Marksistler, sınıf mücadelesinin önemli araçlarından biri olan sendikaları her zaman önemsemiş ve onlara önemli roller biçmiştir. Sendikalar ve taşıdıkları amaçlar ile ilgili geçmişten bugüne yoğun tartışmalar yapılmış-yapılmaya da devam ediliyor. Sendikalara kimileri abartılı yaklaşarak adeta politik bir organizasyon işlevini yüklemeye çalışmış, kimileri de-ki yaygın ve etkin anlayış bu olmuştur- ekonomist bir anlayışa saplanarak sınıf mücadelesinin […]
Marksistler, sınıf mücadelesinin önemli araçlarından biri olan sendikaları her zaman önemsemiş ve onlara önemli roller biçmiştir. Sendikalar ve taşıdıkları amaçlar ile ilgili geçmişten bugüne yoğun tartışmalar yapılmış-yapılmaya da devam ediliyor. Sendikalara kimileri abartılı yaklaşarak adeta politik bir organizasyon işlevini yüklemeye çalışmış, kimileri de-ki yaygın ve etkin anlayış bu olmuştur- ekonomist bir anlayışa saplanarak sınıf mücadelesinin birbirini etkileyen -besleyen tamamlayan özelliklerini göz ardı etmiştir. Sağ ve sol sapmalar diye ifade edilebilecek bu yaklaşımlar dünyanın dört bir yanında sınıf mücadelesinde açığa çıkmış ve ciddi tahribatlar yapmıştır.
Reel sosyalizmin çözülüşü ve dünya çapındaki yenilgisine paralel olarak uluslararası ilişki ve çelişkiler de değişmeye başlamış, bu durum hem sınıf mücadelelerine hem de ulusal kurtuluş mücadelelerine yansımıştır. Sınıf mücadelesinin bir biçimi olan sendikal mücadele de bu durumdan büyük yara almıştır. Bugün sendikaların çoğu sisteme karşı mücadele araçları olmaktan çıkmış, ne yazık ki sisteme uyumun maddi araçları haline gelmiştir.
Yaşadığımız sürecin gerektirdiği sendikal duruş ve politikaların sendikalar ve konfederasyonlar düzeyinde yeterince tartışılmadığı ve çözüm üretil-e-mediği bir gerçektir. Neden böylesi bir durum yaşanıyor? Neden an’a yanıt olunamıyor? Bunca yoksulluğun ve zulmün yaşandığı bir ortamda neden yer yerinden oynamıyor? Neden milyonlarca emekçi hala örgütsüz? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkündür… Ancak böylesi soruların yanıtları verilmeden kafalar netleşmez, doğru pratik adımlar da atılamaz.
Bir süre önce sendikaların konumlanışlarıyla ilgili olarak Sendika. Org’da yayınlanan değerli bilim insanı Fikret Başkaya’nın yazısını ilgiyle okudum… “Sendikaları ve sendikacıları nasıl bilirsiniz” başlıklı yazısındaki birçok tespite katıldığımı söylemeliyim. Tüm-Bel-Sen’in işten çıkardığı 8 işçi şahsında sendikaları ve sendikacıları sorgulayan, ilgi çekici bir yazıydı.
Şüphesiz ki gerekçesi ne olursa olsun işçilerin işten çıkarılmasının izah edilecek bir yanı yoktur. Olayın yaşanan yozlaşmadan kaynaklandığı açıktır… Burada asıl sorgulanması gereken temel özellik bir emek örgütünün düştüğü bu hazin tablonun nedenleridir… Ciddi bedeller ödemiş bir hareketin geldiği noktadır. Bu durum sendikal harekette yaşanan kırılmanın bariz bir yansımasıdır.
Başkaya’nın yazısında sendikalardaki durumla ilgili önemli belirlemeler yapılmaktadır. Sendikaların tarihsel gelişim süreciyle ilgili yapılan değerlendirme doğru olmakla birlikte, Türkiye somutundaki belirleme kamu emekçilerini de kapsıyorsa gerçeği izah etmiyor. Yanlış anlamadıysam kamu emekçileri sendikaları ile, işçi sendikalarının kuruluş sürecini aynılaştıran bir genelleme yapılıyor. Yazıda: “Sendikalar işçi sınıfının en doğal örgütlenme biçimidir ve bürokratik yozlaşmaya uğramadıkları dönemde ve bürokrasinin etkinliğinin kırılabildiği koşullarda, başarılı eylemler de yaptılar. İşçi sınıfının mücadele tarihi, şanlı eylemlerin de tarihidir. Fakat tarihsel süreç içinde bürokratik yozlaşmaya uğrayıp misyonlarına yabancılaştılar ve giderek işçi sınıfı içinde burjuva düzeninin kaleleri durumuna geldiler. Türkiye’de durum bu tarihsel gelişme sürecine pek uymaz. Bizde sendikalar daha baştan devletin ve sermayenin araçları olarak var oldular. Bu yüzden bizde köklü bir işçi hareketi ve sendikal mücadele geleneği yoktur.” demektedir. Şüphesiz ki söz konusu tespit genel olarak doğrudur. Türkiye’deki işçi sendikalarının kuruluş süreci için yapılan belirlemeler de doğrudur…Ama aynı durumun kamu emekçilerinin kuruluş süreci için geçerli olmadığı kanısındayım… Kamu Emekçileri Sendikaları için “Bizde sendikalar daha baştan devletin ve sermayenin araçları olarak var oldular” ifadesi yaşanan süreci açıklamıyor. Çünkü devletin baskılarına rağmen örgütlenme faaliyetine başlandı ve devam edildi. Mühürlenen sendika binalarının mühürleri söküldü… Sendikalara sahip çıkıldı.
Devrimci -yurtsever güçlerin fili ve meşru mücadele çizgisindeki ısrarlı tutumları teslimiyetçi reformist-bürokratik anlayışı zorlayıp, etkinliğini sınırlamıştı… Dolayısıyla süreç içinde sendikaların doğal işlevlerine yabancılaşarak bürokratik yozlaşma yaşadıklarını ifade etmek daha doğrudur.
Gerek dünyada gerekse yaşadığımız coğrafyada sendikal politikaların tespit edilmesinde ve yürütülmesinde sürece yanıt olunmadığı, gereken teorik-pratik duruşun geliştirilemediği bilinen bir gerçektir. Söz konusu duruşun hem yerel hem de genel düzeyde sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu düzeyden kaynaklandığı açıktır.
Dünyanın herhangi bir ülkesindeki sendikal mücadelenin değerlendirmesi yapılırken o ülkenin sınıfsal mücadelesinin (ideolojik, politik, örgütsel) genel seyri-düzeyi göz ardı edilemez.. Sınıf mücadelesinin dişe-diş kıran kırana yürütüldüğü ülkelerdeki sendikal mücadelelere bakıldığında aynı düzeyde kararlı ve direngen oldukları görülür. Dünya sendikal mücadeleler tarihi genel grevler, genel direnişler, fabrika işgalleri, devasa boyutlardaki kitlesel sokak direnişleri ve çatışmalarıyla doludur.
12 Eylül öncesi sendikal hareketin duruşu da küçümsenmeyecek bir pratiğin sahibiydi. Büyük direnişler yaşandı… Sendikal mücadele tarihinde yaşanan direnişler ve bunun sonucunda kazanılan başarılar kuşkusuz ki o dönemin sosyalist-devrimci-demokrat güçlerin siyasal örgütlülük ve mücadele düzeyleriyle yakından ilgiliydi… Ancak 12 Eylül karanlığı sendikal süreci de sıfırlamıştı. Çünkü emekçilerin nefes boruları kesilmişti… 12 Eylül sonrası sendikal hareketin toparlanma süreci aynı zamanda devrimci yurtsever güçlerin toparlanma sürecine denk geliyordu…1984 devrimci-yurtsever atılımı, 89 bahar eylemleri, doğal olarak sendikal süreci de etkilemişti. Kamu emekçileri hareketi böylesi koşullarda fiili ve meşru mücadelesini yükseltmiş ciddi eylem ve etkinlikler yapmıştı.
Başlangıçta profesyonelliğin olmadığı bürokratik yaşam tarzının egemen olamadığı bir süreç yaşandı… Check-Off sistemi kuruluş aşamasında henüz yoktu. Aidatlar elden toplanıyordu… Hareketin öncüleri ile emekçiler arasında sıkı bir ilişki vardı. Aidatların işveren tarafından kaynağında kesilip sendikaya verilmesi yöntemi sonraki süreçte geliştirildi. 4688 sayılı yasayla ‘garantiye’ alındı. Devlet güdümlü Türkiye Kamu-Sen ve Memur -Sen’in talep ve onayıyla da aidatlar devlet tarafından finanse edilmeye başlandı. Bu yöntem bürokratik sendikacılığın maddi temellerinden biri haline gelirken, aynı zamanda devlet güdümlü sendikalar olan Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen in daha da ‘güçlendirilmesini’ üye sayısının çoğaltılmasını amaçlıyordu.
KESK’in kuruluşunun öncesi ve sonrası süreçteki reformist bürokratik anlayışın izlediği uzlaşmacı ve uyumlu sendikacılık büyük tahribatlar yaratarak ilerledi…. Ancak aynı örgütlülük içinde Kapitalist sistemi sorgulayan, şovenizmi teşhir eden, fiili ve meşru mücadeleyi esas alan demokratik direnme hareketlerini örgütlemeye çalışan, devletçi-uzlaşmacı çizgiyi zorlayan mahkûm eden güçlerin direngenliği de vardı.
Kamu Emekçileri Hareketi yaklaşık 2000 yılına kadar deyim yerindeyse kendi içinde “ikili iktidar” süreci yaşadı… Bir yanda fiili ve meşru mücadeleyi esas alan anlayışlar… Öte yanda reformist-uzlaşmacı bürokratik anlayışlar….Kamu emekçileri
içindeki devrimci güçlerin zayıflaması, Kürt emekçilerini örgütleyen yapılanmanın sendikal anlayışındaki olumsuz değişim ve reformist güçlerle aynılaşma sürecine girmesi “ikili iktidar” sürecini noktalanmıştır…
Kamu emekçileri artık söylemde sert, pratikte ise icraatsız kalmıştır.Grev ve toplu sözleşme hakkını fiilen kullanacağız söylemi sadece kulaklarda hoş bir seda olarak kaldı-kalıyor.. Gelinen durumda kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme hakkı yasal bir düzenlemeye kavuşturulsa dahi bu hakkı kullanabilecek bir örgütlülük ne yazık ki eskisi gibi kapsayıcı ve işlevli değildir. Yüz binlerce emekçiyi sokağa döken, fiili ve meşru temelde direnen, iş bırakan kamu emekçileri örgütlülüğü, yerini reformist bürokratik bir anlayışın egemen olduğu bir yapıya bırakmıştır. Bu yapıya direnecek güçler ise düne oranla oldukça zayıflamıştır. Sonuç olarak Kamu emekçileri somutunda sendikal hareketin doğal işlevini yeniden kazanması kapitalist kölelik sistemini hedefleyen yurtsever- devrimci-sosyalist güçlerin müdahalesiyle olacaktır.
Yazının başlığındaki “Fikret Başkaya” sözcüğü sendika.org tarafından eklenmiştir.