Toplumda şiddet olaylarının durmadan arttığına dair değerlendirmeler yapılıyor. Sokaklara çıkmak artık güvenli değil. Hele geceleri ya da belli bir saatten sonra dışarı çıkmak hiç güvenlikli değil. Her an her yerden tehlike gelebilir. Kaba bir gözle baktığımızda yaşam gerçekten de aynen gösterildiği gibi… Her an karşınıza bir kapkaççı çıkabilir. Kolunuzdaki çantanızı çekip götürebilir… Cebinizdeki cüzdan farkında […]
Toplumda şiddet olaylarının durmadan arttığına dair değerlendirmeler yapılıyor. Sokaklara çıkmak artık güvenli değil. Hele geceleri ya da belli bir saatten sonra dışarı çıkmak hiç güvenlikli değil. Her an her yerden tehlike gelebilir. Kaba bir gözle baktığımızda yaşam gerçekten de aynen gösterildiği gibi… Her an karşınıza bir kapkaççı çıkabilir. Kolunuzdaki çantanızı çekip götürebilir… Cebinizdeki cüzdan farkında olmadan yok olabilir. Tehdit eden biri çıkar, bazen söz yetmez bıçak ya da silahlar konuşmaya başlar…
Tabii ki şiddetin değişik biçimleri var. Sadece fiziksel şiddet ile sınırlı değil. Psikolojik şiddet ekonomik şiddet de yaşamımızın içinde…
Söz konusu şiddetten ürkme ve korku öyle bir hal aldı ki insanlar kameralardan medet umar hale geldiler. Kimileri de değişik savunma taktikleri öğrenmek için kurslara gidiyorlar. Hiç nedenlerini düşünmeden şiddet denen tehditten korunmak için hemen hemen herkes cebine ve konumuna göre korunma yolları geliştiriyor.
Malum okullar da şiddetin yoğun olarak yaşandığı mekânlar. Öyle ki buralarda birbirine bıçak çeken, öğretmene tehdit yağdıran, uyuşturucu kullanan, bir türlü kontrol edilemeyen bir gençlikten bahsedilir. Öyle ki geleceğin garantisi olan gençliğin geleceği daha yeşermeden kararmaktadır.
Ama İdarenin öğretmen ve öğrenciye uyguladığı şiddetten, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve bir bütün olarak eğitim sisteminin uyguladığı bir yönetme biçimi haline gelen şiddetten ve etkilerinden bir türlü bahsedilmez. Üstelik şiddetin ortaya çıkmasına neden olan ana nedenlere de kimse inmez. Bu nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışma içine girilmez. Ama laf aramızda şiddeti önleme(me)ye dönük bir sürü toplantılar yapılır, karar alınır. Paralar yatırılır.
Bu önlemlerden bir tanesi okullardaki kamera sistemidir. Milyarlarca paralar ayrılarak okullara kamera yerleştirilir. Amaç güvenliktir. Disiplini sağlamaktır. Aslında bu yöntemin çocukları gelişimlerine uygun davranış değişikliğine götürmeyeceği, kendine güvenen bireyler yerine korkak ve dışarıdan kontrol edilmeye yatkın bireyle yetişmesine neden olduğu çok aşikârdır. Tüm bu sonuçlar gerekli yerlerde ifade edilmesine rağmen uygulamalarda değişikliğe gidilmemiştir. Okul idarelerinin verdiği yanıt “emniyetin emridir” olmuştur.
Üstelik şeffaflaşan(!) eğitim sisteminde kameralar ne öğretmenler odasında ne de idarede bulunmamaktadır. Şeffaf yönetimde kontrol edilmesi gereken demek ki öğrencilerdir.
Şimdi de aynı mantığın devam ettiğini görüyoruz. Okullarda güvenlik gerekçesiyle ‘Güvenlik İrtibat Görevlileri’ oluşturulacak. Bunun için, Milli Eğitim Bakanlığı ile İç İşleri Bakanlığı arasında protokol imzalanmış bulunuyor. Protokolün amacının okullarda güvenli ortamın sağlanması olduğu ifade ediliyor…
Görünen o ki polis okula güvenlik adı altında yerleştirilecek. Bu sadece öğrencilerin değil okullardaki öğretmenlerin ve tüm personelin yaşam alanlarına müdahaledir.
Protokol devamlı gözetlemeye dayalı. Kim ne yapıyor, kiminle konuşuyor? Ne konuşuyor? Ne yiyor, ne içiyor? Hangi kitabı okuyor?
Tabii bu bilgilere ulaşabilmek sadece gözlemle olamayacağına göre öğrencilerin de arkadaşlarının ne yaptığını görevliye aktaracakları bir ağ kurmaları gerekiyor. Buna öğretmenler de eklenecektir büyük bir ihtimalle. Birbirinin attığı adımı gözetleyen, konuştuğunu duymaya çalışan büyük kulaklar ve gözler ağı ortaya çıkmış olacak. Tam da kimsenin kimseye güvenmeyeceği bir ortam. Bunun adı birbirine güven ve eğitim için güvenli ortam değil ajanlaştırmadır. Bu ajanlaştırmaların toplumlarda açtığı yaralar derin olmuştur ve tahribatları kolay aşılmamıştır. Tarih bu tür örneklerle doludur.
Bu uygulamanın sonucunda suskun, sessiz çoğunluk bir kez daha suskun ve nereye yönlendirilirse oraya giden bir yığına dönüşecektir. Suskun ama sistemin gösterdiği yerlerde gürültülü bir yığın olmaya devam edecektir. Çünkü bugün geliştirdikleri güvenlik önlemlerine gerekçe gösterdikleri olgular sistemli politikaların sonucudur.
Yoz ve günübirlik, kazanılan ve kaybedilen maçlarla dolu yaşam mevcut egemenlik sisteminin bir ürünüdür. Özellikle 12 Eylül süreci ile başlayan “gençler politika ile uğraşmasın da neyle uğraşırsa uğraşsın” yaklaşımı Türk -İslam sentezi doğrultusunda geliştirilen politikaların ürünüdür.
Hrant Dink gibi düşünen yazan, üreten insanları vuran Ogün Samast’ların korunduğu, kollandığı, Polat Alemdarların model gösterildiği bir ülke gerçekliğinde toplumsal sorunlarla ve kendi sorunlarının çözümleriyle ilgilenmeyen, politika ile uğraşmayan kuşaklar yetiştirmenin sonuçlarıdır yaşananlar…
Aslında bu uygulamalarla okullar bir kapalı cezaevine dönüştürülmektedir. Nasıl cezaevlerinde amaç tutuklu ya da hükümlünün tüm direnç odaklarını kırmak, gardiyan yokken bile gardiyan varmış gibi kendi davranışlarına dikkat etmek zorunda bırakmak yani kişiliği çürütmek ise okullarda da gözetleme, istihbarat ağı kurarak öğrenci ve öğretmenler açık F tipine konulmaktadır.
Yaşam öyle bir sudur ki hâkim olduğunu düşündüğün anda bir bakmışsın o kendi yatağını bulup akmaya başlamış bile… Önüne konulan kameraları, güvenlik görevlilerini de alıp götürmüş…
İşte asıl mesele de burada. Kendi yaşam akışımızı el birliğiyle dokuyabilmekte…