Önemli dönüşümlere gebe bir birikme süreci devam ediyor. T.Erdoğan’ın ABD gezisinin ardından meclisin açılmasıyla birlikte, durağan siyasal ortamda nispi hareketlenme belirtileri görülmeye başlandı. AKP’nin önümüzdeki dönemde işinin zor olduğunu seçim sonrasından itibaren ifade ettik. Dünyadaki ekonomik krizin etkileri; Ortadoğu’da giderek yoğunlaşan çatışma rüzgarları ve AKP’ye yönelen kesimlerde oluşan yüksek “beklenti” katsayısına karşın, AKP’nin sıkışan koşullar […]
Önemli dönüşümlere gebe bir birikme süreci devam ediyor. T.Erdoğan’ın ABD gezisinin ardından meclisin açılmasıyla birlikte, durağan siyasal ortamda nispi hareketlenme belirtileri görülmeye başlandı.
AKP’nin önümüzdeki dönemde işinin zor olduğunu seçim sonrasından itibaren ifade ettik. Dünyadaki ekonomik krizin etkileri; Ortadoğu’da giderek yoğunlaşan çatışma rüzgarları ve AKP’ye yönelen kesimlerde oluşan yüksek “beklenti” katsayısına karşın, AKP’nin sıkışan koşullar nedeniyle bu beklentilerin çok büyük bölümünü karşılama ihtimalinin olmaması, zorluğu yaratan başlıca nedenler arasında sayılabilir.
Öte yandan son iki hafta içinde yaygınlaşan anayasa tartışmalarına Doğan medya da dahil oldu. Doğan medyanın blok halinde, önce “mahalle baskısı” kavramı etrafında başlattığı kampanya, daha sonra “Malezya mı oluyoruz?” sorusu üzerinden sistematik bir “ılımlı İslam modeli” sorgulamasına dönüştü. Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle (Dolmabahçe’de) varılan “uzlaşmanın” çiğnendiğini, AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini oldu bittiye getirerek takkiye yaptığı bizzat Ertuğrul Özkök tarafından dile getirildi. Hatta, AKP’nin şimdi de anayasa konusunda aynı takiyye yöntemini benimsemiş göründüğü ve anayasa maddelerinin arasına laikliği aşındıran çeşitli maddeler sokuşturma niyetinde olduğu bile ifade edildi. Aynı süreçte, TÜSİAD ve sermaye çevreleri de anayasa konusunda paralel bir tutum takınarak hükümete yönelik eleştirilerini yoğunlaştırdılar. Bu arada T.Erdoğan ABD’ye gitti ve oldukça soğuk karşılandı. Bush’tan randevu koparamadı. İran’la yapılan doğalgaz anlaşmasının iptal edilmesi için bir dizi baskı gördü. AKP’nin İslami yönelimi konusunda kuşku duyulduğuna ilişkin yazılar dış basında da sıklaştı. Seçim sonrasında PKK’ye yönelik kuşatma harekatı konusuna sıcak bir yaklaşım içinde olduğu izlenimi veren ABD yönetiminin bu yönde attığı adımlar kesildi.
Sermaye çevreleri ve ABD yönetiminin henüz çiçeği burnunda olan yeni hükümetle giriştiği bu erken dalaşmanın, salt “sermayenin genel çıkarlarını korumak amacıyla AKP’ye işin başındayken yapılan bir uyarı olduğu” şeklindeki yaklaşımların fazla safiyane olduğu söylenebilir. Zaman bu sıkıştırma harekatının arka planını ortaya çıkartacaktır.
Bu arada siyasal arenanın yeni alternatif adayları da ufak ufak belirmeye başladı. Abdüllatif Şener, “seçimden bu yana Bakanlar ortada yok” diyerek ayrılık sonrası ilk demecini verdi. Böylece de siyaseti ve AKP içindeki pozisyonunu tamamen terk etmediğini ilan etmiş oldu. Haluk Koç da Şubat’taki CHP genel kurulunda Baykal’ın karşısında aday olacağını açıkladı.
***
Beytüşşebap’ta bir korucu minibüsünün taranarak 12 kişinin öldürüldüğü ve İzmir’de peş peşe patlayan bombalar sonucunda 1 kişinin öldüğü, 10 kişinin yaralandığı olaylar, Kürt sorununda gündemde olan ısınmanın göstergeleri. HPG ilk saldırıyı reddederek, faillerin kontrgerilla ekipleri olduğunu belirtti. Buna karşın Genelkurmay başkanı Büyükanıt, saldırının hemen sonrasında DTP milletvekilleri için suç duyurusunda bulunarak, “sıkıştırma planında” yeni bir cephe daha açtı. T. Erdoğan ise, bu konuda DTP’lilerin hamiliğine örtük bir şekilde soyunarak, bir kez daha Kürt hareketini çözme yöntemlerinin “aşağıdan ve içerden” olduğunu yansıtmış oldu. AKP’nin, başta DTP’li belediyeler olmak üzere Kürt hareketinin mevzilerine tüm gücüyle yüklendiği bu dönemde, baskıcı bir görüntüyü tercih etmediği görülüyor.
Kürt hareketi ise, AKP’ye karşı araya yeni yeni mesafe koymaya başladı. Osman Baydemir’in geçtiğimiz haftalardaki sert çıkışının ardından, başta Öcalan olmak üzere Kürt hareketinin önde gelenleri AKP’ye karşı eleştirileri yoğunlaştırdılar. Bir Kürt gençlik örgütü, AKP’ye bölgede siyaset yaptırtmayacaklarını, AKP bürolarına saldırılar ve işgaller düzenleyeceklerini açıkladı. Ancak bu tür tutumların Kürt hareketinin geçmişte de sergilediği milliyetçi tepkilerden öteye geçmesi muhtemel değil. Üstelik AKP’nin tarikat ve aşiret ilişkileri üzerinden yürüttüğü çok yönlü neoliberal sosyal politikalarına, özellikle devletin tüm olanaklarını seferber ederek bölge halkını parayla satın alma girişimlerine karşı yürütülecek böylesi bir tepkisel çizginin başarılı olma şansı da yok. Kürt hareketi eğer AKP ile hesaplaşmak istiyorsa, bunu neoliberal politikalara karşı köklü bir pozisyon alarak yapmak zorunda. Aksi taktirde, yarın ortaya çıkacak yeni başarısızlıklar için çok geç kalınmış olacak. Kürt hareketi öncelikle kendi sol liberal konumlanışını terk etmeli. Dünyadaki ve ülkemizdeki çeşitli örnekler, neoliberal politikalarla gerçek bir hesaplaşmanın sol liberal bir konumlanma üzerinden mümkün olamayacağını defalarca gösterdi.
***
Sermayenin güncel ihtiyaçlarını giderecek bir anayasa hazırlığı konusu, bir yandan siyasetteki boşluktan, diğer yandan konunun öneminden dolayı popülaritesini koruyor. Özellikle egemen kamp bu konuda son derece hareketli. TOBB’dan liberal çevrelere kadar kimi inisiyatiflerin oluştuğu ve taslakların hazırlandığı artık kamuoyunun malumu. Hükümetin, egemenlerin, liberal çevrelerin hazırladıkları mevcut taslakların tümünün, yeniden sömürgeleştirme sonrasında Doğu Avrupa ülkelerine karbon kopyalar halinde onaylattırılan “güçlendirilmiş Başbakanlık” sistemini esas aldığı görülüyor. Batıdaki Anglo-Sakson liberal akımın benimsediği ve sömürgelerine de ihraç ettiği bu model çerçevesinde, 12 Eylül Anayasası’na alternatif “özgürlükçü, çağdaş” bir anayasanın hazırlanması mümkün değil. Bu iddialar büyük bir yalandan ibaret. Egemenlerin ve AKP’nin hazırlattığı anayasa taslakları, asla 12 Eylül Anayasası’nın alternatifi değil. Şimdiki hazırlıklar esas olarak 12 Eylül Anayasası’nın otoriter ve gerici ruhuna sadık kalarak, sistemin güncel ihtiyaçlarına cevap verecek hale getirilmesinden oluşuyor. Kısacası egemenlerin bu dönemdeki mevcut anayasa hazırlıkları liberal, gerici ve otoriter bir karakter taşıyor.
Ordu ve ulusalcı kanadın itirazlarının ise, “laiklik ve üniter devletin korunması” etrafında, anayasanın baskıcı ruhunun arttırılması yönünde olacağı görülmektedir. Bu koşullarda toplumsal muhalefetin bu tartışmalara müdahil olması kaçınılmazdır. Sol liberallerin mevcut taslaklara “gıdım gıdım” müdahale ederek, “özgürlük alanını genişletelim” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımlarına kapılmak ve hazırlanan liberal, gerici, otoriter anayasaya ortak olmak tamamen yanlış bir tutum olacaktır. Toplumsal muhalefet özgürlükçü, eşitlikçi, halkçı bir yaklaşımın sözcüsü olmalı; mevcut hazırlıkların liberal, gerici ve otoriter yapısını teşhir etmelidir. Bu arada, bugünlerde solda yaşanan siyaset boşluğu nedeniyle, solun ayağının sokaktan kesilmesi ve anayasa çalışmalarının sol politika açısından bir şemsiye haline getirilmesi zihniyeti bilinçli-bilinçsiz yaygınlaşmaktadır. Oysa bu denklem tersten kurulmalıdır. Bu dönemde hak mücadeleleri esas alınmalı, haklar için fiili mücadeleler yaygınlaştırılmalı ve anayasa tartışmalarına yapılacak müdahale de, hak mücadelelerini geliştirmek biçiminde ele alınmalıdır.
Diğer taraftan, tuhaf bir “Referandum Süreci” de işlemektedir. Seçim öncesi gerilimlerin ürünü olarak tepkisel biçimde gündeme giren referandum, konjonktürün değişmesi sonucunda ne idüğü belirsiz bir duruma düşmüş durumda. Öyle ki referandum hiç kimsenin gündemi değil. Halkın gündemi hiç değil. Dolayıyla devrimciler de halk