Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak’a sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere gönderilmesi ve görevlendirilmesi hususunda Hükümete bir yıl süreyle izin veren karar, 17 Ekim 2007 günü TBMM’den çıktı. Bu karar, sınır ötesi operasyonun hudut, şümul, miktar ve zamanını belirleme yetkisini Hükümete veriyor. TBMM kararlarının gelişimi ve hukuki niteliği TBMM kararları ile hükümete, yabancı silahlı […]
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak’a sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere gönderilmesi ve görevlendirilmesi hususunda Hükümete bir yıl süreyle izin veren karar, 17 Ekim 2007 günü TBMM’den çıktı. Bu karar, sınır ötesi operasyonun hudut, şümul, miktar ve zamanını belirleme yetkisini Hükümete veriyor.
TBMM kararlarının gelişimi ve hukuki niteliği
TBMM kararları ile hükümete, yabancı silahlı kuvvetlerin ülkede bulundurulması ve sınır ötesi operasyon için yetki verilmesi uygulamasına ilk olarak 1990 yılında Körfez savaşı ile birlikte rastlıyoruz. Körfez krizi sırasında alınan 107 ve 108 nolu kararlar, hükümete savaş ilanına karar vermeyi de kapsayan ve süre sınırına tabi olmayan geniş yetkiler sağlıyordu. Daha sonraki TBMM kararları ise “savaş hali ilanı” yetkisini içermeyen; ancak operasyonların hudut, şümul, miktar ve zamanını belirleme yetkisinin yürütme organına devriyle fiili savaş durumunun yaratılmasını Hükümetin takdirine bırakan bir çizgi izlemektedir.
Körfez Krizi nedeniyle, TBMM’nin aldığı (107 ve 108 Nolu TBMM Kararları) kararlara karşı dönemin ana muhalefet partisi SHP’nin açtığı iptal davası, söz konusu kararın yetki devri anlamına geldiği yönünde görüş birliği olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesince usulden reddedilmiştir. Gerekçe olarak da Meclis kararlarının, Anayasa’nın 148. maddesinde sayılan kanun, kanun hükmünde kararname, TBMM içtüzüğü ya da nitelik ve içerik yönünden bunlara benzeyen metinlerden görülmediği ve Anayasa Mahkemesi’nin Anayasaya uygunluk denetimi görevinin bu metinlerle sınırlı olduğu belirtilmiştir.
Körfez Savaşı döneminde, TBMM’nin TSK’yı ülke dışına gönderme kararlarının her ikisinde de Anayasanın savaş ilanı ve silahlı kuvvet kullanımına ilişkin 92. maddesine atıfta bulunulmuştur. Ülkenin geleceğine büyük etkide bulunacak olan bu metinler, TBMM kararı şeklinde düzenlenerek Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden kaçırılmış; böylelikle bir tür hileli yol yaratılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin ret kararına karşı oy kullanan dört hakimden biri Yekta Güngör Özden, diğeri Ahmet Necdet Sezer’dir. Karşı oy veren hakimlerin ortak gerekçeleri ise şunlardır; “Biçimi karar olan ancak kanun niteliğine sahip bu işlemlerin denetimi Anayasa Mahkemesi’nce yapılmalıdır. Bu bir savaş ilanı olup savaş ancak TBMM’ce ilan edilir, ve kimseye devredilemez. Koşulları, içeriği, miktarı belirtilmeyen ve bunların hepsini hükümete devreden karar Anayasa’ya aykırıdır.” O süreçte karşı oy kullanan hakimler, şu an süregelen savaş çığırtkanlığı karşısında ise, aynı yöndeki hukuksuzluğa, keyfi yönetim anlayışına sessiz kalmışlardır.
“Karar” adı taşımasına rağmen içerik bakımından karar sınırlarını aşan yasama organının bu işlemleri, Anayasa’nın 92. Maddesine göre münhasıran TBMM’ye ait olan yetkinin yürütme organına devri anlamına gelmektedir. 92. Maddenin birinci fıkrasında “…. izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir” denilerek yasama organının bu konudaki vazgeçilmez ve devredilemez yetkisi; bunun ancak kanun yoluyla kullanılabileceği öngörülmüştür. Bu durumun tek istisnası ise ikinci fıkradaki meclisin tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması, bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halidir ve bu durumda da yetkili kişi cumhurbaşkanıdır. İkinci fıkrada belirtilen istisnanın biçimi, (Cumhurbaşkanı kanun yapamayacağı için) karardır.
Anayasa’nın 6. maddesine göre “Türk Milleti” egemenliğini yegâne yetkili organ olan TBMM aracılığı ile kullanır. Yine Anayasa’nın 7. maddesinde de yasama yetkisinin TBMM’ye ait olduğu ve hiç kimseye devredilemeyeceğinin öngörülmüş olması doğrultusunda, hangi sebep, zaman ve koşulla olursa olsun bu yetki, Bakanlar Kurulu’na bırakılamaz.
Sınır ötesi operasyonların niteliği, acil karar verilmesi gereği ve yasa yapma yolunun uzun olması (ki bu süreç İçtüzükle hızlandırılabilir) gibi gerekçelerle TBMM kararı yoluna başvurulmasına rağmen, sınır ötesi operasyon ve savaş kararının, ülke halklarının yaşamını doğrudan ilgilendiren bir karar olması sebebiyle özel önem taşıdığı ortadadır. Üstelik sınır ötesi operasyon yetkisinin uygulamasının denetlenemez oluşunun doğuracağı tehlikeler açıktır.
TBMM’nin izni karar değil, yasa şeklinde olmalıdır ve kuvvet kullanmanın sonucunda ulaşılması beklenen askeri ve siyasi hedeflerin çerçevesinin çizilmesi, kullanılacak gücün oran, miktar ve her yönüyle çerçevelendirilmesi ve Anayasaya uygunluğunun sağlanması gereklidir. Bu metin, tezkere olmaktan ziyade yetki devrine ilişkin bir yetki belgesi niteliğindedir.
Savaş ilanı yetkisini Hükümete devreden bir paragraftan ibaret metin aynen şöyledir:
“Türkiye’ye yönelik terörist saldırılar ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının; Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesine ve görevlendirilmesine Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca TBMM’den bir yıl süreyle izin istenilmesi Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılmıştır.”
Sonuç Yerine:
Irak’a asker gönderilmesi kararını içeren Mart 2003’teki oylama sırasında, Türkiye halkı savaşa karşı iradesini sonuna kadar ortaya koymuştur. Bugün ortaya konması gereken tavır da barış ortamının sağlanmasına yönelik olmalı, savaşa ve ABD’nin yarattığı Orta Doğu bataklığına sürüklenmek yerine, bölgede kalıcı barışın sağlanması için çaba sarf edilmelidir.
TBMM yetkilerinin devri niteliğinde olan ve kanun değil, karar niteliği taşımakla yargı denetiminden kaçırılan, uygulaması 1 yıl süre ile tamamen hükümetin inisiyatifine bırakılan 19.10.2007 tarihli TBMM kararı, hukuki bir işlem olmayıp, Anayasa’ya açık aykırılıklar içermekte ve bu yönüyle anayasal dayanaktan yoksun bulunmaktadır.
Uygulanan seçim sisteminin adaletsizliği, seçim barajın yüksekliği, milletvekillerinin “millet”in vekili değil, parti yöneticisinin, sermayenin vekili olduğu ülkemizde, TBMM çoğunluğunun halk iradesini temsil etmediği, adaletsizlikle dolu bu sisteme “demokrasi” denemeyeceği; meclisteki sayısal çoğunlukla gerçekleştirilerek Anayasayı ve halk egemenliğini çiğneyen yetki devirlerinin, keyfi yönetime kapı araladığı ve bu durumun totalitarizme doğru kayan bir ortam yarattığı açık yüreklilikle belirtilmelidir.
Eğer demokrasi, hiçbir sınırlama olmaksızın halk egemenliğini hayata geçirmek ise, konu ne olursa olsun, hukuksuzluğa karşı ses çıkarmak da demokrasiye inanan tüm hukukçuların görevidir.
* Şimdiye kadar 24 kez Irak sınırları içine girilmiş, ilki 1983 sonuncusu ise 1999 yılında gerçekleşmiştir. Bu girişlerin hepsi Saddam Hüseyin yönetimi ile anlaşmalı olarak yapılmıştır. (Irak-Türkiye arasında imzalanan Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması)