Hrant Dink davasının seyri, hiç değilse bu cinayetin aydınlatılacağı yönündeki en saf beklentileri de boşa çıkardı. AKP destekçisi liberaller bile hayal kırıklığına uğramış görünüyor. Zaten her şey göz önündeydi. Dava dosyasından sızan belgeler, medyada yazılanlar, cinayetin göz göre göre işlendiğini bir kez daha gösterdi. Daha acısı, kimi devlet görevlilerinin göz yummasıyla bile değil, bizzat yönlendirmesiyle […]
Hrant Dink davasının seyri, hiç değilse bu cinayetin aydınlatılacağı yönündeki en saf beklentileri de boşa çıkardı. AKP destekçisi liberaller bile hayal kırıklığına uğramış görünüyor.
Zaten her şey göz önündeydi. Dava dosyasından sızan belgeler, medyada yazılanlar, cinayetin göz göre göre işlendiğini bir kez daha gösterdi.
Daha acısı, kimi devlet görevlilerinin göz yummasıyla bile değil, bizzat yönlendirmesiyle işlenen bir cinayet var ortada.
Cinayetin işleneceği bir yıl öncesinden itibaren Trabzon’da konuşulmaya başlanmış.
Trabzon Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü sıfatını taşıyan kişi, azmettirici diye bilinen zanlıyı çağırarak, “Bu bayrak yere düştü, bayrağı kaldırmak Erhan ve Yasin’e düşmüş görevdir” diye telkinde bulunmuş. (Akşam, 10 Şubat 2007)
Yine de, “katil yakalanırsa” ihtimaline karşı sorumluluktan kurtulmak gibi bürokratça kaygıyla ve nasıl olsa dikkate alınmayacağına dair kesin bilinçle, cinayet hazırlığı, Trabzon Emniyeti tarafından İstanbul Emniyeti’ne 17 Şubat 2006’da resmi yazıyla bildirilmiş. İhbar yazısında cinayet hazırlığı, faillerin adres bilgilerine kadar ayrıntılarıyla anlatılıyor. (Milliyet, 30 Ocak 2007; Akşam, 3 Ekim 2007)
Gerçekten de ihbar ciddiye alınmamış. Ciddiye alınmak şöyle dursun, Hrant Dink başka bir vesileyle İstanbul Valiliği’ne çağrılıp, “Yazdığınız yazılara, üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diye uyarılmış! (Anlatan Hrant Dink, AGOS, Sayı: 563, 12 Ocak 2007)
Önceden bilinen ve resmen haber verilen cinayet gecikmiyor. Hrant Dink, bu yazısının
üzerinden sadece bir hafta geçtikten sonra başından kurşunlanarak kaldırıma seriliyor.
Kamuoyunda patlayan vicdani baskı ve daha önemlisi cinayetin dünya çapında yankılanması karşısında katil mecburen yakalanıyor. Bayrak yerde değildir artık! Tetikçi çocuk, devlet dairesinde, göğsünde bayrakla kahramanlaştırılıyor. İstanbul Emniyet Müdürü, cinayetin “siyasi boyutunun olmadığını, milliyetçi duygularla işlendiğini” bildiriyor! (22 Ocak 2007 tarihli basın toplantısı)
Sonrasında en acemi polislerin bile düşmeyeceği hatalarla yüklü ciddiyetsiz bir soruşturma.
Cinayet failleriyle telefon görüşmelerinde “Koyum…na, Gebermişse gebermiş” diye cinayeti kutlayan resmi ağabeyler. (Milliyet, 29 Eylül 2007) Zanlıları, “ya sev ya terk et” yazılı araçla mahkemeye taşıyan sözüm ona güvenlik personeli.
Suç ortaklığı bu denli afişe olmasına karşın haklarında soruşturma bile açılmayan, soruşturma açılmak şöyle dursun adeta taltif edilen resmi görevliler. Cinayet ihbarıyla ilgili dosyanın istenmesi talebini “devlet sırrı” gerekçesiyle reddetmekle kalmayıp, “gebermişse gebermiş” diyen resmi görevliyle ilgili soruşturma istemini de reddederken konuşmayı haberleştirenlerle ilgili soruşturma açılmasını kararlaştıran bir mahkeme. (Akşam, 3 Ekim 07)
Her şey o kadar göz önünde ve pervasız ki.
* * *
Sadece emniyetçiler ve yargıçlar değil.
“Hepimiz Ermeni’yiz” çığlığına karşı bağnazlığın tutsağı milyonlar.
Bağnazlığı meşrulaştırmaya çalışan siyasetçiler, kanaat tüccarları.
“Hepimiz Türk’üz” diye manşetten başlık atan gazeteler.
AKP’ye desteğinin sürmesi için Hrant Dink davasını ve AB sürecini şart koşan sahte liberaller.
Tetikçi çocuk için gösteri düzenleyen dernekler, futbol kulüpleri.
“Bu büyük bir plan ise Hrant Dink kendi ölümüne razı olmak zorunda kalmış olabilir” diye ahkâm kesen soldan dönme şair. (Nokta Dergisi, 22-28 Mart 2007, Sayı: 21)
Katilin türküsünü yazan kökten sağcı “Ozan”.
Türküyü “vatanseverce” diye alkışlayan baro başkanı…
Her şey o kadar göz önünde ve pervasız ki.
* * *
Sadece emniyetçiler, yargıçlar, bağnazlığın tutsağı milyonlar, sahte liberaller, dernekler, şairler, gazeteciler değil.
Timsah gözyaşı dökerek resmi-sivil pervasızlığı cesaretlendiren siyasi ve askeri yetkililer.
Hrant’ın şahsında Türkiye’yi hedef alan cinayetin ucu nereye dayanırsa dayansın oraya kadar gidileceği yönünde sahte sözler.
Hrant Dink’in öldürülmesini “Soykırım tartışmaları gündemdeyken manidar” bulmakla, tetikçi çocuğun göğsünde bayrakla kutsanmasını “sululuk” diye geçiştirmekle, vicdanını yıkamak için taziye ziyaretiyle yetinen, neden korunmadığı sorusu karşısında “Koruma talep etmemiş ki” mazeretine sığınan, Dink’i hedef haline getiren zehirli atmosferle ilgili siyasi ve vicdani muhasebe ahlakından yoksun Başbakan ve yol arkadaşı siyasetçiler.
Hrant Dink 301’inci madde cinayetine kurban gitmişken, öldürüldüğünde 301’inci maddeden 6 ay hapis cezasına mahkûmken, ilk yurt dışı gezisinde dünyanın gözü önünde “Bu madde yüzünden ceza almış kimse yok” diye konuşabilen Cumhurbaşkanı. (Milliyet, 4 Ekim 2007)
Her şey o kadar göz önünde ve pervasız ki.
Lümpen ırkçı nefretin birkaç kişilik cinayeti değil. Kolektif bir ırkçı-dinci hınçla işlenmiş bir cinayet.
Hrant’ın kaldırıma akan kanı yerde kalmadı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, sivil, asker, yargı, emniyet, üniversiteler, sendikalar, iş adamları, medya, sanat ve edebiyat dünyasında herkesin elinde.
* * *
Cenaze töreninde “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” diye ortak acıyı dillendiren yüz binler, Türkiye adına umut vericiydi. Ne yazık ki, Türkiye’nin tamamını temsil etmiyorlardı, azınlıktaydılar.
Dini inancı ve milliyetçiliği aç gözlü sermaye siyasetinin bayrağı haline getirenlerin Türkiye’sinde Türk ve Müslüman olmayı düşmanca üstünlük belleyen milyonlar, Dink’in “Türk’ün kanı zehirlidir” dediği palavrasına kolayca kanıp, cinayeti bir cihat eylemi gibi algıladılar.
Tetikçi çocuk cinayeti işlemeden önce namazını kıldı; resmi görevliler göğsünde Türk bayrağıyla kahramanlaştırdılar, Emniyet Müdürü milliyetçi duygulardan söz etti.
Oysa, “Gözüm var bu vatanın toprağında… Ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için” diye feryat eden Hrant Dink, “Türk’ün kanı zehirlidir” dememişti.
Ama, Dink’in öldürülmesiyle anlaşıldı ki, Türkiye’nin ciğerlerine dolan hava öldüresiye zehirlidir.
Anlaşıldı ki, Türkiye’nin damarlarındaki kana öldüresiye zehir karışmıştır.
Anlaşıldı ki, Türkiye, Kurtlar Vadisi’nde Susurluk Ovası’nda akıl ve vicdan tutulmasına uğramıştır.
Türkiye’nin vicdanı, sahte dindar ve kaba milliyetçi siyasetçilerin önderliğinde çoraklaştırıldı, havası ve kanı elbirliğiyle zehirlendi. Halklar arasında kardeşleşmenin savaşçısı Hrant Dink’in katledilmesiyle Türkiye’nin vicdanı, kanı ve havası temizlenmedi, daha da kirletildi.
Türkiye’nin boynuna cehennemlik bir günah yaftası gibi asılan cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılması bu zehirden arınmanın şartlarından biridir artık.
“Şehit” ve “ölü ele geçirilenler” istatistiğinin noktalanması, Maraş’ta, Çorum’da, Madımak’ta, Başbağlar’da, Beytüşşebap’ta katledilenleri kökenine, inancına, düşüncesine bakmadan sahiplenecek ruh yüceliğine toplumca ulaşabilmenin de şartlarından biri.
Ne ki, katil üretme çiftliklerine göz yuman, katilleri teşvik eden emniyet ve siyaset düzeninde, Orhan Pamuk ve Elif Şafak’a gösterdiği esnekliği sağken Dink’ten esirgeyen hukuk siste
minde cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılacağını ummak gerçekçi değildir.
Türkiye’nin muhtaç olduğu arınma, farklı kimlikleri barış içinde kardeşçe yaşatacak emekçi demokrasisinde mevcuttur.