Arap-İsrail sömürgeci ihtilafına karşı tek-devletli çözümü savunan en son dokümanın iki yazarı olarak kesinlikle bir fikir müzakeresi yaratmayı amaçladık. Tahmin edilebileceği gibi, Siyonistler bildiriyi şu ana kadar, Filistinli -ve bazı radikal İsrailli- entelektüellerin “İsrail’in yok edilmesine” tereddütsüz sadakatinin bir başka kanıtı olarak mahkûm ettiler. Bazı Filistin dostu eylemciler bizi Filistinlilerin acil ve kritik haklarını “ütopyacı” […]
Arap-İsrail sömürgeci ihtilafına karşı tek-devletli çözümü savunan en son dokümanın iki yazarı olarak kesinlikle bir fikir müzakeresi yaratmayı amaçladık. Tahmin edilebileceği gibi, Siyonistler bildiriyi şu ana kadar, Filistinli -ve bazı radikal İsrailli- entelektüellerin “İsrail’in yok edilmesine” tereddütsüz sadakatinin bir başka kanıtı olarak mahkûm ettiler. Bazı Filistin dostu eylemciler bizi Filistinlilerin acil ve kritik haklarını “ütopyacı” bir hayal adına terk etmekle suçladılar.
Kısmen Güney Afrika Özgürlük Belgesi’nden [1] ve Belfast Antlaşması’ndan [2] ilham alarak “Filistin’in tarihsel toprakları, dini, etnisitesi, ulusal kökeni ya da mevcut vatandaşlığı ne olursa olsun, 1948’den bu yana kovulan ve sürgün edilen ve üzerinde yaşayan herkese aittir” beyanında bulunan çok daha mütevazı Tek Devlet Deklerasyonu, bir grup Filistinli, İsrailli ve uluslararası akademisyen ve eylemci tarafından hazırlandı. [Bildiri] “bütün vatandaşlar için sivil, politik, sosyal ve kültürel haklar prensiplerine” dayanan bir hükümet sistemini öngörüyordu.
Şurası kesin ki, Siyonistler tarafından İsrail’e karşı varoluşsal bir tehdit olarak algılanan bu eşitlik üzerine temel ısrarcılık, kendi Yahudi vatandaşlarına diğerlerinin üstünde haklar tanıyan niteliği gereği ayrımcı vakıfların da gücünü zayıflatıyordu. İsrail Başbakanı Ehud Olmert, son olarak İsrail’in Filistinlilerce eşit haklar için mücadeleyle yüz yüze kalırsa “biteceğini” itiraf ettiğinde, yeni ve ilginç biçimde açık sözlüydü. [3]
Ama kurumsallaşmış ırkçılık ya da apartheid rejimini bir demokrasiye dönüştürmek, Kuzey İrlanda’da ve Güney Afrika’da insan hakları ve uluslararası yasalar için bir zafer olarak görülmüşken, [bu durum] İsrail davasında, etnik-dini üstünlüğe dair bir kutsal hakkın ihlali şeklinde değerlendirilerek, kontrolsüzce inkar ediliyor (üstü kapalı olarak İsrail’in “bir Yahudi Devleti olma hakkı” şeklinde tercüme ediliyor).
Filistinliler, Afrika Ulusal Kongresi’nin Kuzey Afrika’nın ırkçı rejimi tarafından teklif edildiği zaman haklı olarak reddettiği, adaletin asgari gereksinimlerinden dahi uzak izole edilmiş gettolardan oluşan parçalı bir Bantustan’daki gibi yapmaları için Batılı elçiler ve siyasi pazarlamacıların -aralarına son katılan Tony Blair’dir- bitmeyen alaylarıyla kışkırtıldılar.
İsrail işgalinin bitmesinin samimi destekçileri bile, tek devlet yandaşlığına karşı pratik ve ahlaki düzlemde şiddetli derecede eleştirel oldular. Ahlaki bir girişim, bazılarına göre, insanlar, özellikle besin, barınak ve temel hizmetler gibi en köklü ihtiyaçlarından mahrum bırakılmış işgal altındakiler üzerinde, muhtemel sonuçlara odaklanmalıydı. En acil görev, vardıkları karara göre, işgalin sona ermesi için bir çağrı yapmaktı, tek devlet illüzyonuna teşvik etmek değil.
Bu destekçilerin her nasılsa Filistinlilerin ihtiyaçlarını bizden daha bilen patronvari önermesinden başka, bu argüman, Filistinlileri her yerdeki insanlardan farklı olarak, en acil ıstıraplarının geçici tesellisi karşılığında, özgürlük, eşitlik ve kendi kaderini tayin gibi uzun erimli haklarının vazgeçmeye hazır varsaymasıyla da biraz sorunlu.
Gazze’deki Filistinlilerin İsrail’in onlara ayrımcılık yapma “hakkı”nı tanımaları talebini, hem de [İsrail’in] Avrupa Birliği ve ABD desteğiyle zorla uyguladığı cinai açlık koşulları altında kabul etmeyi reddetmeleri, bu varsayımların saçmalığının yalnızca son kanıtıdır.
İsrail’in bombaladığı ve ayrım yapmaksızın katlettiği, binlerce insanı insafsız cezaevi koşullarında hapsettiği, Filistinlileri birbirinden, topraklarından ve su kaynaklarından ayıran duvarların inşa edildiği, Filistinlilerin topraklarının sürekli gasp edilerek [Yahudi] yerleşimlerinin genişletildiği, savunmasız Filistinlilerin birbirinden kopuk ve bağlantısız bölgelerde kuşatıldığı, Filistin toplumunun tüm dokularının derece derece imha edildiği mevcut işgal şartları altında, laik ve demokratik bir devlet çağrısı yapmanın İsrail’in bu zor durumdan kurtulmasına izin vermekle aynı anlama geleceği açıklamasında bulunan daha zorlama bir iddia, son olarak Nadia Hijab ve Victoria Brittain tarafından ortaya atıldı. [4]
Onlar “iki-devletli çözümün arkasında en çok durduğu anda” uluslararası dayanışma hareketinin zayıflaması hakkında endişeleniyorlar. Ama eğer biri şu anda teklif edilen Filistin “devleti”nin devam eden İsrail baskısı altında paramparça olmuş Bantustan’dan daha fazlası olmadığı gerçeğini yok saydığında, bu tartışmayla ilgili gerçek sorun, iki-devletli çözümün savunulduğu on yıllardır, bunun gibi korkunç insan hakkı suistimallerini azaltmak ya da durdurmak için herhangi somut bir şey yaptığını kabul etmesi [oluyor].
Filistin-İsrail Oslo Antlaşmalarının 1993’te imzalanmasından bu yana, Batı Şeria’nın sömürgeleştirilmesi ve İsrail’in diğer uluslararası yasa ihlalleri sürekli şiddetini arttırdı ve düpedüz cezasız kaldı. Bunu Annapolis Toplantısı sırasında da gördük: İsrail ve Filistin Yönetimi’nin seçilmemiş ve güçsüz memurları “barış konuşmaları” pozları yaparken, İsrail’in yasadışı yerleşimleri ve ırkçı duvar yükselmeye ve Gazze’deki 1.5 milyon Filistinlinin zalimce toplu cezalandırmaya uğratılmaları, “uluslararası toplum” tepki olarak parmağını bile kaldırmazken, şiddetini arttırarak devam ediyordu.
Bu “barış süreci”, barış ya da adalet değil, kendi içinde bir son haline geldi -çünkü [süreç] devam ettikçe İsrail davranış tarzını fiilen değiştirmesi için hiçbir baskıyla yüzleşmedi. Her zaman köşede bir yerde bulunan ama görünürde hiçbir zaman olmayan iki-devletli çözüm yalanlarına dayanan politik kurgu, sessiz filmi sürdürmek ve İsrail’in sömürgeci egemenliğinin statükosunu belirsiz biçimde saklamak için elzemdi.
Biz, Filistinli hakları mücadelesinin ufkundaki bu bölünmedeki tuzakları bertaraf etmek için, politik yelpazedeki eylemcilerin harekete geçirilmesinde, dünya kamuoyunu Filistin davasını izlemeye teşvik edecek ve harekete geçirecek en politik ve ahlaki sivil direniş stratejisi olarak Filistin sivil toplumunun 2005’teki boykot, mahrumiyet ve yaptırım (BMY) çağrısının ardında birleşmek noktasında, tek devlet-iki devlet tartışmasındaki tutumlarına bakmaksızın, Hijab ve Brittain ile aynı tutumu paylaştık.
Bu geniş ölçekte kabul gören itirazın özünde bulunan hak-merkezli tutum, beraberinde Filistin sorununu da tanımlayacak olan üç temel adaletsizliğin düzeltilmesi ihtiyacına odaklanıyor – uluslararası yasalarda taahhüt edildiği üzere, en başta [mültecilerin] evlerine dönüş hakları olmak üzere Filistinli mülteci haklarının reddedilmesi; Doğu Kudüs’ü de içeren 1967 sınırlarındaki işgal ve sömürgecilik; ve İsrail’in Filistinli vatandaşlarına karşı mevcut ayrımcılık sistemi.
Altmış yıllık baskı ve kırk yıllık askeri işgal, Filistinlilere, desteklediğimiz siyasi çözüm ne olursa olsun, sadece halk direnişinin sağlam ve etkili bir uluslararası baskıyla desteklenmesi vasıtasıyla kesin bir barışı gerçekleştirme şansına sahip olunacağını öğretti.
Bu mücadeleyle el ele, çatışma sonrası geleceğe dair bakış açılarını tartışmaya ve planlamaya başlamak kesinlikle önemli. İsrail vatandaşı Filistinliler, mülteciler ve Diaspora’dakiler, “barış süreci” yüzünden uzun zamandır haklarından mahrum kalanlar ve en temel hakları iki devletli çözüm tarafından sabote edilenlerin çıkmazdan kurtulabilmek için yeni fikirler oluşturmada anahtar role sahip olmaları rastlantısal
bir şey değil.
Ortaya çıkan demokratik ve eşitlikçi bakış açısını bir tehdit, bir karışıklık ya da verimsiz bir sapma olarak görmekten çok, zaman çoktan ölmüş olan iki-devlet dogmasına karşı en ümit verici alternatif olarak görmenin zamanıdır.
30 Aralık 2007
Dipnotla:
[1] The Freedom Charter
[2] The Belfast Agreement
[3] “Olmert diyor ki: Eğer iki devletli çözüm başarısız olursa İsrail apartheid benzeri rejimi göze alır” The Guardian, 30 Kasım 2007.
[4] Nadia Hijab ve Victoria Brittain, “Eşitlik için mücadele” The Guardian, 17 December 2007.
Ali Abunimah, The Electronic Intifada’nın kurucularından ve “One Country: A Bold Proposal to End the Israeli-Palestinian Impasse (Tek Ülke: İsrail-Filistin Çıkmazı’nı Sona Erdirmek İçin Cesur Bir Teklif” kitabının yazarı. Omar Barghouti ise bağımsız bir araştırmacı ve “İsrail’in Akademik ve Kültürel Boykotu için Filistin kampanyası”nın kurucu üyelerinden. Bu makalenin orijinali Guardian’da yayınlandı: Her türlü yoruma açıktır ve yazarlarının izniyle yayınlanmıştır.
[The Electronic Intifada’daki İngilizce orijinalinden Ahmet Baranser tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]