İşgal altındaki topraklar ilk kez bundan 20 yıl önce, Aralık 1987’de Gazze’deki sıradan bir araba kazasının ardından başkaldırmıştı. Yani birinci İntifada: “taşların isyanı”… İNTİFADA (birinci) Arapça, “başkaldırma” eylemi, daha genel anlamda “ayaklanma”: 1987 Aralık ayı başında Gazze’de ve Batı Şeria’da patlak veren Filistin isyanının adı. İşgal altındaki topraklarda daha önce hiçbir harekette görülmediği kadar kitlesel […]
İşgal altındaki topraklar ilk kez bundan 20 yıl önce, Aralık 1987’de Gazze’deki sıradan bir araba kazasının ardından başkaldırmıştı. Yani birinci İntifada: “taşların isyanı”…
İNTİFADA (birinci)
Arapça, “başkaldırma” eylemi, daha genel anlamda “ayaklanma”: 1987 Aralık ayı başında Gazze’de ve Batı Şeria’da patlak veren Filistin isyanının adı. İşgal altındaki topraklarda daha önce hiçbir harekette görülmediği kadar kitlesel ve kararlı olan “taşların isyanı”, Yakın-Doğu’nun görünümünü derinden değiştirdi. Olayın bir trafik kazasıyla (İsrail ve Filistin araçlarının çarpıştığı ve iki işgalcinin öldüğü kaza) alevlendiği tarih 7 Aralık 1987. İki gün sonra Filistinli gençlerle İsrail askerleri arasında Cebaliye kampında ilk çatışmalar görülür. Ayaklanma bir hafta içerisinde, işgalci yetkililerin ilan ettiği sıkıyönetime karşın, Gazze Şeridi’nin ve Batı Şeria’nın tamamına yayılır. İsrail hükümeti gerçekten de şaşırıp kalmıştır; dağınık durumdaki bütün eğilimler tek bir öncelik için toplanmalıdır: İşçi Partisi’nde yer alması, intifadanın bastırılmasını demir yumrukla yönetmesine engel olmayan Savunma Bakanı İzak Rabin’in ifadesine göre “yakıp yıkmayı durdurmak” için.
Öyleyse gösterilerin grevlerin ve çarpışmaların tırmanmasına karşı, bu tırmanmaya engel olacak baskıcı bir yanıt gelecektir. Ordu karartma uygulamalarını arttırır, askerlere kafa tutan, “karşılık veren” çocuklara ateş açar, on binlercesini tutuklar, binlercesini gözaltına alır, köylere yaptığı saldırılarda ya da cezaevlerinde kötü davranışlar uygulamakta tereddüt etmez. Cenevre anlaşması hükümlerine açıkça ters düşen bu zorlu gidişat, dünyanın her yerinde büyük medya organları tarafından bolca yayınlanan görüntülere duyarlı olan Yahudiler de dahil olmak üzere, kamuoyunu rahatsız eder. Salemli dört köylüyü buldozerle canlı canlı gömme girişimi ve doğrudan Amerikan CBS televizyonunun kamerasının önünde Nabluslu iki gencin dövülme sahnesi özellikle akıllara yerleşir. İsyanın başlamasından bir yıl sonraki sayısal bilânço: 400 ölü, 25.000 yaralı, 6.000 tutuklu; önceki dört binle birlikte 1,7 milyonluk bir nüfus için toplam 10 000 tutuklu. Bu olağanüstü güç gösterisi yine de isyancıların hakkından gelemez. Onların kararlılığı, konjonktürün ötesinde (1987 Nisan ayında, Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nde FKÖ’de birleşme kararının neden olduğu umut, Kasım ayında, Amman Arap Zirvesi’nde Filistin sorununun “unutulmasıyla” duyulan öfke) verimli bir toprağa kök salmaktadır.
İşgale karşı direniş, kuşkusuz bu tarihin de ötesine, 1967 Haziran’ına dayanır. İsrail’in, özellikle sömürgeciliğin gelişmesiyle birlikte, Batı Şeria ve Gazze’ye el koyuşunun gitgide yayılması, gerek FKÖ yandaşlarının kazandığı 1976 yerel seçimleri sırasında, gerekse şiddet eylemleri ve gösteriler biçimiyle kendisini gösteren, büyüyen bir muhalefetle karşılaşmaktadır. Ama bu kez, kendisinden öncekilerin tüm görece boyun eğişini aşan ve onları, bağımsızlık eylemi içerisinde kazandıkları saygınlık örneğiyle ardından sürükleyen, işgal altında doğmuş, yepyeni bir kuşağın “canına tak edişinin” patlamasına tanık oluyoruz. “İçerideki Filistinliler” hiçbir zaman, hatta 1981’de ve 1982’de bile, kendi seslerini böylesine güçlü işitmemişlerdir. İntifadanın yoğunluğu, önceki ayaklanmaların yoğunluğunu gerçekten de her bakımdan aşmıştır. Süresi: Dört yıldan fazla. Yayılması: Kudüs, Beytüllahim ve geleneksel olarak az etkilenen köyler de dahil olmak üzere işgal altındaki toprakların tamamı. Biçimleri: Kitlesel mitingler, genelleştirilmiş iş durdurmalar ve çatışmalar, günlük yaşamın özyönetimi ve sivil itaatsizlik girişimleriyle birleşmektedir. Katılımcıları: Gençler daha büyüklerin yanında yürümektedir ve 1947-1949 mültecileri işgal altındaki toprakların yerlilerine karışır; işçiler ve köylüler, esnaflarla, memurlarla ve aydınlarla buluşurlar.
İsrailliler de dahil olmak üzere tüm gözlemcilerin işaret ettiği gibi, bir molotof kokteylinden (gecekonduların yoksulluğu, kitlesel işsizlik, ulusal duyguların aşağılanması ve günlük baskı) kendi kendine doğan “taşların isyanı” hızla örgütlenmiştir. Yerel halk komiteleri, İsrail ordusuna karşı sokak çatışmalarını (ateşli silahlar olmadan), ama aynı zamanda (gözlemcilerin “kurtarılmış bölgeler”den söz edebildiği yerlerde) gereç sağlama, öğrenim, tıbbi bakım ve temel hizmetleri örgütler. Muhtarlar, yerel komiteler, farklılıklarına karşın görece olarak birleşmiş olan, Yaser Arafat’ın Fetih’inin, George Habaş’ın Halk Cephesi’nin, Naif Havetme’in Demokratik Cephesi’nin ve Filistin Komünist Partisi’nin bulunduğu bir “birleşik yönetim”de (İslami Direniş Cephesi Hamas dışında) buluşurlar. Yalnızca bu sonuncu eğilim, intifadanın şu politik sürecinin dışındadır: İsrail Devletini 1967’deki altı gün savaşından önceki sınırına çekerek, Batı Şeria’da ve Gazze’de bağımsız bir Filistin devleti kurmak. Elias Sanbar’ın şu çözümlemeyi yapıyor (Dans Palestin, Le pays à venir’de): “İntifada onun temel gücüdür, İsrail’in varlığı için bir tehdit unsuru olarak görünmediği ölçüde dünya onu benimser. Halkın ateşli silahlar yerine taşları seçmesindeki politik dehasının ışığı böylece daha iyi anlaşılır. Bu engellenmişlik, ayaklanmanın, 1948-1949 yılları sınırları içerisindeki İsrail devleti için değil, işgalci için bir tehdit oluşturduğunu dünyaya gösteriyordu. Tersinden bakılırsa, sonraları yeşil hat içerisindeki İslamcı suikastların yol açtığı tamamen zıt etkiler böylece daha iyi çözümlenebilir”.
Gücünü bu yönelim doğrultusunda kullanan ayaklanma, aktörlerine meydan okuduğu Yakın Doğu’nun oyun kartlarını karıştırır. İlk tepki gösteren Ürdün Kralı Hüseyin’dir: 31 Temmuz 1988’de, ülkesinin Batı Şeria’yla ilişkilerini kestiğini açıklar. “Batı Şeria artık Ürdün değildir” der ve devam eder: “Ve bağımsız Filistin devleti, kurtuluşundan sonra işgal edilen Filistin toprakları üzerinde kurulacaktır.” “Ürdün seçeneği” böyle gelişir ve FKÖ, gelecekteki gizli barış görüşmelerinin kaçınılmaz partneri İsrail için değişmeye başlar. İsyanın politik sonu, görüşme masasına oturmak için yerine getirilecek koşullar, Arafat’tan ve onunkilerden somut bir barış programı tanımı istemektedir. FKÖ, bir karşılık görmek için İsrail devletini tanıma gerekliliğiyle karşı karşıya kalmıştır. Öte yandan Kasım 1988’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararları gibi, 1947 tarih ve181 sayılı kararını da kabul eden ve terörizmi kınadığını doğrulayan bağımsız bir Filistin devletini ilan ederek bu yolda ilerlemeye devam eder.
Ama intifadanın birinci yılı umulan çözümle sona ermez: İsrail hükümeti 1989-1990 yıllarında, bir İsrail-Filistin görüşmesi hedefleyen Amerikan baskılarına kararlı ve etkili bir biçimde karşı çıkmaktadır. Bu çöküş radikalleşmeyi, dahası “taşların isyanı”nın belli anlamda yozlaşmasını hızlandırmıştır. İşbirlikçilere (Collabos’lara ya da öyle sanılanlara) karşı yaptırımlar artar; bireysel eylemler İsrailli sivilleri ya da turistleri (bıçakların savaşı) hedef alır; sık sık denetimden çıkan gruplar kendi yasalarını kendileri yaparlar. Aylarca eğitim görmeyen, geleneksel politik komploculara isyan eder gibi kendisinden daha büyüklere karşı gelen pek çok genç, İslami Hamas hareketine yönelir.
1990-1991 Körfez Krizi’nin patlak vermesi
ve gitgide bozulan ekonomik ve toplumsal bir durumla ve politik bir perspektif yokluğuyla umutsuzluğa düşen Batı Şerialı ve Gazzeli Filistinlilerin, umudu Saddam Hüseyin’de ve bir Filistin devletinin kurulmasını dayatacak yeni bir askeri güç ilişkisinde aramaları bu bağlamda olmuştur. Iraklı diktatörün kanlı başarısızlığı uzlaşma kampını güçlendirecektir. Belli bir biçimde Madrid Konferansı (Ekim 1991), sonra Oslo gizli görüşmeleri ve aynı addaki anlaşmalar, en sonunda intifadanın beklenen sonunu oluşturur. Ama düşün gerçekleşmesi uzak görünüyor: Sömürgeleştirme politikalarının sürmesi ve Camp David görüşmelerinin başarısızlığı nedeniyle, Oslo anlaşmaları bölünerek sona erecek ve 2000 Temmuz’unda, özellikle Filistinlilerin suikastlara ve ateşli silahlara başvurmasıyla nitelikleri çok farklı olacak olan ikinci bir intifada ile sonuçlanacaktır.
7 Aralık 2007
[Le monde diplomatique’teki Fransızca orijinalinden Şule Ünsaldı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]