Gelişmeler hızlandı. Perde, Doğan medyanın “mahalle baskısı” tartışmalarıyla açıldı. Medya mensupları heyetler halinde Malezya’ya gönderildi. Havada “ılımlı İslam” eleştirileriyle AKP’ye ilişkin kuşkucu yaklaşımlar uçuşmaya başladı. TÜSİAD, Anayasa hazırlıkları konusunda salvo atışı yapmaya başladı. T. Erdoğan da ABD’de oldukça soğuk karşılandı. Bunu, “Ermeni Soykırımı” yasa tasarısının ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde hızla kabulü izledi. Gelişmeler […]
Gelişmeler hızlandı. Perde, Doğan medyanın “mahalle baskısı” tartışmalarıyla açıldı. Medya mensupları heyetler halinde Malezya’ya gönderildi. Havada “ılımlı İslam” eleştirileriyle AKP’ye ilişkin kuşkucu yaklaşımlar uçuşmaya başladı. TÜSİAD, Anayasa hazırlıkları konusunda salvo atışı yapmaya başladı. T. Erdoğan da ABD’de oldukça soğuk karşılandı. Bunu, “Ermeni Soykırımı” yasa tasarısının ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde hızla kabulü izledi. Gelişmeler sürerken, PKK’nin saldırıları ve 13 askerin öldüğü karakol baskını gündeme geldi. Generallerin demeçleriyle, medyanın manşetleri örtüştü.
AKP’nin köşeye sıkıştırıldığı açıktı. AKP-MHP’nin flörtü su yüzüne çıktı. MHP referandumla ilgili değişikliğe; DTP ile destek verdi.
Karşılında MHP’li eski bakan Koray Aydın, Yüce Divan’da aklandı.
Sıkıştırmalara istenilen sonuç alınmış olmalı ki, savaş haline uygun bir “milli birlik ve beraberlik” havası estiriliyor. Tezkere meclise getirildi. AKP, ordu, MHP, CHP, sermaye, medya kol kola. Bahçeli dört nala akına geçti: “Kandil’de yapılacaklar yurt içinde de yapılmalıdır…Tezkereye karşı çıkan herkes örtük olarak PKK’nin yanındadır… Başbakan operasyon konusunda kararlı görünüyor, ama bölgeden gelen AKP’li bazı milletvekillerinden çatlak sesler çıkıyor…” Bu sözler operasyonun yurt içinde de süreceğinin göstergesi. Belli ki yeniden “1 Mart tezkeresi” talihsizliği istenmiyor. Hararetli ortamda Kürt muhalefeti, savaş karşıtları ve toplumsal muhalefetin kritik dönemde ayak bağı olmamaları için “silkelenmeleri” hedefleniyor. Peş peşe gelen “örgüt” operasyonları, yayın yasaklamalar, tutuklamalar ve polis terörü, baskıların resmi düzeyini; küçük çaplı linç girişimleri, parti ve dernek binalarına saldırılar gayrı resmi düzeyini oluşturuyor.
Uluslararası alanda da önemli gelişmeler var. Lübnan’da gelecek ay seçim var, ABD-İsrail ittifakı, Suriye karşıtı bloğu destekliyor. Mevcut ABD yönetimi ise olağanüstü zayıflamış ve paramparça olmuş durumda. Cumhuriyetçiler içinde, Ortadoğu politikaları konusunda, sert farklılıklar mevcut. Örneğin Türkiye politikaları açısından, yönetimin güçlü isimlerinden birisi olan R. Holbrooke’un ekibi, ılımlı İslam projesine sahip çıkarken; İsrail’le ilişki içinde olan şahin takımı, projeye karşı oldukça mesafeli. Şahinler, TSK ile yakın temas halinde ve İsrail’in bölgeyi savaşa sürükleme politikalarının yanında. Başta Irak tüm Ortadoğu’da zikzaklar çizen Amerikan politikaları, yeni iktidar çatışmalarını ve hesaplaşmaları yansıtıyor.
ABD’nin Türkiye’nin Irak’a müdahalesine karşı olduğu tezleri; hükümetin ABD’ye yönelik yaptırımlardan dem vurması, büyük bir safsatadan ibaret. Bu durumun en basit kanıtı sıcak para trafiğinin yönü ve borsanın durumunda görülebilir. Türkiye’nin sergilediği gidişatın dışardan destek alıyor olmaması halinde sıcak para miktarı 103 milyar dolarla, borsa yeni zirvelerle tarihi rekorlara imza atabilir miydi?
ABD yönetimi içinde Türkiye’nin Irak’la yakından ilgilenmesine sıcak bakmayanlar gibi, müdahaleden yana olanlar da var. Ülkemizdeki tüm egemen sınıf kanatlarının birleşip tezkere kararı çıkarmaya yönelmeleri, ABD yönetimi içinde de bir mutabakatın oluştuğu veya İsrail politikalarına paralel olarak gelişmelere göz yumulduğu şeklinde değerlendirilmeli. İsrail’in geçen ay, TSK’nın da bilgisi dahilinde Suriye’ye karşı gerçekleştirdiği saldırı, gelişmelerin yönünü gösteriyor. TSK operasyondan önceden haberdarken, Babacan’ın İsrail ziyaretinde dahi doyurucu bilgi alamamış olması duruma ışık tutucu değil mi? Büyükanıt’a İsrail ziyareti sırasında “Araplara karşı savaşan Osmanlı kahramanları” anıtının açtırılması anlamlı bir jest sayılamaz mı?
***
AKP’nin işinin zorlaşacağı beklentisi doğrulanıyor. Yeni dönemin saflaşmaları, AKP-MHP-ordu flörtünden de anlaşıldığı üzere eskinin basit tekrarı olmayacak. Çatışmanın yeni raundu, yeni gelişme eksenleri üzerinden ve oldukça sert açılış hamleleriyle başladı. Ortadoğu’daki kaynama yeni eksenlerin en önemlisi. Bu kez Türkiye’nin daha aktif bir pozisyon alması isteniyor, kaçış da eskisi kadar kolay değil. Türkiye’yi Ortadoğu’ya bulaştırmanın tek yolu Kürt sorunundan geçiyor. PKK saldırıları ve Türkiye’nin operasyon hazırlıkları, “tavşana kaç, tazıya tut” politikasının sonuçları olarak belirginleşiyor.
İktidarın yüzde 46’lık seçim zaferinin henüz tazeliğini yitirmemiş olmasına rağmen bu denli kolayca silkelenebilir olması, aslında ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Gelişmeler, AKP’yi Ortadoğu’ya doğru her gün biraz daha itekliyor. AKP, ilk başta sergilediği çekingenliği üstünden atıyor. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’ndaki misyonu da bu doğrultudan oluşuyor. AKP’nin bugünlerdeki pozisyonu, “kaçınılmazlığın gönüllülüğe dönüşmesi” süreci olarak da tarif edilebilir.
Orduysa seçim hezimetinden hızla sonuçlar çıkartıp, İsrail ile olan ilişkilerini iyice güçlendirmeye yöneldi. Ordunun AKP ile ilişkilerinde de ciddi bir pürüz yok. A.Gül’ün seçilmesine karşı göstermelik tepkiler söndü. MHP, egemenlerin ortak öngörüleriyle uyumlu, yeni dönemin ana muhalefet partisi olarak konumlandı. Kriz politikası güttüğü için dışlanan CHP gibi hırçınlıkta ısrar etmiyor. AKP ile “al gülüm, ver gülüm” bir iktidar-muhalefet ilişkisi kurmuş durumda.
Önceki dönemin gerici-liberalizmle, otoriter-milliyetçilik kutuplaşmasının tarafları, şimdilerde Ortadoğu’da görece uyuma zorlanıyor. İki kamp arasında ortak noktalar arttırılıp, farklılıklar azaltılmak isteniyor.
Bu süreçte, bir yandan ordunun dış operasyonlar için hazırladığı profesyonelleşme projesi hızlandırılıyor; yeni cumhurbaşkanı bu misyon etrafında anlamlandırılıyor. Diğer yandan, yeni politika “milli birlik ve beraberlik” atmosferine eşlik eden bir baskıcılık çizgisiyle tezgahlanıyor.
Türkiye egemenleri Kürt politikasında yeni bir düzlemin oluşturulmasını amaçlıyor. İlk hedef PKK’nin etki alanının daraltılması. Kerkük pazarlığı; Türkiye’nin, K.Irak’ın statüsüne ilişkin izlediği bulanık çizgi; Barzani’nin “hırçın milliyetçiliğinin” törpülenmesi; Kürt sorununa yönelik ülke içi politikalar gibi konulara sıra sonradan gelebilir. Ortadoğu atmosferinin kayganlığı göz önüne alındığında, söz konusu hedeflerin ne denli çetrefilli olduğu açık. Gelişmelerle birlikte yegane politikanın yine şiddet ve düşmanlık üzerine kurulması ise en büyük olasılık.
AKP başlangıçta muhtemelen K. Irak operasyonunu mümkün olan en hafif biçimde atlatma refleksi sergileyecek. Operasyonun biçimi, süresi, coğrafi yayılımı gibi konular bu yönelimin ayrıntıları. Önemli olan bu yönelimin belirginleşmesi ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelere fiilen dahil olabilme potansiyelinin açığa çıkmış olması.
***
Süreç toplumsal muhalefet açısından da önemli değişimler ve hayal kırıklıkları yaratacak. Hayal kırıklığı öncelikle, AKP’den beklentileri konusunda yanılan Kürt hareketi saflarında yaşanacak gibi görünüyor. Bir süredir, tek sivil rakibi durumuna gelen AKP’ye yüklenmeye başladı. PKK’nin son saldırılarla Türkiye’yi K.Irak’a çekmeye çalıştığı açık ve mantığının yine milliyetçi bakış açısıyla işlediği görülüyor. PKK bu saldırılarla öncelikle AKP’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Böylelikle Kürtler üzerindeki politik inisiyatifini yeniden güçlendirmeyi hedefliyor. Ancak eski saflaşma
lar ışığında politikalar geliştirmeye çalıştığı gözleniyor. Kürtlerin yapay ve abartılı şiddet gösterileri sonucunda kabaran milliyetçi duygularının, Barzanicilik gibi “daha tehlikesiz ve başarı şansı daha yüksek” yollar arama olasılığı az değil. Diyarbakır Barosu, Tabip Odası ve İşadamları Derneği’nin yayınladığı ve PKK’nin şiddet politikasına son vermesini talep eden ortak çağrı, bu hissiyatın en sağduyulu ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Hayal kırıklığı yaşaması muhtemel diğer kesimler “ulusalcılar” ve “sol liberaller” içinden çıkacak. Ulusalcıların bir bölümünün AKP ile MHP arasında öğütülmekten rahatsız olmaları beklenebilir. Liberal solcuların bir bölümünün de AKP’nin gericiliğinden ve AKP-MHP-ordu arasındaki paralellikten tedirgin olması muhtemel. Yeni süreç, yeni saflaşmaları tetikleyerek gelişecek.
***
Devrimciler bugüne dek izledikleri bağımsız bir sol hareket yaratma politikalarını daha ısrarla, daha atak ve daha kapsayıcı biçimlerde sürdürmelidir. Egemenlerin sindirme politikalarına taviz verilmemeli;toplumsal muhalefet içinde Kürt hareketinin milliyetçi refleksleriyle mücadeleden de geri durulmamalıdır.
Erdoğan anayasa değişikliği konusunun önümüzdeki yıla ertelenebileceğinden söz etti. Ama AKP’nin yürüttüğü neoliberal politikalar azgınlaşarak sürüyor. 6 Ekimdeki güvencesiz eğitimcilerin ilk büyük eylemi sayılabilecek Ankara gösterisi son derece anlamlıydı. İlerici emek örgütlerinin 3 Kasım’da düzenleyecekleri “Özgür, Demokratik, Eşitlikçi bir Türkiye” mitingi, halkın hak mücadelelerinin sokağa döküleceği bir öncü eylem platformu olarak yeni dönemin muhalefet sürecinin “giriş kapısı” haline getirilebilir. Kasım ayı boyunca lise ve üniversite gençliğinin demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükselten eylemleri, büro emekçilerinin ve taşeron sağlık emekçilerinin hak mücadeleleri sol muhalefet çizgisinin üzerinde inşa edileceği temeli belirginleştirecek. Bu temelin üretilmesinde halkın temel hizmetler alanındaki neo-liberal saldırganlığa karşı direnişi ve yeni işçi kitlesinin güvencesizleştirmeye karşı mücadelesi tayin edici rolde olacak.
Kuşkusuz bu tür hak mücadeleleri ülkede yaratılan şoven dalganın içinde sindirilmek istenecek. Ama oluşacak büyük hak gaspları ortamında bu sindirme girişimlerinin etkili olması kolay olmayacak. Devrimciler, ırkçı-faşist gericilik dalgasına karşı mücadeleyi; neoliberal saldırı programına karşı hak mücadeleleriyle; güvencesiz işçilerin ilk mücadele kıvılcımlarıyla birleştirerek, yenilenmeci-bağımsız bir sol hareket yaratma becerisini gösterebilmeli.