Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush ve ekibinin Ortadoğu planının yeni bir evresine girdiği gözlemleniyor. ABD’nin 16 Temmuz’da açıkladığı “barış konferansı toplanması” yönündeki çağrının ardından konferansın niteliği, kimlerin konferansa çağrılacağı, konferansın düzenleneceği ülke gibi konular tartışıldı ve tartışılmaya devam ediyor. ABD’nin Maryland eyaleti Annapolis kentinde Kasım ayında düzenlenmesi beklenen konferansa davet edilen ülkeler ve […]
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush ve ekibinin Ortadoğu planının yeni bir evresine girdiği gözlemleniyor. ABD’nin 16 Temmuz’da açıkladığı “barış konferansı toplanması” yönündeki çağrının ardından konferansın niteliği, kimlerin konferansa çağrılacağı, konferansın düzenleneceği ülke gibi konular tartışıldı ve tartışılmaya devam ediyor. ABD’nin Maryland eyaleti Annapolis kentinde Kasım ayında düzenlenmesi beklenen konferansa davet edilen ülkeler ve ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Ortadoğu turlarında yaşananlar, barış söyleminin arkasındaki planları gözler önüne serer nitelikte. Gözlemciler konferansın ölü doğduğuna dikkat çekerken, gerçek bir Filistin-İsrail barışı için gerekli adımların atılmadığı yönünde görüş bildiriyorlar. İsrail-Filistin sorununun tartışılacağı ve “barış” zemininin yoklanacağı konferansa Hamas’ın davet edilmemiş olması, konferansın barıştan ziyade bölünme ve savaş getireceğini gösteren ilk belirti. Bernard Ravenel, Pour la Paletsine dergisinde yayınlanan “Barış Konferansı mı, Savaş Konferansı mı?” başlıklı makalesinde konferansın hedefinin İsrail ile Sünni ılımlı Arap devletleri ve Filistin Özerk Yönetimi arasında diplomatik birliktelik oluşturmak ve “şer hattı” olarak ilan edilen İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas’ın karşısında bir ılımlılar hattı oluşturmak yönünde olduğunu belirtiyor.
ABD’nin bu doğrultuda uygulamaya koyduğu ilk icraat, Suudi Arabistan ile komşusu Sünni devletlere, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne 20 milyar dolarlık askeri yardım paketi uygulaması ile Mısır’a önümüzdeki on sene zarfında önerilen 13 milyar dolarlık askeri destek paketi… İsrail ise tam da bu barış şiarının ortasında silahlanma için ayrılmış tam 30 milyar doları ABD’den almış durumda… ABD silah endüstrisi barış için var gücüyle çalışıyor!
Condoleezza Rice, FÖY lideri Mahmut Abbas’a da Filistin gizli servisini geliştirmede kullanılmak üzere ayrılmış 86 milyon doları bu son Ortadoğu turunda sundu. Ravenel bu para sayesinde İsrail lehinde güvenliğin artırılacağı ve Filistin’de iç gerginliğin tırmandırılacağı görüşünde. Gerçek bir egemenliği olmayacak, geçici sınırlara sahip bir Filistin devletinin kurulmasını planlayan İsrail, sürekli bir barışın kurulması için karar verilmesi gereken başlıkları; daimi sınırlar, mültecilerin dönüşü, doğal kaynakların kullanımı ve Kudüs’ün statüsü gibi konuları tartışmaktan kaçınıyor. İsrail’in ılımlı Filistin yönetimiyle masaya oturma gayesi, sadece güdük bir Filistin devleti kurmak amacı da taşımıyor. İsrail’in hedefi, Mahmut Abbas’ın Hamas’la ilişkilerini kesmek; Filistin’in bu şekilde bölünmüş bir yapıya bürünmesi yani birleşik değil parçalanmış ve iç savaşa sürüklenmiş bir Filistin. İsrail, görünürde olduğu gibi Abbas’ı güçlendirmeye çalışmanın aksine Abbas’ın Filistin halkı nazarında itibarını sarsarak onu siyasi olarak yalıtılmış bir konuma sürüklemek; Abbas tarafından yalıtılmış Hamas bir yanda, itibarını kaybetmiş Abbas diğer yanda, tüm bir Filistin ulusal direniş hareketini yok etmek için çalışır görünmektedir.
Filistin Ulusal İnisiyatifi liderlerinden Mustafa Barguti, Al Ahram Hebdo’da yayınlanan bir söyleşisinde, İsrail’in bu bölünmeden faydalanmaya çalıştığının altını çiziyor. İsrail’in, barış konferansı söylemi devam ederken, aynı zamanda Gazze’yi düşman bölge ilan etmesi ve işgallere devam etmesi barış taraftarı olmadığının açık kanıtı niteliğinde… Barguti, İsrail’in koloni kurma çalışmalarını kesmemesi, apartheid duvarının yapımının durdurulmaması ve Gazze’nin düşman statüsünden çıkarılmaması durumunda konferansın da işlevsiz olacağını ilk elden söylüyor. Egemenlik hakkı tam olmayacak bir Filistin devletinin kurulmasına karşı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Partisi, Filistin Ulusal İnisiyatifi ortak bir açıklama yayınlayarak konferansın bir savaş konferansı olduğunun altını çizmişlerdi. Geçici sınırlara sahip, geri dönüş hakkı tanımayan ve Kudüs’ü dışarıda bırakan bir Filistin devletinin kurulmasının İsrail-Arap çatışmasının çözümü olarak sunulamayacağını söyleyen örgütler bu toplantının Filistin’de iç gerginliğe yol açacağını da söylüyorlar; çünkü konferans tek bir muhatap kabul ediyor. Gerçek bir barış için toplanacak bir konferansın, İsrail işgali altındaki Arap devletlerinin katılımıyla gerçekleştirilmesi gerektiği ve nihai sınırlar konusunda kesin karar alması, İsrail’in 67’de işgal ettiği sınırdan geri çekilmesi, su ve güvenlik hakkı gibi konularda kesin sonuçlar vermesi gerektiği de açıklamada belirtiliyor.
Tüm gelişmeler Bush yönetiminin Ortadoğu’da yeni bir adıma hazırlandığını gösteriyor. İran’a saldırmadan önce, kendisine müttefik bir hat oluşturmak ve karşıt güçleri siyasi planda yok etmek bu adımı atmak için gerekli bir ön çalışma gibi… Yorumcular, bu konferansın savaş için toplanacak bir bakanlar kabinesi niteliğinde olacağını söylüyor. Bölgede huzursuzluk ve iç savaş ortamı yaratmak görevi, Suriye ve Lübnan’a saldırılar vasıtasıyla İsrail’in üstlendiği bir görev gibi görünüyor. Zaten Rice, İsrail’in “barışçı” gayelerini tehdit etmeyen konferansta İsrail’i rahatsız edecek herhangi bir konunun görüşülmeyeceği garantisini veriyor. Keza, İsrail barış görüşmeleri sürerken Gazze’yi düşman varlık ilan ediyor.
ABD “şer hattına” karşı “ılımlı hat” kurma yönünde çalışıyor. Michel Warschavski alternativenews’da yayınlanan “Barış Konferansı mı, Savaş Toplantısı mı?” başlıklı makalesinde konferansın temel şiarının “İslam’a karşı savaş” olacağını yazıyor. Ilımlıları İsrail, Sünni devletler ve FÖY oluştururken şer hattını ise İran, Hizbullah, Hamas ve laik bir ülke olmakla birlikte Suriye oluşturmakta. Öncelikle İran’a karşı bir Arap hattı kurmak (Mısır, Suudi Arabistan ve Arap Emirlikleri), sonra hem İran’a hem de İran’ı destekleyebilecek Rusya gibi güçlere karşı, silahlanmayı hızlandırmak konferans heyetinin hedeflerini oluşturuyor. Buna Hindistan’la ABD arasında imzalanan nükleer işbirliği ve 10 milyar dolarlık silah anlaşmasını eklersek, Çin ve İran’a karşı nükleer stratejik ortaklık zemininde buluşulduğu görülüyor. Bu da, planın daha geniş çerçevede Hindistan, Japonya ve İsrail ile birlikte ABD egemenliğinde bir uzak doğu projesinin taslağı niteliğinde olduğunu ortaya koyuyor.
Japonya’nın Ortadoğu barış konferansına katılma talebinde bulunması bu anlamda bir önem kazanıyor. Warschavski, ABD’nin Ortadoğu’da nükleer savaş hazırlığı yaptığını söyleyerek Bush’un adeta üçüncü dünya savaşı planı yaptığını iddia ediyor.
Konferansa davet edilmeyen Hamas, Arap devletlerine konferansı boykot etme çağrısında bulunurken, başka bir boykot çağrısı da İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’den geldi. Hamaney, İslam ülkelerine gelecek ay ABD’de yapılacak Ortadoğu Barış Konferansı’nı boykot etmeleri çağrısında bulundu. Suriye de 1967’den beri İsrail işgali altındaki Golan tepeleri konusunun tartışılmaması durumunda konferansa katılmayacağını duyurdu. Herkes barıştan öylesine umutsuz ki Mısır ve Suudi Arabistan bile konferansın bir çözüm getirmeyeceği yönünde açıklamalarda bulunuyor.
Annapolis Konferansı’na, Ortadoğu Dörtlüsü olarak bilinen ABD, AB, Rusya ve BM’nin yanı sıra, Türkiye de katılacak. Toplantının “barış” adına yakışır bir toplantı olmasını beklemek ne denli mümkün, bi
linmiyor. Bundan sonra sormamız gereken soru, konferansa ev sahipliği yapmayı da düşünmüş olan Türkiye’ye bu gelecek yeni savaş ortamında nasıl bir rol biçildiği… Ortadoğu’da savaşa çekilmeye çalışan Türkiye’nin ılımlılar hattında yerini alması ve savaşın tam ortasında kalması kaçınılmaz gibi görünüyor.