başkasının müdahale edip etmediği hakkında ciddi bir tartışma yürütemezsiniz. Tartışmanın altında yatan temel varsayım bizim dünyaya sahip olduğumuzdur. Yani biz bir başka ülkeyi istila ve işgal edersek, bir başkası için buna karışmak bir suç olacaktır. Nükleer silahlara ne oldu? Demek istediğim, bölgede nükleer silahı olan devletler var mı? İsrail iki yüz nükleer silaha sahip. Birleşik Devletler dünyada hiçbir devlete vermediği kadar desteği İsrail’e veriyor. Bush yönetimi Hindistan’ın nükleer silahları yasadışı şekilde elde etmesine sadece müsaade eden değil, [aynı zamanda] destekleyen bir antlaşma için bastırıyor. ABD-Hindistan Nükleer Anlaşması’nın anlamı bu. Ve bunun yanında, Güvenlik Konseyi’ndeki ve diğer devletler için bölgede nükleer silahlardan arındırılmış bir alan oluşturulmasına yönelik bir yükümlülük var. Şimdi bu, İran, İsrail ve orada konuşlanmış ABD kuvvetlerini de kapsayacaktır. Bu, 687 no’lu kararın bir kısmıdır.
Şimdi sorunuza döneyim. İran’a saldırmanın, yaptırım uygulamanın vs. gerçek sebepleri için tarihe dönüp bakalım. Demek istediğim, biz tarihi unutmayı severiz ancak İranlılar sevmez. 1953’te Birleşik Devletler ve Britanya parlamenter hükümeti devirerek yerine canavar bir diktatör, 1979’a kadar yönetimde kalan Şah’ı oturttular. Ve bu yönetim boyunca, Birleşik Devletler elinden geldiğince, bugüne kadar şimdi karşı çıktığı programların uygulanmasına güçlü destekte bulundu. 1979’da halk diktatörü devirdi ve ondan bu yana Birleşik Devletler İran’a elinden geldiğince eziyet çektiriyor. Önce [ABD] bir askeri darbe denedi. Sonra Irak’ın yüz binlerce insanın canına mal olan İran’a saldırısı boyunca Saddam Hüseyin’i destekledi. Ardından, [savaş] sona erdiğinde, Birleşik Devletler İran’a sert yaptırımlar dayatmaya başladı. Ve şimdi de savaşı kızıştırıyor. İşin özü şu: İran kontrol dışı. Bildiğiniz gibi [İran] Şah yönetimi altında bir Amerikan müttefiki devlet kabul ediliyordu ve şimdi bu rolü oynamayı reddediyor.
Yeni açıklanan yaptırımlar, bir tür savaş başlangıcı ve IAEA’nın, gerçekte, İran’ın süreçle işbirliğinde bulunduğunu söylediği zamanda oluyor. Ama bunların hepsi, aslında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na dahil olan, İran’ın barışçıl nükleer [enerji] için uranyum zenginleştirme hakkına sahip olup olmadığı sorusuna indirgendi. Ancak Bush şu 3. Dünya Savaşı uyarısı yaptığı meşhur son basın toplantısında, barışçıl bir program olup olmamasına bakmaksızın nükleer silahlara sahip olma bilgisine [erişilmesine] izin vermeyeceklerini açıkladı. Bu, Birleşik Devletler politikasını, IAEA ile uluslararası yasalarla birlikte bir danışıklı dövüş yoluna sokuyor.
Sadece birkaç yıl önce, 2004’ten 2006’ya, İran tüm uranyum zenginleştirmesini askıya almakta hemfikirdi, o sırada herkes onların buna yasal olarak yetkili olduğuna inanıyordu. Bu Avrupa Birliği ile yapılan bir antlaşmaydı. Uranyum zenginleştirmeyi tamamen durdurdular. Ve karşılığında güvenlik konularında tam garanti olarak adlandırdığımız- Birleşik Devletler’i İran’a saldırma ve yok etmeye dönük çağrılarından vazgeçirmeyi sağlayacaktı. Evet, Avrupa Birliği ABD’nin [tehditlerini] durduramazken, taahhütlerine göre de hareket etmedi. Böylece İranlılar pes ederek uranyum zenginleştirmeye geri döndüler. Burada İranlıların anlaşmayı bozması diye anlatılan durum budur.
El Baradey ve diğerleri dahil uzmanlar, sözde sivil amaçlar için gereken %5’in biraz altında uranyumu zenginleştirmeyi becerebilirseniz, [nükleer] bombaya sahip olmak için gereken teknolojiye giden yolun büyük kısmını kat etmişsinizdir, ki daha önceden [uranyum] zenginleştirme teknolojiniz varken bombadan çok uzakta sayılmazsınız diyorlar.
Evet ama bu, dünyanın her gelişmiş ülkesi için geçerli. Neden İran’ı ayırıyorsunuz? Bu, Japonya için de doğru, Brezilya için de doğru, Mısır için de doğru. Ve aslında biri çıkıp “burada ben Bush yönetimiyle uzlaşmaya yakınım” diyebilir. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nda bir madde var; 4. madde, bu paktı imzalayan ülkeler nükleer enerji geliştirmekte serbesttir, diyor. Peki tamam, bu 1970’te biraz anlamlı olabilirdi ama şimdi teknoloji gelişerek sizin açıkladığınız noktaya geldi. Nükleer enerji ürettiğinizde nükleer silahlara pek de uzak sayılmazsınız. Yani, evet, bence bununla ilgili bir şeyler yapılmalı. Ama özel olarak İran’la yapılacak hiçbir şey yok. Aslında aynı antlaşmaya bağlı nükleer silaha sahip devletler için çok çok daha ciddi sorun iyi niyet çabası gösterme amacıyla hep beraber nükleer silahları ortadan kaldırmaktır. Ve aslında bu yönde bazı çözümler de mevcut. El Baradey birkaç yıl önce hiçbir devletin silah değerinde materyal geliştirmemesi gerektiğini önermişti: bütün büyük [nükleer] zenginleştirmeler uluslararası bir ajans, IAEA ya da başka biri tarafından yapılmalı ve sonra ülkeler uygulamaya geçmeliydi. Eğer nükleer enerji için uranyum zenginleştirmek istiyorlarsa, uluslararası ajans bunun barışçıl amaçlarla yapılıp yapılmadığını denetlesin. Bildiğim kadarıyla sadece bir ülke resmen Al Baradey’in teklifine taraf oldu. O da İran. Ve daha fazlası da var. Demek istediğim, bir uluslararası antlaşma var, Fissban denen, uluslararası kontrolün dışında fissile (atomik parçalanmaya uygun) parçaların üretimini yasaklayan. Birleşik Devletler buna, bu doğrulanabilir antlaşmaya şiddetle karşı. Bununla beraber, [antlaşma] Genel Kurul’a, ezici bir çoğunlukla lehine oylandığı Genel Kurul’daki Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Komisyonu’ndan geldi. Silahsızlanma Komisyonu’nun oylaması, bana göre, 147’ye 1’di ve 1 olan Birleşik Devletler’di. Verifiable fissile parçaları antlaşması geçmedikçe ve uygulanmadıkça dünya dosdoğru nükleer bir felakete doğru gidebilir.
Gerçekten askeri bir cepheleşmeye doğru gittiğimizi mi düşünüyorsunuz? Ya da “amaca ulaşmak için büyük risk alma” oyununa mı tanık oluyoruz?
Evet, kasıtlı ya da değil, evet bir askeri cepheleşmeye doğru gidiyoruz.
Kyle-Lieberman kanun düzenlemesi üzerine oylamada, Senato yönetim kurulu İran Ulusal Muhafızları’nın terör örgütü olduğunu açıklayan kararı, aslında [ABD] yönetiminin Ulusal Muhafızlar’ı terörist örgüt olarak tanımlamasını ve üç büyük İran bankasına
yaptırımlar uygulamasını onaylıyordu. Demokrat Parti’nin tepkisi oldukça ilginçti, Senatör [Hillary] Clinton, yönetim kurulu kararına oy veren Senato’daki tek başkan adayı oluyordu. Senato içindeki ve dışındaki bütün diğer adaylar buna karşıydı -bir hayli anlamlı bir çatlak söyleyeceğim, Joe Biden ve Senatör Webb’le birlikte, karara karşı çokça sesini çıkaranlar. Demokrat Parti’nin bundan sonra, ya da şöyle diyeyim, şimdiyle seçim arasında Demokrat Parti liderliğinin ne yapacağını düşünüyorsunuz? Ve eğer muhtemelen her şeyin aynı kalacağına göre Senatör Clinton’a sonraki başkan olarak bakıyorsak, Demokrat Parti ve İran’la ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Demokrat Parti yönetimle dünyadaki ağırlıklı görüş arasında bir yerlerde. Yani, dünya Birleşik Devletler’in İran’ı işgal etmesi, İran’a saldırması fikriyle yeni dehşete düştü. Şimdi, bölgede bile, bildiğiniz gibi İran’ı pek sevmeyen ülkeler var -Türkiye, Suudi Arabistan ve Pakistan İran’a birçok yönden düşmanca davranıyorlar. Ama, yoklamalara göre bölgedeki nüfus, İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını kesinlikle istememesine rağmen İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını herhangi bir savaşa yeğliyorlar. Daha öteye gittiğimizde, muhalefet açıkça bunalmış durumda. Aslında, İsrail’in dışında, bana göre, Birleşik Devletler’in politikalarına destek veren dünyanın herhangi bir köşesini bulamazsınız. Aslında Amerikan halkının çok büyük çoğunluğu [ABD politikasına] muhalif. Nüfusun %75’i -en azından devasa saldırgan propagandadan birkaç ay önce- İran’a karşı tehditlere karşı durumdaydı. Yani Demokrat Parti, neredeyse evrensel bir dünya muhalefetiyle savaş tehlikesi arasında oldukça tereddütlü durumda.
Bu sorun üzerine en azından Demokrat Parti yönetimi arasında bir ayrışma görünüyor. Webb, Biden ve bildiğiniz gibi Edwards, Obama, Kucinich, Gravel vs. birkaçı bir tarafta. Ama liderlikle ilgili olarak Senatör Clinton’un bu karara imza atması ciddi bir çatlağa yol açmış gözüküyor.
Gravel, Kucinich ve benzer diğerleriyle Demokrat Parti’nin kalanı arasında bir çatlak mevcut ve onlarla Lieberman benzeri aşırı şahinler arasında da bir çatlak var. Ancak sorun mevki sorunu. Demek istediğim, her tutarlı aday -Gravel, Kucicich ya da Ron Paul’dan bahsetmiyorum- her tutarlı aday seçeneklerin açık tutulmasını yani İran’a dönük askeri harekat tehditlerinin sürdürülmesini söyleyecekti. Kimse umursar mı bilmiyorum ama tehdit ya da güç uygulamalarına yönelik taahhüt altına girdiğimiz geçerli bir antlaşma olan Birleşmiş Milletler Tüzüğü diye bir şey var. Yani bunların hepsi bu tüzüğü ihlal ediyorlar ve umurlarındaymış gibi de görünmüyor. Medya’nın da umurundaymış gibi görünmüyor. Demek istediğim, medya ve siyasi sınıf bütün dünya düşüncesinden ve hatta iç düşünceden izole edilmiş durumdalar. Ve evet, bunun üzerine Demokrat Parti içinde, [şahinlerin] ne kadar aşırıcı oldukları şeklinde bazı farklılıklar mevcut. Ama bu [farklılıklar], Gravel ve Kucinich gibi insanlar haricinde bütün, neredeyse bütün uluslararası bakış açısına göre bir tür eğlence gibi görünüyor.
The Real Network, Paul Jay, 19 Kasım 2007
[Chomsky.info adresindeki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]