Türkiye, farklı alanlardaki göstergelere bakıldığında açıkça “yeni bir toplumun” inşasında önemli mesafeler kaydettiğini göstermektedir. Daha önceki yazılarımızın bir kısmında bu sürece dikkat çekmiştik. Yörsan’daki sendikalaşma çabaları ve buna yönelik yaptırımlara bakıldığında çalışma yaşamının da hızla bu sürece dahil edildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Yörsan’daki gelişmeleri iyi “okumak” gerekiyor. Kuşkusuz, Hak-İş’in tutumuna son Türk-İş Genel Kurulu’nda yaşananları […]
Türkiye, farklı alanlardaki göstergelere bakıldığında açıkça “yeni bir toplumun” inşasında önemli mesafeler kaydettiğini göstermektedir. Daha önceki yazılarımızın bir kısmında bu sürece dikkat çekmiştik. Yörsan’daki sendikalaşma çabaları ve buna yönelik yaptırımlara bakıldığında çalışma yaşamının da hızla bu sürece dahil edildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Yörsan’daki gelişmeleri iyi “okumak” gerekiyor. Kuşkusuz, Hak-İş’in tutumuna son Türk-İş Genel Kurulu’nda yaşananları da eklemeyi unutmadan.
Kapitalizmin temellerini atan sanayileşme süreci, aynı zamanda modernleşmenin, aydınlanmanın, yeni bir düzenin, yeni bir sistemin, yeni bir hayatın süreci olarak da kabul edilir. Bu süreç, Ortaçağ ile özdeşleştirilmiş olan dinin egemenlik alanlarının daraltılması, kısacası “laikleşme” sürecidir de. Zira, din, o zamanlar bu sürecin önünü tıkayan bir “olgu”, “bariyer” olarak algılanıyordu. Bu nedenle, kapitalizmin kendisini oluşturma ve yerleştirme süreci bir bakıma, dinin “ötelenmeğe” çalışıldığı bir dönem olarak da kabul edilebilir. Lakin, yeni dönem, yeni zamanlar, “modern zamanlar”ın yaşam tarzına, yönetim tarzına uyumsuz bir konumda durmaktadır. Zira, eski “modern” zamanların pek çok kurumu, yaşam tarzı, çalışma ilişkileri yeni “modern” zamanların gelişmelerinin önünü tıkamaktadır. Daha açık bir ifade ile kapitalizm, kapitalist toplum adeta kendisini “inkar” etmektedir!.. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin arka bahçesine döndürülmüştür. Latin Amerika ülkelerine bir dönem verilen görev bu kez Türkiye’ye verilmiştir.
Türkiye, başarısız İran deneyimi sonrasında, “modern” bir devlet/toplum olarak yeni bir misyon ile karşı karşıya bırakılmıştır. 12 Eylül 1980’den bugüne kadar adım adım hayata geçirilen bu süreç nihayet ilk meyvelerini vermeğe başlamıştır. “Laik devlet/toplum” yerine “tanrı devlet/toplum”un inşası açısından bakıldığında ABD’nin hem kendi topraklarında hem de Türkiye’de önemli mesafeler kat ettiği görülmektedir. “Sivil toplumculuk” adı altında cemaatçiliğin hayatın her alanına ikame edildiği bu süreç, nihayet kendisini Yörsan’da çok daha açık olarak ortaya koymuştur. Demokrasicilik, sivil toplumculuk adı altında adım adım hayata geçirilen cemaatçilik, dinsel yönleri baskın toplum ne yazık ki devrimci, sosyalist hareketlerin en etkisiz olduğu bir dönemde bırakılan boşlukları büyük bir iştahla doldurmaktadır. Öyle olduğu için de artık sendika ve benzeri kapitalist toplumun has kurumları ve örgütleri ile sorunları çözmek isteği yerini cemaat liderleri ve tarikatlar aracılığı çözmeye bırakmaktadır. Yörsan, bu yeni süreci iyi okuduğu için çok açık bir şekilde meydan okumaktadır. Yörsan’ın meydan okuması sendikalaşmaya çalışan işçilere yönelik olmaktan çok, eski çalışma ilişkilerine ve çalışma yaşamına yöneliktir. Yeni toplum, yeni düzen cemaat toplumudur ve bu toplum ihsan ve biat üzerine kuruludur. Bunu çok iyi bilen Yörsan gereğini yapmaktadır! Ve, “Bırakın sendikayı, ihsan ile yetinin, biat edin, karnınızı doyurun, hayatta kalın, daha ne istiyorsunuz” demektedir. Evet, bize düşen, çalışma yaşamındaki bu son gelişmelerin İslamın çocukları ile dans eden liberal, demokrat “solcularımıza “bir uyarıcı işaret olması dileğidir. Elbette, “Bir, iki, daha fazla Yörsan”lar gerçekleşmeden…