ölüm orucuna yatan bir gerillaya sevdalanmalı.. ve o devrim olana kadar tutkuyla, sabırla, suskuyla beklemeli, beklemeli, beklemeli.. aşk, çekilen acıya değmeli.. İnsan neden düşüncesini eyleyemez? Belki de sürekli olarak düşünce ile eylem arasına kocaman bir duvar örülmeye ve yüreği ve ruhu tecrit edilmeye çalışıldığı için. Her gün 8-12 saat arasında çalışıyorsanız ve buna rağmen insanca […]
ölüm orucuna yatan bir gerillaya sevdalanmalı..
ve o devrim olana kadar tutkuyla, sabırla, suskuyla
beklemeli, beklemeli, beklemeli..
aşk, çekilen acıya değmeli..
İnsan neden düşüncesini eyleyemez? Belki de sürekli olarak düşünce ile eylem arasına kocaman bir duvar örülmeye ve yüreği ve ruhu tecrit edilmeye çalışıldığı için. Her gün 8-12 saat arasında çalışıyorsanız ve buna rağmen insanca yaşayamıyorsanız, isyan etme potansiyeli taşıyabilirsiniz. Ancak karşılaşacağınız zorluklar malum, insana korku verir. Bu yüzden “karakola, mahkemeye işim düşmesin” dersiniz. Sınırları zorlamamayı, cüret etmemeyi öğrenirsiniz. Bu bir çeşit gericileşmedir. İleri adım atanlar da toplumsal tecrite maruz tutulmaya çalışılır veya kendi muhasebelerine hapsedilip, hatalı oldukları özeleştirisini verirler.
Sistem, ileri adım atanların toplumsal tecrite maruz kalmasını istese de, işler her zaman öyle gitmez. İleri adım atanlar halkın gözünde efsane haline gelebilir. Örneğin 71 devrimci hareketi, toplumda böyle bir etki yarattı. Oysa efsaneleri sıradanlaştırmak gerekir. Bu da halkın topyekun olarak hak aramasını sağlamakla olabilir.
Derler ki; özgürlük bütün devrimlerin özüdür ve özgürleşmek isteyen isyancı, ilk önce kendisine isyan eder. Hücrelerdeki tecrit koşullarında, yüreklerini ve beyinlerini kurtarılmış bölgeler haline getirmeye çalışan tutsaklar, bir isyan deneyimi gösterdiler. Yürümenin ve yolun anlamını öğrettiler. Pırıl pırıl kırmızı harflerle yazdılar adlarını; devrim diye… Evet, ölüm orucunun anlamı budur…
Esas sınırlara mecbur olmak insana acı verir. Onlar hep sınırı aştı…
Tarihte birçok tecrit (ve imha) saldırıları yaşandı. Tecritin adı Nazilerde Toplama Kampı-KZ, Saygon’da Kaplan Kafesi, Çin’de Mağara ve Belfast’ta Cehennem Deliği oldu. Açlık grevleri de Cehennem Delikleri’nde başladı.
IRA militanı Bobby Sands’ın tutsaklığı 1976 yılında başladı ve Belfast’taki Long Kesh Hapishanesi’nde H-Blokları’nda 4.5 yıl sürdü. Sands, tek tip elbise uygulamasını protesto etti ve 4 yıl boyunca battaniyeye sarınarak yaşayıp bu tutumunu sürdürdü. Tek tip elbise uygulamasının kaldırılması ve siyasi tutuklu olarak tanınmaları talebiyle, 21 arkadaşıyla beraber, 1981 yılında, açlık grevine başladı.
Bu sırada bağımsız milletvekili Frank Maguire’nin ölümü üzerine yapılan ara seçimlerde milletvekili seçildi. Öyle ki aynı bölgeden aday olan Thatcher’dan bile fazla oy aldı. Milletvekili seçildikten bir süre sonra Bobby Sands, açlık grevi eyleminin 66. gününde, 5 Mayıs 1981’de, 27 yaşında; 9 IRA militanı da ilerleyen 4 ayda hayata veda etti.
Bizim kuşağımız ülkemizdeki ilk ölüm orucu eylemlerini Apo, Fatih, Hasan ve Haydar’ın türküsünden bilir. 96 yılındaki ölüm orucu eylemlerinde ise fiilen mücadele içindedir. Ancak bu yazıda esas değinmek istediğim, tarihin en kapsamlı direnişi olan ve bir mevsim değil nice mevsimlerce süren, 20 Ekim 2000’de başlayan ölüm orucu eylemidir.
Son 30 yıldır emperyalist yapılanmanın temel bir yönelimini kontrgerilla siyaseti oluşturdu. 12 Eylül Darbesi, işkenceler, ölümler, halk direnişinin önce alanlara parçalanması sonra etkisizleştirilmesi gibi uygulamalar hep bu siyasetin adımlarıydı. Bu noktada 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren “yeni ceza reformu” gündeme getirildi.
Ceza reformu sadece bir “cezaevi” sorunu değildir, sorun hayatın her alanında halka dayatılan ve yaşatılan “mahpusluk” sorunudur. Bu yüzden F tipi cezaevinde simgeleşen saldırı, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri ile halk arasındaki temel bir çatışma zemini sorunudur. Somuttur yani gerçektir.
AB standardına sahip F tipi saldırısının ilk belirtisi Ulucanlar Cezaevi saldırısıdır. 26 Eylül 1999’da Ulucanlar’a yapılan saldırıda 10 devrimci öldürüldü. Bundan sonra başlatılan propaganda sürecinde ise, “hapishaneleri terör örgütlerinin denetiminden çıkaracağız” vurgusu işlendi. Bu noktada F tipi cezaevleri modeli gündeme getirildi. Çünkü halkı teslim almanın en önemli ayağını, hapishanelerdeki devrimci militanların teslim alınması oluşturuyordu.
F tipi yaşama karşı TTB, TMMOB, İstanbul Barosu, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, öğrenciler ve aydınların aktif katılımıyla bir muhalefet oluştu. Tutsaklarda 20 Ekim’de başladıkları açlık grevlerini 19 Kasım’da ölüm orucu eylemine çevirdi. Aralık ayıyla birlikte yoğun bir baskı süreci başladı. Basın açıklamalarına saldırılar, tutuklamalar vs. hızlandı. Muhalefet, cezaevlerindeki tutsaklara ve dışarıdaki devrimcilere daraltılmaya başlandı.
19 Aralık’ta Türkiye’nin 20 cezaevine aynı anda operasyon başlatıldı. Bu saldırı, faşizmin halka ve tutsaklara açık bir saldırısıydı. 4 güne kadar varan saldırılarda 30 tutsak yakılarak veya vurularak öldürüldü. (Öyle ki; 4 Eylül’de Ntv’de çıkan haberde Hayata Dönüş Operasyonu’nda Bayrampaşa Cezaevi operasyonu koordinatörü Emekli binbaşı Zeki Bingöl, o güne kadar görmediği bir bombanın Kara Kuvvetleri’nden getirildiğini anlatıyordu.)
Cezaevlerinde devlet otoritesi yeniden kuruluyordu! TMY başta olmak üzere birçok yasa da değişiklik yapıldı. Saldırılar; DGM yargılamaları, tutuklamalar, cep telefonu mesajlarına bile dava açma, basına sansür, linç girişimleri vb. şekillerde genişledi. Dışarıda örülen muhalefette genel bir korku ve geri çekilme süreci yaşandı. Tecrit ve ıslah etmeye karşı bir hak mücadelesi, geniş bir biçimde örgütlenemedi. Saldırı ölüm oruçlarının bitirilmesine odaklandı.
Ölüm oruçları cezaevleri dışına da yayıldı. Ancak Armutlu’da mahalleyi tecritle başlayan süreç silahlı saldırıya dönüştü. Ölüm orucu evi karakola çevrildi. Mevsimler süren ölüm oruçlarında şu anki son adım Behiç Aşçı’nın ölüm orucuna başlamasıyla yaşandı. F tipi yaşama karşı muhalefet, yeniden kitleselleşme belirtileri gösterdi. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı 22 Ocak 2007’de bir genelge yayınlayarak; 5 saatle sınırlandırılan tutuklu ve hükümlülerin sosyal faaliyetler için yanyana gelme süresini, 10 saate çıkardı. Behiç Aşçı ve Gülcan Görüroğlu, bu uygulamanın hayata geçirilmesi ve yeni hakların oluşabilmesi için eylemlerine ara verdiler.
Mevsimler süren ölüm oruçlarında 122 insanımız yaşamını yitirdi ve yüzlercesi sakat kaldı.
İnanın çocuklar / açlığınız kadar / açlığım kadar / doğru söylediğim / o dünyayı kuracağız!
18’inde veya 65’inde farketmez. Bu ülkede okullarda parasız eğitim; yoksul mahallelerde su, elektrik, barınma hakkı; işyerlerinde sendikalaşma, güvenceli iş isteyenlerin; ABD politikalarına karşı çıkanların; genel olarak hakkını arayanların ve kendini bir ideal uğruna adayan her insanın, tutsak düşerse eğer, uğrak yeridir F tipi cezaevleri. Halkı ıslah ve tecrit yeridir. En azından öyle kurgulanmıştır.
F tipi cezaevlerindeki keyfi uygulamalar son dönemde yeniden artmaktadır. Çırılçıplak soyularak aranmak, keyfi olarak defalarca aranmak, direnince dayak yemek, tek kişi veya üç kişi kalarak tecrit edilmek, görüşe gelen yakınlarınıza türlü zorluk ve tehditler vs.. Yani politik, insani, sosyal ve hukuki haklarınız tanınmamaktadır.
Cezaevlerinde en temel talep tecritin kaldırılmasıdır. Bunun için de 3 kapı 3 kilit gibi bir uygulama veya daha köklü düzenlemeler talep edilmektedir. Ancak tecrite karşı öncünün eylemi, halkın hak arama eylemine dönüştürülmelidir. Bu da tecrit sorununun, halkın teslim alınması saldırısının bir parçası olduğunun kavratılması dur
umunda gerçekleşebilir. Yani tecrite karşı mücadele, su hakkı, barınma hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı vb. gibi haklar mücadelesinin güncel bir parçası olarak kavranmalı ve örülmelidir.
Tiocfaidh ar la.. Bizim de günümüz gelecek..