Önemli dönüşümlerle dolu bir yılı geride bırakırken, bu dönüşümlerin sonuçlarının çıplak biçimde ortaya çıkacağı bir yıla giriyoruz. Şu günlerde gündemi belirleyen ana başlıklar, Kürt sorunu ve Ortadoğu; AKP’nin kademe kademe devleti ele geçirmesi; dünyada, özellikle de ABD ve Avrupa’da ekonomik durgunluk yayılırken ülkemizde neoliberal politikaların daha da derinleştirilmesi olarak sıralanabilir. TSK’nın ABD işbirliği ile K. […]
Önemli dönüşümlerle dolu bir yılı geride bırakırken, bu dönüşümlerin sonuçlarının çıplak biçimde ortaya çıkacağı bir yıla giriyoruz. Şu günlerde gündemi belirleyen ana başlıklar, Kürt sorunu ve Ortadoğu; AKP’nin kademe kademe devleti ele geçirmesi; dünyada, özellikle de ABD ve Avrupa’da ekonomik durgunluk yayılırken ülkemizde neoliberal politikaların daha da derinleştirilmesi olarak sıralanabilir.
TSK’nın ABD işbirliği ile K. Irak’ta gerçekleştirdiği PKK’ye dönük hava saldırıları, Kürt sorununda sonbahardan bu yana başlayan yeni sürecin son yansımaları. Bu yeni süreç, ABD’nin Türkiye ve K.Irak Kürt yönetimi ilişkileri üzerinde bir balans ayarı olarak gerçekleşiyor. Her ne kadar PKK açısından basında şişirildiği türden bir zayiat söz konusu olmasa da, şurası açık ki artık (olağanüstü gelişmeler haricinde) PKK’nin K.Irak’taki büyük kamplar üzerinden sürdürdüğü varoluşu artık tehdit altında ve faaliyetlerinin biçim değiştirmesi kaçınılmaz görünmekte.
Genel olarak Türkiye açısından ise K.Irak ve Kürt sorununun, bundan böyle İsrail-Filistin sorununu andıran biçimlere bürünmekte olduğu açıklık kazandı. En kritik fark, arada ABD’nin hakem olarak varlığı. ABD’nin bir yandan ekonomik darboğazı, diğer yandan Ortadoğu’daki sıkışıklığı ve İran saldırısından (şimdilik) vazgeçme noktasına gelmesi, Türk-Kürt ilişkilerindeki dengede bir dönem Kürtlerden yana ağır basan ibrenin, şimdilerde yeniden Türkiye’den yana ağır basmasını beraberinde getirdi. Son gelişmeler de ABD’nin buna yönelik bir balans ayarı olarak algılanmalı.
Elbette bu balans ayarının hedef alanı içindeki konu sadece PKK değil. Kerkük referandumu da bu pazarlıklara bağlı olarak rafa kaldırıldı. Yine bu bağlamda Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’nın işlevlendirilmesi ve korumasının Türkiye’ye verilmesi gündemde. Böylelikle Kerkük petrolleri üzerinden İsrail’in yanı sıra Türkiye’nin de nemalanması sağlanmış olacak. Buna karşın, Büyükanıt’ın da söz ettiği üzere, Türkiye’nin “K.Irak’taki modern federatif yapıyı” tanıması ve “gelişkin bir ilişki” tesis etmesi söz konusu olacak.
Sorunun içerdeki boyutuysa başta af olmak üzere bir takım esneme adımlarının atılması. Türkiye egemenlerinin ve AKP’nin bu tür durumlarda “kulağının üzerine yatma huyunu” bilen ABD, gelişmelerin Kürt kanadında doğurduğu hassasiyetten ötürü işi sağlama almaktan yana. Bu nedenle geçtiğimiz günlerde Bush-Erdoğan görüşmesinde varılan anlaşma The Economist dergisine sızdırılarak anlaşmaya aleniyet kazandırılmış oldu. Böylece ABD, “ben sözlerimin gereğini yerine getiriyorum, sıra Türkiye’de” dedi. Elbette kimse ABD’nin bunca “sıkıntıya” babasının hayrına katlandığını düşünmüyor. Bu pazarlıkların Türkiye’ye Ortadoğu’da hangi yeni yükleri bindirdiği zamanla açığa çıkacak.
AKP Kürt sorunundaki bu sıkıştırmalara rağmen, süreci zamana yaymak isteyecektir. Hatta mümkünse süreci yerel seçimler sonrasına dek uzatmak, ulusalcı sıkıştırmalara karşı denge kuruyormuş gibi yaparak “bir ileri, bir geri” taktiğiyle durumu idare etmeye çalışacaktır. Böylece hem şoven atmosferden yara almazken hem de Kürtler arasında çözümün kendisinden geçtiği umudunu yaymaya devam etmek isteyecektir.
Şimdi bu tablonun ardından PKK’nin sonbahardaki saldırılarının bu senaryoya ne denli meşruiyet kazandırdığı kafalarda daha netleşmiş olmalı. Fakat PKK kurmaylarının durumdan vazife çıkarmak konusunda pek yetenekli oldukları söylenemez. Hala çatışmanın milliyetçi zemindeki rekabetin sürdürülmesinin yanı sıra, Duran Kalkan’ın son söyleşisinde de belirttiği üzere, AKP’ye karşı İslam’ın eşitlikçi yönünü de PKK’nin temsil ettiği türden açıklamalar sürdürülmeye devam ediyor. DTP ise hem kendisinin hem de toplumsal muhalefetin yeni Anayasa hazırlıkları üzerindeki çalışmalarının Kürt sorunuyla sınırlanmasından yana olduğunu çeşitli zeminlerde dile getirebiliyor. Yani AKP’ye karşı mücadelelerinde ne neo-liberal politikalara ne de gericiliğe karşı bir vurgu mevcut. Emperyalizme karşı açıktan tavır almak yerine hala beklentiler korunarak hayırhah bir tutum sürdürülmeye devam ediliyor.
***
AKP ise bir yandan Kürt sorunu ile uğraşırmış gibi görünürken, bu örtü sayesinde iki alanda olağanüstü büyük mesafeler kat ediyor. Birincisi, neoliberal ekonomi politikalar, ikincisiyse devleti ele geçirme ve toplumu kuşatma girişimleri.
Önümüzdeki günlerdeki özelleştirmelerin, taşeronlaştırmaların boyutlarının kavranmasına dönük birkaç örnek yeterli olacak. IMF heyeti son gözden geçirmeyi tamamlarken, önceliğin elektrik dağıtımının özelleştirilmesine ve GSS’nin çıkarılmasına verilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’nin bugüne kadar ki en büyük özelleştirmesi olacak olan “elektrik dağıtımı özelleştirilmesi” gündeme alınırken, zemini hazır hale getirmek için elektriğe %10-15 zam yapıldı. GSS, yeniden ve üstelik daha beter maddelerle gündeme geliyor. Özelleştirme İdaresi Başkanı da önümüzdeki dönemde özelleştirmede başlıca iki alanın, hastanelerin ve cezaevlerinin özelleştirilmesi olduğunu söyledi. Devasa bir hızla yaygınlaştırılan taşeronlaştırmaların vardığı boyuta ilişkin son örnek olan İstanbul Şehir Tiyatroları’nın da taşeron usulü sanatçı alacağını ilan etmesi ise traji-komik bir çağrışım yaptı. Yani varın siz düşünün gerisini.
Diğer yandan zamlar aldı başını gidiyor. Üstelik bu zamlar sıradan zamlar değil. Temel ihtiyaçlara dönük her bir zam aynı zamanda o alanı özelleştirmeye dönük zemini de oluşturuyor. Bunları bir de yeni ve zamlı vergiler takip edecek. ABD ve Avrupa ekonomilerindeki durgunluk derinleşirken, Merkez Bankası sürekli piyasadan para çekerek likidite darlığı yaratıyor. Bu tablo önümüzdeki aylarda büyük bir hızla uygulanacak olan sermaye politikalarına verilen desteğin gücünü; sermayenin el değiştirme ivmesini; İslamcı sermayenin bu sıkışıklık döneminde yaptığı olağanüstü atakların şiddetini; ve bu politikaların en kritik sonucu olarak yaratılan yoksullaştırmanın boyutlarını yansıtıyor. Üstelik bu yoksullaştırma sürecinin özellikle AKP tabanı dışında yer alan Kürtleri, Alevileri ve laik orta sınıfları vurduğu çıplak gözle dahi gözlemlenebiliyor.
Ilımlı İslam modelinin hızla oturtulmaya çalışıldığı bu süreçte, toplumun kuşatılması açısından dilencileştirme politikalarının yanı sıra çeşitli toplum kesimlerinin payanda haline getirilmesi çabaları da gündemde. Bunun bir örneği olarak, Kürtleri olduğu gibi, Alevileri de vesayet altına alma çabaları yoğunlaşıyor. Alevi dedelerinin kadroya alınıp maaşa bağlanarak, giderek yoksullaştırılan Alevi kitlelerin tepkileri emilmeye çalışılıyor.
Ayrıca Diyanet’in yapısına ilişkin düzenlemelere dek çeşitli vaatler de havada uçuşuyor. Ancak bu konudaki “çözümlerin” Kürt sorunundaki gibi müzmin bir çözümsüzlükten öteye gitmeyeceği açık.
AKP’nin devleti ele geçirme operasyonlarının sonuçları da birer birer ortaya çıkıyor. Anayasa Mahkemesi’nin, “sağlıkta taşeronlaştırmanın ve özelleştirmenin kamu yararı için ne denli gerekli olduğunu” bir hukukçu değil adeta bir neo-liberal işletmeci diliyle kaleme aldığı, en son evlere şenlik karar, bu değişimin en net sonucunu yansıtıyor. Bu karar, yakın zamana dek özelleştirmeleri kamu yararı nedeniyle sürekli frenleyen Anayasa Mahkemesi bünyesinde son birkaç ay içinde ortaya çıkan farklılaşmayı gözler önüne sergiliyor. Tablo henüz icraatlarına başlamamış olan yeni YÖK yönetimi ve
diğer kurumlardaki kadrolaşmanın ürünleri ortaya çıktıkça tamamlanacaktır. A. Gül’ün daha şimdiden beş üniversitenin rektörlük atamasını bekletiyor olması da YÖK’teki el değiştirme sürecinin bir diğer boyutunu yansıtmaktadır.
Kuşkusuz tablonun tamamlanmasında en önemli kurumsal düzenleme Anayasa değişimi ile yapılacaktır. Bu konuda AKP’nin ve sermayenin hazırlıkları son hızla sürmektedir. Aralık ortasında yapılan, TOBB’un başını çektiği Çalıştay, bu alanda atılan önemli bir adım oldu. Örgütlü sivil toplumun %70’ini kapsadığı iddia edilen ve bu nedenle AKP’nin ulusalcıların basınçları karşısında kendisine destek ve hatta sözcü olarak işlevlendirmeyi hedeflediği bu STK platformunu son derece önemsediği belirginleşti. İç pazarlıkların Ocak ortalarında bitirilerek Anayasa taslağının kamuoyuna açıklanması bekleniyor.
TÜSİAD’ın bu platformda öne çıkma çabaları, anayasanın daha da liberalleştirilmesinin yanı sıra, İslamcı olmayan geleneksel ana tekelci sermaye unsurlarının rahatsızlıklarını da sergilemektedir. Doğan medyanın yayın çizgisine de yansıyan ve AKP’nin devleti, toplumu, en çok da sermaye birikiminin yönünü “İslamileştirmesinden” duyulan rahatsızlık, bu konuda bir ayar yapılması için baskı oluşturma çabalarının sürdüğünü ortaya koymaktadır.
***
Bu gelişmelerin tümünün yaratacağı sosyal sonuçlar ortada. AKP zor bir döneme girmiş durumda. Burada geleneksel dilencileştirme, devleti ve toplumu kuşatma politikalarına ek olarak birkaç olası taktik daha güdebilir. Birincisi Kürt sorununda ulusalcıların ve PKK’nin tırmandıracağı olası gerilim süreçlerinde, bugüne dek olduğu gibi, hakem rolü oynamaktır. Böylece toplum yanlış bir düzlemde kutuplaşıp oyalanırken, zıtlaşan tarafların önce birinin sonra diğerinin üzerine basan AKP, arkaya dolanarak puan kazanmayı gayet iyi öğrenmiş durumdadır. Bu yetmediği noktada ise, diğer bir taktik olarak ekonomik yıpranmayı had safhaya vardırmadan yerel seçimleri öne çekerek, yerellerdeki sosyal satın alma politikaları sayesinde yine bir “sandık dersiyle” birkaç yıl daha kazanmak olabilir. Ancak bu noktada her geçen gün manevra kabiliyetinin daraldığı da ortadadır.
Sorun bu sürece dönük siyasal müdahalenin nereden ve nasıl yapılacağında yatmaktadır. Şiddetli yeniden yapılanma sancıları çeken toplumsal muhalefet, güncel olarak özelleştirmeler, zamlar, taşeronlaştırmalar karşısında set oluşturmaya yönelmelidir. Bu dirençlerin irili ufaklı kazanımlar elde etmesini ve/veya toplum hafızasına kazınmasını sağlamalıyız. Ayrıca TSK’nın K.Irak’a dönük operasyonlarına mutlaka karşı çıkılmalıdır. Zira bu operasyonlar halklar arasında şiddet ortamını besleyerek kardeşçe bir çözümü zorlaştırırken, diğer yandan Türkiye’nin Ortadoğu’ya girişine zemin oluşturmaktadır.
Hareketli geçecek yeni yıla merhaba…