Üniversitedeki akademik personelin iş güvencesi gün geçtikçe tırpanlanıyor. Araştırma görevliliğinden doçentliğe uzanan bir süreçte akademisyenler, üniversite yönetimleri ve YÖK kıskacında çeşitli düzeylerde baskıyla karşı karşıya. Sorunlar, akademik özgürlükten idari konulara kadar farklı alanlarda kendi göstermekte. Alt yapısı oluşturulmadan açılan üniversiteler yetişmiş eleman bulmakta zorlanırken, bir yandan da yetişmekte olan akademisyenlerin önü farklı gerekçelerle tıkanmakta. Esasen […]
Üniversitedeki akademik personelin iş güvencesi gün geçtikçe tırpanlanıyor. Araştırma görevliliğinden doçentliğe uzanan bir süreçte akademisyenler, üniversite yönetimleri ve YÖK kıskacında çeşitli düzeylerde baskıyla karşı karşıya. Sorunlar, akademik özgürlükten idari konulara kadar farklı alanlarda kendi göstermekte. Alt yapısı oluşturulmadan açılan üniversiteler yetişmiş eleman bulmakta zorlanırken, bir yandan da yetişmekte olan akademisyenlerin önü farklı gerekçelerle tıkanmakta. Esasen sorunun temelinde, kamu yönetiminde işetmeci mantığın yerleştirilmesine paralel olarak güya “rekabetçi” bir ortamın yaratılarak çalışanların sürekli işten atılma tehdidi ile karşı karşıya bırakılması yatıyor. Bütçeden eğitime ve üniversitelere ayrılan paylarda belirgin bir artış gözlenmezken, hissedilen mali açığın üniversite personelinin “proje” üretimine sevk edilerek bir tür “kendine yardım” ilkesi ile yani açık bir şekilde piyasacı mantıkla çözülmesi bekleniyor. Bu yaklaşım tarzının bir sonucu olarak, üniversiteler kamusal bilginin üretildiği alanlar olmaktan ziyade belirlenmiş alanlarda çalışan ve ona yönelik bilgi üreten “işletme”ler pozisyonuna indirgeniyor. Bununla birlikte kastlaşmış ve kadrolaşmış üniversite kadrolarının içinde, bir yanda akademik özgürlükler sürekli tehdit altında, öte yanda ise henüz üniversite yönetimleri evrensel standartların çok altındayken, “dünya çapında bir üniversite olma” gerekçesiyle getirilen garip yükselme kriterleri, konunun diğer boyutları.
Üniversitedeki sorunlar dallı budaklı olunca, bu yazının asıl derdi olan genç akademisyenlerin taleplerine gelmek biraz zorlaşıyor. İlgili kanunun maddelerine atıfla, 33/a, 50/d, 35 diye gruplara (!) ayrılan “asistanlar”, üniversitenin geleceği olarak korunup kollanması gerekirken, gözden çıkarılan ilk halka olarak görülmekteler. Özellikle 2547 sayılı yasanın 50/d maddesine göre kadroya alınan araştırma görevlileri, doktora programlarını “başarı”yla tamamladıktan sonra işten atılma tehlikesi altındalar. Bir nevi “burslu öğrenci” sıfatıyla, sözleşmeli personel mantığı ile işe alınan 50/d’li asistanlar, akademik özgürlüğün zaten tehlikede olduğu bir çerçevede, çalışmalarının karşılığını işsiz kalarak alıyorlar! Artık üniversiteler, -bir nevi daimi statüdeki- 33/a maddesi uyarınca araştırma görevlisi almıyor. 50/d’den 33/a’ya geçiş, tamamen üniversite yönetiminin -hatta bizzat rektörün- tekelinde. Bir üniversite rektörünün deyişiyle, doktorayı bitirdikten sonra okuldan atılan araştırma görevlilerinin, iş hayatına atılıp kendi işini kurması gerekiyor! Öte yandan, taşra üniversitelerinde doktora programı olmadığı için, merkezi üniversitelerde bu aşamayı tamamlayan ve 35. madde ile görevli araştırma görevlileri ise, ne görev yaptıkları ve her türlü idari kararlarına tabi oldukları üniversitenin mensubu olarak görülüyor ne gidecekleri üniversiteler tarafından korunuyor, tersine “buraya gelmezseniz şu kadar ceza ödersiniz” diye milyarlık senetlere imza attırılıyor.
Bu sorunların karşısında, başta 50/d maddesi kapsamında çalışan araştırma görevlileri olmak üzere, genç akademisyenler, iş güvencesi ve akademik yükselme koşullarındaki adaletsizliklere karşı örgütleniyor. Girişim, farklı şehirlerden katılımcılarla yaptığı toplantı ile Mayıs ayında imza kampanyasına başladı. Geçen sürede bir çok üniversitede imzalar toplandı. Kampanya metninde, asistan, asistan hekim, okutman, öğretim görevlisi kadrolarında bulunan çalışanların, üniversitede sunulan kamu hizmetinin asli yürütücüsü ve üniversitenin ana bileşenlerinden biri olduğu hatırlatılıyor. Metinde, “bu öğretim elemanları, YÖK sistemi içinde tali ve geçici personeller olarak görülmektedir. Ve bugün pek çok üniversitede başta asistanlar olmak üzere birçok üniversite çalışanının görevlerine keyfi bir biçimde sessiz sedasız son verilmekte, bir kıyım yaşanmaktadır” ifadesine yer verilerek kimi talepler sıralanıyor.
Taleplerin başında, yıllık ve süreli atamalar öngörerek sürekli bir işsizlik tehdidi yaratan geçici istihdam uygulamalarına acilen son verilmesi, asistanların görev tanımlarının netleştirilip, akademik ve mesleki gelişime engel olmayacak biçimde belirlenmesi bulunuyor. Bunun yanı sıra akademik atama ve yükseltme kriterleri, kazanılmış hakların devamlılığı gibi konularda tüm üniversite bileşenlerinin katılımı ile yeni bir düzenlemenin gerekliği vurgulanmakta. Metinde ayrıca, üniversite çalışma koşullarının ve ücret adaletsizliklerinin giderilerek akademik özgürlüğü ve bağımsızlığı tehdit eden her türlü koşulun kaldırılması gerekliliği ifade ediliyor. Girişim yaklaşık 500 üyeli mail grubu aracılığı ile kampanya sürecini farklı şehirlerde örgütlemeye çalıştı ve bundan sonraki sürece dair tartışmalar da devam ediyor. Gruba üye olmak için, asistangirisimi@googlegroups.com adresine boş bir mail atılabilir. Ayrıca www.asistanlar.org ve www.asistangirisimi.org adresiyle bir de web sitesi bulunmakta.
Sözün özü, geçtiğimiz iki senenin 1 Mayıs’larında “Araştır Da Gör!” ve “Asistan Kıyımına Son” pankartları ile yürüyen genç akademisyenlerin iş güvencesi talebi, üniversitelerin geleceği ile birebir örtüşmekte.
* Araş. Gör., Ankara Üni. SBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.