Anayasa, Malezya, İkinci Cumhuriyet tartışmalarından şimdilik bir şey çıkmayacak. Bir şey çıkmayacağı, tartışmayı görme özürlünün fil tarifine çevirmelerinden, zevzekliğe ve mahalle kavgasına dökmelerinden, “Kaç paralık adamsın?” noktasına getirmelerinden bellidir. En başta vurgulanmalı ki, hiçbir anayasa darbecilerin yaptığı deli gömleği anayasadan daha geri olamaz. Ama AKP’nin başlattığı anayasa süreci, gerçekten sivil, demokrat bir anayasa ile sonuçlanmayacaktır. […]
Anayasa, Malezya, İkinci Cumhuriyet tartışmalarından şimdilik bir şey çıkmayacak.
Bir şey çıkmayacağı, tartışmayı görme özürlünün fil tarifine çevirmelerinden, zevzekliğe ve mahalle kavgasına dökmelerinden, “Kaç paralık adamsın?” noktasına getirmelerinden bellidir.
En başta vurgulanmalı ki, hiçbir anayasa darbecilerin yaptığı deli gömleği anayasadan daha geri olamaz. Ama AKP’nin başlattığı anayasa süreci, gerçekten sivil, demokrat bir anayasa ile sonuçlanmayacaktır. Çünkü, Türk Ceza Yasası deneyimi ile yeterince anlaşılmış olmalıdır ki, eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.
Bu arada Atatürk’ün adı anayasadan kesinlikle çıkarılmalıdır. Türk ulusal burjuva devrimine önderlik etmiş, sonra öncülük ettiği burjuvazi tarafından terk edilip ikonlaştırılan Atatürk’ün adı ve anısı bu tür anayasalarla daha fazla kirletilmemelidir.
Hangi Malezya?
Görme özürlünün fili gibi her birinin Malezyası da kendine göre.
Birine göre Malezya öylesine ultra modern ki, kişi başına gelir 12 bin 700 dolar düzeyinde. Malezya’nın kadınları Müslüman dünyanın en özgür kadınları. Mini etekli Çinli kız, Müslüman Malay kadın ve sarileri içinde Hintli kadın yan yana. Kimse kimsenin hayat tarzına karışmıyor. Gelenekler hayatı kadınlara dar etmiyor. Nerede okuyacaklar, nerede oturacaklar, kendileri karar veriyorlar. Var olduğu söylenen kadın sorunu reformistlerin abartması. Devlet kimsenin giyimine karışmıyor. Başörtüsü sadece İslam Üniversitesi’nde zorunlu, peçe tamamen yasak. Okuryazar olmayan kadın yok. Keşke Malezya olabilsek! (Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinin Malezyası)
Diğerine göre, Malezya’da oruç ve tesettür eğitimi beş yaşında başlıyor. Ramazan ayında ilkokullarda oruç mecburi değil ama yemekhaneler kapalı. Kadınları tesettüre sokmak için “türban fonu” uygulanıyor. Fondan yararlanabilmeleri için İslami eğitim almaları ve örtünmeleri şart. Yine de Malezya Afganistan gibi değil, tropik iklimin zorlamasıyla tesettürlü kadınlar kısa kollu tişörtler ve açık bluzla dolaşabiliyorlar. Geceleri hemen her barda Müslüman kızlar batılı erkeklerin önünde dans edebiliyorlar. Müslümanların dinden çıkmaları şeriat mahkemesinin iznine bağlı. Gayri Müslim kadın, ölen Müslüman kocasının miras hakkına sahip değil. Üniversiteler sessiz, çünkü laikliği konuşmak bile yasak. (Milliyet gazetesinin Malezyası)
Diğer bir başkasına göre, laiklik konusunun medyada tartışılması bile yasak. Müslümanlar oruç tutmak zorundalar. Oruç tutmayanlar ya da iftardan önce yemek veren lokanta sahipleri oruç polisince tutuklanıyor ve şeriat mahkemelerinde yargılanıyor. Dekolte kıyafetli Müslüman kadınlar da aynı şekilde “ahlaka aykırı” şekilde davrandıkları için tutuklanıyorlar. Malay ırkından gelen herkes Müslüman sayılıyor ve din değiştirmeleri yasak. (Vatan gazetesinin Malezyası)
Daha bir başkasına göre ise Malezya şimdilik ılımlı İslam; ama on yıla kalmaz İran’a
benzer. Türkiye ise Malezya olur. Malezya İslam Partisi’nin lideri, katıksız şeriatçı düzeni kurmak için AKP’yi örnek aldıklarını söylüyor. Çünkü, AKP Hz. Muhammed’in diplomasisini uyguluyor, yavaş ve derinden ilerliyor; orduyla ve AB’yle dengeyi kuruyor. (Hürriyet gazetesinin Malezyası)
Özetle herkesin Malezyası kendine göre. Gerçeğe en yakın Malezya hangisi, kuşkulanmamak elde değil. Yine de İslamcı gazetelerin Malezya’yı güzellerken abarttıkları sezilebiliyor. İslam’ın kadınlara öngördüğü hayat tarzı biliniyor. Kişi başına ulusal geliri refah ve özgürlük göstergesi saymak yanıltıcı. Suudi Arabistan’ın kişi başına geliri Malezya’nınkinden çok daha yüksek. Suudi Arabistan’ın özgürlük diyarı olduğunu bizim İslamcılar bile söyleyemiyor.
Türkiye için hangi Malezya’nın örnek alınacağı tartışması yeterince ayıp. Osmanlı’nın çöküş döneminde kurtuluş için batılı ülkelere benzeme, Cumhuriyet döneminde Amerika’nın küçüğü ya da Avrupa’nın yanaşması olmaya heveslenme düşüklüğünün devamı gibi görünüyor. Şimdi de Malezya. Kulakları çınlasın, Necmettin Erbakan “küçük Amerika, küçük Avrupa” özlemcileriyle “Sizi gidi batı taklitçileri sizi!” diye dalga geçerdi. Malezya heveslileri için de aynı şeyi söyler mi? Hiç sanmıyorum. Tersine eseriyle gurur duyuyordur.
Anayasa hocaları kaç paralık?
AKP’nin Hz. Muhammed taktiği uyguladığı savında gerçeklik payı var. Yani yeterince güçlenene kadar barışçı ve uzlaşmacı görünme taktiği, Medine Sözleşmesi filan. Malezyalı bile görmüş, Türkiye’de kimilerinin gözleri kapalı.
Kanaat esnafı sayılan köşe yazarları ise mahalle kavgasında. Kendi aralarında “Liboş Spor”, “İslam Spor”, “Ulusal Birlik Spor” diye takım kurmuşlar, birbirlerine PAF takımı, yedek kulübesi, teknik direktör önermekteler, top dolaştırıp tartışmayı zevzekliğe çevirmekteler. Ama transfer ücretlerine hiç değinmiyorlar.
Zevzekleşen tartışma yine de “Kaç paralık adamsın?” sorusuna dayandı.
Önce AKP için “sivil anayasa” taslağı yazan akademisyenlerin bu işten kaç para aldıkları, kendilerine ne fiyat biçtikleri soruldu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, “Hocalara para önerecek cesareti kendimizde göremedik. Bazı şeylerin onuru paradan daha önemlidir. Materyalistler bunu anlayamazlar” demiş.
Dengir Bey haklı! Bazı şeylerin onuru paradan daha önemlidir. Millete vekillik etmenin onuru da öyle olmalı. “Materyalist” olmadığına göre, 15 Temmuz’da aldığı milletvekili maaşının üstüne bir de 22 Temmuz’da yeniden seçildikten sonra ikinci bir maaş almamıştır herhalde.
Kanaat esnafı kaça gidiyor?
Anayasa hocalarının kaç paralık oldukları ortada kalırken, AKP’yi destekleyen liberallerin kaç paralık olduklarını sorma görevi Radikal gazetesi yazarı Haluk Şahin’e düştü.
İyiden iyiye ayağa düşen, maskaralığa dönen tartışmanın en ciddi sorusuydu. Ne ki Haluk Şahin’in sorusu da ortada kaldı.
“Liboş Spor” ve “İslam Spor” topçuları ilgi göstermediler. Hiç değilse, “Ulusal Birlik Spor” topçularının kaç paralık olduklarını sorabilirlerdi, onu da yapmadılar.
Liboş Spor ve İslam Spor topçularının ilgisiz kalmalarının anlaşılır bir yanı var. Çünkü AKP için oynuyorlar, sponsorları AKP. Fakat Ulusal Birlikçiler de pek topa girmek istemediler. Oysa tam saha pres yapıp kaça transfer olduklarını, ne kadar prim aldıklarını, maç başına ücretlerinin ne olduğunu sorabilirlerdi, sormadılar.
Haluk Şahin, AKP’nin tasarladığı Türkiye projesini “Medine Sözleşmesi”, “müşavere” gibi dinci terminolojiyle kabul ettirmesinin çok zor olduğunu, bu noktada liberallerin batı dünyası ile AKP arasında tercümanlık yaptıklarını anlatarak şu soruyu sormuştu:
“AKP yönetimi ile ona payandalık yapanlar herhalde liberallerin desteğinin kendileri için ne kadar önemli olduğunun farkındalar. Siyasette hiçbir şey karşılıksız olmadığına göre, bu kesimin temsilcilerini doğrudan ya da dolaylı olarak ödüllendirmeye çalışmalarına da şaşmamak lazım. Nereye kadar? Oluşmakta olan çıkar bağlantıları bu ittifakı yıkılmaz mı kılar? Yoksa desteğin sınırları var mıdır?” (Radikal, 23 Eylül 2007)
Haluk Şahin’in pasını kapan Ertuğrul Özkök topu öldürmeye çalıştıysa da Can Dündar, Haluk Şahin’in sorusunu daha da netleştirip topu ampul gibi doksana takmaya çalıştı:
“1970’lerde kimlerin maaşını ruble ya da dolarla aldığı merak edilirdi. Günümüzde insan en çok Amerika’nın ‘ılımlı İslam Müslüman ağ