Kahire’deki Mahalla al-Kubra’da bulunan Misr Dokuma ve Giysi Şirketindeki 23 bin işçi, Eylül ayının son haftasında, bir yıldan kısa bir süre içinde ikinci kez greve gidip zafer elde ettiler. İşçiler 2006 Aralık ayında ilk kez greve gittiklerinde, Nil Delta’sındaki bu kasabada bulunan bu devasa tekstil fabrikasını işgal edip Mısır’da iktidarda olan Ulusal Demokratik Parti’nin (UDP) […]
Kahire’deki Mahalla al-Kubra’da bulunan Misr Dokuma ve Giysi Şirketindeki 23 bin işçi, Eylül ayının son haftasında, bir yıldan kısa bir süre içinde ikinci kez greve gidip zafer elde ettiler. İşçiler 2006 Aralık ayında ilk kez greve gittiklerinde, Nil Delta’sındaki bu kasabada bulunan bu devasa tekstil fabrikasını işgal edip Mısır’da iktidarda olan Ulusal Demokratik Parti’nin (UDP) ilk arabuluculuk girişimlerini reddetmişlerdi. İkinci grevse Aralıktaki grevden daha da militan bir nitelik taşıyordu. İşçiler fabrika içindeki savunma noktalarını korumak üzere bir güvenlik gücü oluşturdular ve bu kez şirketin genel merkezini de işgal etme tehdidini yükselttiler. Bu eylem, 2004-2007 grev dalgasının artık sona erdiğini ileri süren Mısır hükümetinin ve çoğu medya organının dilek ve temennilerini açıkça yalanlıyor.
Daha da önemlisi, hükümet vaatlerini tutulacak olursa, Mahalla işçileri daha da geniş bir alanda değilse bile Mısır tekstil sanayinde derin yankılar yaratacak olan bir zafer elde ettiler. Üretimi bir hafta kadar durdurduktan sonra, derhal ödenecek olan 90 günlük ücrete eşit bir prim hakkı elde ettiler. Şirketin yakında toplanması beklenen genel kurulu bu primi en az 130 günlük ücrete eşdeğer bir prim ödemesine çıkartacak. Ayrıca, işçilerin yaptıkları işin tehlikeleri nedeniyle verilecek ek tazminatları ve giysi yardımlarını müzakere etmek için de Yatırım Bakanlığı’nda acil bir komite oluşturulacak. Teşvik ödemeleri ana ücrete bağlı hale getirilecek ve her yıl yüzde 7 oranında artırılacak. Şirket yönetim kurulu lağvedilecek ve şirket CEO’su Mahmoud al-Gibali işten çıkartılacak. Grevde geçen günler ücretli tatil sayılacak.
Son üç yıllık grev dalgası içinde meydana gelen iş bırakma eylemlerinin bir çoğunda olduğu gibi, Misr Dokuma ve Giysi işçilerinin yaşadıkları hoşnutsuzluğun arkasında yatan dolaysız nedenler de yerel ve ekonomik nitelikliydi: Primlerin ödenmemesi ve şirket yönetimi hakkındaki yolsuzluk iddiaları gibi. Ancak Mahalla grevcileri arasında öne çıkmış olan öğeler mücadelelerini ulusal çapta sonuçlar yaratan derin bir politik kavga olarak nitelendiriyorlar. Başkan Hüsnü Mübarek rejiminin ekonomi politikalarını ve politik meşruiyetini açıkça sorguluyorlar. Bu meydan okuma sayesinde, sadece Mahalla nüfusunun büyük bir bölümünün değil, Kafr al-Dawwar ve Shibin al-Kom’daki tekstil fabrikası işçilerinin, demiryolu işçilerinin ve aydınların da desteğini kazandılar.
Tutulmayan vaatler
Mahalla al-Kubra grevi, 2006 Aralık ayındaki ilk eylem sonrasında verilen sözlerin tutulmaması üzerine patlak verdi. O dönemde işçiler bir önceki Mart ayında kendilerine vaat edilmiş olan iki aylık ücrete eşdeğer prim ödemeleri yerine 45 günlük ücrete eşdeğer prim ödemelerini kabul edeceklerini açıklamışlardı. Yatırım Bakanı Mahmut Muhi al-Din de bunun karşılığında, şirketin Haziran ayında sona eren mali yılda 60 milyon Mısır poundu’ndan daha yüksek kar elde etmesi halinde, bu miktarın çalışanlara dağıtılmasını kabul etmişti.
Mısır istatistikleri son derece sağlıksız olduğu için, yalnızca Misr Dokuma ve Giysi fabrikasının geçen yıl 170 ila 217 milyon pound arasında kar elde ettiğini söyleyebiliyoruz. Sonuç olarak, işçiler yaklaşık 150 günlük ücrete eşdeğer bir prim ödemesini hak ettiklerini iddia ettiler. Ama verilen primler sadece 20 günlük ücret eşdeğeriydi. Nihayet, işçiler şirket CEO’su al-Gibali’nin yurtdışına yaptığı pahalı gezilerin şirketin kaynaklarını yağmalamakta olan yönetimin yolsuzluklarının açık bir kanıtı olduğunu ifade ettiler. Misr Dokuma ve Giysi fabrikası, Mısır’ın en büyük kamu fabrikası olduğu için, işçiler bu paranın kendi paraları olduğunun son derece bilincindeydiler. Kameraların önüne bırakılan ve el-Cezire’nin İngilizce yayınında yer alan pankartlardan birinin üzerinde “Kurtarın bizi! Bu hırsızlar bizi soyup kör ettiler” (Ilhaquna! Al-haramiyya saraquna!)” yazılıydı. Grevci işçiler Gibali’nin işten çıkartılmasını ve soruşturma açılmasını istiyorlardı.
Grevin altında yatan ekonomik sorunlara gelince, bunlar, çoğu işçinin yaşam standardının, kamu çalışanları ve (işsizler ve marjinal biçimde istihdam edilenler bir yana) diğerleri ile birlikte, hızla yükselen enflasyon nedeniyle keskin biçimde aşınmasına dayanıyordu. Mısır’da, eski “Arap sosyalisti” hükümet, fiyatları belirli bir merkezi denetime tabi olan temel mallara, ekmeğe ve benzine hala sübvansiyon uyguluyor. Ancak yaşam standardının önemli bir bölümünü “piyasa” belirlerken, fiyatlar artmaya devam ediyor. Yaz döneminde yaşanan ılımlı fiyat artışlarına artık alışılmış durumda ve bunlar genellikle tartışma konusu edilmiyor; çünkü kamu sektöründe çalışan milyonlarca kişi yıllık ücret artışlarını Temmuz ayında alıyor. Ancak 2007 yılındaki fiyat artışları yıllık enflasyon oranının yüzde 12 gibi yüksek bir oranda seyrettiği bir dönemin ardından açıklandı (bu hükümet kaynaklarının açıklaması; gayri resmi tahminler tipik biçimde daha yüksek bir enflasyon oranına işaret ediyor). Eylül ayında, Kamu İstatistik Merkezi yıllık gıda harcamalarının yüzde 12.4 arttığını duyurdu. Ülkede bol miktarda üretilmekte olan taze sebzeler, yüzde 37.6 gibi şaşırtıcı bir artışla listenin başında yer alıyordu. Bu fiyat artışları Ramazan ayı nedeniyle daha da etkili oldu. Mısırlı Müslümanlar bütün gün aç ve susuz kaldıktan sonra zengin bir iftar sofrasına oturmaya alışıktılar. Mısır’daki birçok Müslüman Ramazan ayında et yiyebilmek için yıl boyu para biriktirir; oysa şimdi fiyatlar alıp başını gitmişti.
“Haklarımızı bulun”
Hükümet, geçmişte olduğu gibi şimdi de Mahalla işçilerinin Müslüman Kardeşler ve diğer muhalefet partilerince “kışkırtıldığı” söylentilerini yaydı. Ancak bu iddia temelsiz. Rejim tarafından desteklenen Ulusal İnsan Hakları Konseyi temsilcileri araştırma yapmak üzere Mahalla’yı ziyaret ettiklerinde, birçok işçi yüzlerine UDP parti kartlarını sallamıştı. Grevin önderleri de bu hareketin bir işçi hareketi olduğunu ve hiçbir şekilde güven duymadıkları ve işçilere verecek hiçbir şeyleri olmayan muhalefet partilerinin bu hareketle hiçbir ilgili olmadığını defalarca açıkladılar.
Aslında, işçilerin birleşik bir politik tutumları da yok. Bazı işçiler, belki de rejimin 2004-2007 grev dalgasındaki birçok iş bırakma eyleminde yükseltilen ekonomik talepleri karşılamış olmasına dayanarak, Hüsnü Mübarek’in primlerin ödenmesini sağlayacak bir müdahalede bulunacağı umudunu taşıyorlardı. Diğerleri ise çok daha militandılar ve rejimi düşmanları olarak tanımlıyorlardı. Her gün Egyworkers (Mısırişçileri) isimli Arapça web bloguna yazan yirmi üç yaşındaki işçi Kerim el-Buhayri, “Bize yaşayacak başka bir toplum bulun. Ya da bizi yönetecek başka kurallar. Ya da bize haklarımızı bulun” diyor. Hossam el-Hamalawy’nin 3 arabawy bloguna şarkı söyleyen işçileri gösteren video klipler yüklemiş: “Dünya Bankası bizi yönetemez! Sömürgecilik bizi yönetemez!” 28 Eylül’de eski sendikacı Seyit Habip,
Amerika’nın Sesi radyosuna “Rejime meydan okuyoruz” diyordu.
Rejime karşı muhalefet, güya ülkenin tüm örgütlü işçilerini temsil etmekte olan bir şemsiye örgütü olan, ama aslında devletin bir kolundan başka bir şey olmayan Mısır İşçi Sendikaları Federasyonu’na (ETUF) karşı muhalefet biçimine büründü. Mahalla işçileri ETUF’a rapor veren ve 2006 ve 2007 yılları boyunca rejimden ve şirket yönetiminden yana taraf olan yerel sendika komitesinin görevden alınması çağrılarını da tekrarladılar. ETUF temsilcileri Eylül grevine en ufak bir katkıda bulunmadılar. Yerel fabrika komitesi başkanı işçilerce dövülüp hastanelik edildikten sonra istifa etti. ETUF genel sekreteri Hüseyin Mugavir ise kriz çözülene kadar Mahalla’yı ziyaret etmeyeceğini açıkladı.
Rejim herkesle kavgalı
Mahalla grevcilerinin zaferi, Mübarek rejiminin kendisini birçok cephede dövüşürken bulduğu bir anda yaşandı. Rejim bağımsız gazetecilere saldırıyor, onları “Ulusal Demokratik Parti yöneticilerine hakaret etmek” gibi komik gerekçelerle yargılıyor ya da hapse atıyor. En dövüşken muhalif gazetecilerden birisi olan, günlük Al-Dustur gazetesi editörü İbrahim ‘Isa, Ekim ayında başkanın sağlığı hakkında yalan haber yayınlamaktan yargılanacak. Ağustos ve Eylül başında Başkan Mübarek’in ağır hasta olduğu hatta öldüğü yolunda söylentiler yayılmıştı. (‘Isa, kararları temyiz edilemeyen ve asla sanık lehine karar almayan bir devlet güvenlik mahkemesinde yargılanmakla yüz yüze kaldı ama hükümet 28 Eylül’de ‘Isa’nın normal bir mahkemede yargılanacağını açıkladı). Sol liberal Al-Badil gazetesi editörü (ve bu dergiye de katkıda bulunan editörlerden birisi olan) Muhammed el-Seyit Sait ise benzer suçlamalarla soruşturmaya uğradı. Bağımsız basın, 7 Ekim’de son aylarda basın özgürlüğü alanında görülen dikkate değer daralmayı protesto etmek için greve gidecek.
Yine aynı çizgi paralelinde, yurtsever vatandaşlar olarak görevlerini yerine getirdiklerini iddia eden bazı UDP üyeleri, Washington Post gazetesinde ABD Kongresi’ne insan hakları sicilini düzeltene kadar Mısır’a yaptığı askeri yardımları kesme çağrısında bulunan bir yazı kaleme aldıktan sonra, Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nin korkusuz sosyoloji profesörü Saadettin İbrahim’e karşı “Mısır’ın ekonomik çıkarlarına zarar verdiği” gerekçesiyle suçlamalarını yükselttiler. İbrahim 2002-2004 arasındaki iki yılı, devlet güvenlik mahkemesince kendisi hakkında öne sürülen önceki iddialar nedeniyle, sağlığının ciddi biçimde bozulduğu hapishanede geçirmişti. Sonra tamamen suçsuz bulundu. Ancak, İbrahim bu kez, fırtına dinene kadar yurtdışında kalıp sesini yükselterek hapishanede yaşama fırsatını tepmeye karar verdi.
Rejim ayrıca başkanlık sarayının dayatmalarıyla çelişse bile anayasal rollerini oynama çabasında ısrar ederek, aydınlar ve orta sınıflar arasında yaygın bir güven elde eden Mısırlı yargıçlarla da uzun süredir çatışmaya gömülmüş durumda. Rejim, yargıçların, Müslüman Kardeşlerin şaşırtıcı biçimde 88 sandalye elde etmeleriyle daha da utanç verici hale gelen 2005 parlamento seçimlerindeki sayısız oy sahtekarlığına dikkat çekmelerinden bu yana, yargıçların yetkilerini onları daha kolayca denetim altına alabilecek biçimde zayıflatmaya çalışıyor. Bağımsız fikirli yargıçlar yasamayı eleştirdiklerinde ya da yasamanın kararlarına direndiklerinde ya sürgün edildiler ya da maaşları kesildi.
Bu ayın başlarında Al-Badil’in sayfalarında “klinik anlamda ölü” olduğu ilan edilen Kifaya hareketi ise, 27 Eylül akşamı Mahalla işçileriyle bir dayanışma eylemi düzenledi. 150 kadar eylemci üniformalı isyan bastırma polisleri ve devlet güvenliğin sivil giysili ekiplerince Gazeteciler Sendikası’nın kapısında muhasara altına alındı. Gece yarısına kadar gitmelerine izin verilmedi ki bu rejimin her türlü muhalefeti bastırmaya yönelik yaratıcı çabalarındaki yeni bir taktik anlamına geliyor. (Daily News Egypt gazetesinde yayınlanan doğrulanmamış bir haberde ise protestocuların iki eylemcinin gözaltına alınması nedeniyle gönüllü olarak oturma eylemi yaptıkları ve Kifaya’nın yoldaşlarının salıverilmesini talep ettiği söylendi). Ayrıca, Ghad (Yarın) Partisi’nin bir düzine üyesi de, Kahire’nin merkezindeki Talat Harb Meydanı’na bakan balkonlarından, rejimin basın özgürlüğüne yönelik saldırılarını ve eski parti lideri Ayman Nur’un ağır iddialarla süren tutukluluğunu protesto ederek şarkılar söylediler. 27 Eylül akşamı kamu nizamına ve rejimin istikrarına yönelik bu ağır saldırıları engellemek için çeşitli giysilere bürünmüş binlerce güvenlik görevlisi Kahire merkezine konuşlandırılmıştı ki bu da Mısır’daki nihai yetkili makam durumunda olan devlet güvenlik aygıtının her türlü orantı duygusunu yitirmiş olduğunu gösteren bir başka işaretti.
Bu arada, 24 Eylül’de, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, New York’ta Mısır dışişleri bakanı ile yemekteyken, Beyaz Saray, Mısır’ın muhalif gazetecileri tutuklamasından ve İnsan Hakları Yasal Yardım Derneği’ni hükümetten izinsiz yurtdışından parasal yardım kabul ettiği gerekçesiyle kapatmasından ‘derin endişe” duyduğunu açıkladı. Bu tür yumuşak açıklamalar bile şimdi Kahire’de rutin biçimde Mısır’ın içişlerine yönelik istenmeyen müdahaleler olarak yorumlanıyor.
Mahalla al-Kubra’da ise işçiler fabrikada abluka altında tutulmaya devam edildiler. Eylemin üçüncü gününde üç grev önderi tutuklandı. Sempatik yerel polisler önderleri iki gün sonra meslektaşlarının gürültülü alkışları arasında serbest bıraktılar. Ama grevcilere sunulan 40 günlük ücrete eşit primlerin acilen ödenmesi biçimindeki uzlaşma önerisi ezici biçimde reddedildi. Muhtemelen bu teklifi salıverilmelerinin bir koşulu gibi sunmaya zorlanmış olan grevci önderler, grevin kesilmeden devam edeceğini açıkladılar. Uzun ve militan bir mücadele açısından yeterli destek mevcuttu, bu tehdit (ilk başta söylediği sözleri unutan) ETUF başkanı Mugavir’in ve şirket yetkililerinin, İşçi Koordinasyon Komitesi tarafından yapılan açıklama uyarınca, Mahalla’da müzakere masasına oturmalarına neden oldu. Oysa normalde bu tür yüksek düzeyli müzakereler ancak Devlet Güvenlik’in huzurunda gerçekleşebilirdi.
Kuşkusuz devlet, grevcilerin politik söylemi nedeniyle olduğu kadar şirket yöneticilerinin grevin sürdüğü her gün için kaybettikleri milyonlarca dolar nedeniyle de endişeye kapılmıştı. Tutuklanan grevci önderlerden ve Nisan ayında rejimin saldırılarına uğrayan Kahire merkezli Sendikalar ve İşçi Hizmetleri Merkezi eylemcisi Muhammet al-Attar, ETUF’un görmezlikten gelmeye devam ettiği, yerel sendika komitesinin görevden alınmasını talep eden Mart dilekçe hareketinin kilit örgütçülerinden birisiydi. Al-Attar, 27 Eylül’de, hapishaneden çıktıktan sonra Mısır emek hareketinin hesap verme düzeyinin yükseltilmesi talebini tekrarladı. Daily News Egypt‘e, “Bu ülkedeki sendikal sistemin yapısı ve hiyerarşisinde değişiklik istiyoruz… Bu ülkedeki sendikaların örgütlenme biçimi tamamıyla yanlış, tepeden aşağıya doğru. Bu örgütlenme sanki temsilcilerimiz seçimle işbaşına geliyorlarmış görüntüsü yaratmak için yapılıyor. Oysa gerçekte hükümet tarafından atanıyorlar” diyordu.
Bush yönetiminin Mısır demokrasisinin kaderi hakkındaki “endişeleri”, bu demokrasinin gerçek hayatta ortaya çıkış biçimiyle tam bir karşıtlık içinde. Muhammet al-Attar, hapishaneden bırakılmasından sonra yapılan gösteride yaptığı konuşmada, “Hükümetin tümüyle istifa etmesini istiyorum… Mübarek rejiminin son bulmasını istiyorum. Siyasetle işçilerin hakları birbirinden ayrılamaz. Çalışmanın kendisi siyasettir. Şimdi burada tanık olduğumuz şey de, demokratik bir olaydır” diyordu.
Joel Beinin, Kahire Amerikan Üniversitesi’ndeki Ortadoğu çalışmalarının müdürü; bu merkezin yayınladığı dergiye katkıda bulunan editörlerden.
MERIP’deki İngilizce orijinalinden Sendika.org tarafından çevrilmiştir.