Türkiye’deki eğitim sistemini en iyi ifade eden söz sanırım, eski bir Milli Eğitim Bakanı’nın söylediği “şu mektepler olmasa, maarif ne güzel yönetilirdi” sözüdür. Türkiye egemenlerinin ve siyasi iktidarların eğitime bakışını, nerdeyse bütün Cumhuriyet tarihi boyunca açık seçik bir şekilde bu vecize temsil etmiştir. Dönemlerin karakteristiklerine ve iş başına geçen hükümetlerin yaklaşımlarına göre her yıl, resmi-egemen […]
Türkiye’deki eğitim sistemini en iyi ifade eden söz sanırım, eski bir Milli Eğitim Bakanı’nın söylediği “şu mektepler olmasa, maarif ne güzel yönetilirdi” sözüdür. Türkiye egemenlerinin ve siyasi iktidarların eğitime bakışını, nerdeyse bütün Cumhuriyet tarihi boyunca açık seçik bir şekilde bu vecize temsil etmiştir. Dönemlerin karakteristiklerine ve iş başına geçen hükümetlerin yaklaşımlarına göre her yıl, resmi-egemen düşünceye ters düşmeyen, tam aksine, onu güçlendiren, farklı eğitim modelleri denenmiş, bu denemelerden, ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kademeleri nasibini almıştır. Türkiye eğitim sistemi, yazboz tahtasına dönüştürülmüştür.
Yakın dönem açısından ele alındığında olumsuz anlamda toplumun aleyhine en etkileyici politika ve uygulamalar, eğitimin özelleştirilmesi ve paralı eğitimde kendisini göstermiştir.
Bilindiği gibi özelleştirme, toplumsal alanın geneline yöneliktir. Sağlıktan eğitime, sanayiden tarıma bütün alan ve sektörlerde uygulamaya sokulmuştur. Toplumsal çıkarlar göz önüne alındığında, en trajik sonuçlar, eğitim ve sağlık sektöründe ortaya çıkmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetleri toplumsal hak olmaktan çıkarılmış, parası olanların faydalanabileceği duruma getirilmiştir. Bu ülkede, parası olmayan hiçbir insanın eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı yoktur.
Özelleştirme programları savunulurken, “daha kaliteli ve ucuz hizmet verilecek” denilerek, bilinçler bulanıklaştırılmış, dikkatler farklı yönlere çekilmiştir. Bu yaklaşım, özelleştirme politikalarının hayata geçirilmesinde önemli bir desteğin oluşmasına da yol açmıştır.
Özelleştirmeler bilindiği gibi sadece mal üretimiyle ilgili değildir. Hizmet sektörünü de kapsayan özelleştirme programları eğitimde ve sağlıkta da adım adım hayata geçirilmiştir. Bugün artık ülkemizde eğitim hizmeti metalaştırılmış, alınıp satılabilir duruma sokulmuştur. Ticaretin ve artı değer kazanmanın bir unsuru haline getirilmiştir. Bu alanda, gerek devlet gerekse özel sektör çok büyük paralar kazanmaktadır.
Paralı eğitime geçişin ilk adımı, devlet okullarında “katkı payı” denilen zorla yardım alma uygulamasıydı. Bu konuda, geçmişte bir büyük ilin valisi, “kazları incitmeden yolun” diyerek, eğitimle ilgili Türkiye Milli Eğitiminin vecize üretme geleneğini sürdürmüştür. Egemenler için, sadece eğitimde değil, hayatın bütün alanlarında vatandaş, “yolunacak bir kaz”dan başka bir şey değildir. Bütçeden eğitime ayrılan pay her yıl düzenli bir biçimde düşürülmektedir. Ortaya çıkan açık, ek masraflarla vatandaşın cebinden alınan paralarla kapatılmaktadır. Eğitimde, ders kitabı fiyatlarındaki artış, paralı özel okulların yaygınlaştırılması, üniversite harçlarının yüksekliği, artık zorunluluk gibi algılanan dershaneler vb. diğer basamaklar da göz önüne alınınca, amacın eğitim hizmeti vermek değil, para kazanmak olduğu net bir şekilde görülecektir.
Sorunun, kaynak sorunu olmadığı gün gibi açık bir gerçektir. Bu ülkenin genel bütçesinin yüzde 50’ye yakını, “Ülke güvenliği harcamaları” adı altında eritilmektedir. Bu miktarın nereye gittiğini devleti yöneten bürokrat ve siyasetçiler bile bilmemektedirler. Türkiye’nin silahlanmaya, kirli işlere ayırdığı paralar, yaptığı harcamalar düşünülünce, eğitim ve sağlıkta halka hizmet götürme konusunda sorunun kaynak sorunu olmadığı görülür. Bütçenin sınırlı olanaklarından dem vurmak, ödenek yokluğundan bahsetmek vb., sorunun asıl kaynağını gizlemeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Özelleştirmeyi savunanların en önemli iddialarından biri de, “sermayenin tabana yayılacağı” yalanıydı. 1990 sonrası başlatılan sürecin sonuçları ortadadır. Sermaye tabana yayılmadığı gibi, “taban”ın alım gücü azaldı ve yaşam koşulları daha da zorlaştı. Bugün artık insana ait her değer, bir avuç sermaye grubunun insafına terkedilmiş durumdadır. Bürokrasi, hükümet vb. kurumlar, bu sermaye gruplarının kuklalarıdır.
Var olan sistemde eğitime biçilen rol, başta sermaye grupları olmak üzere yerleşik düzenin “eleman” ihtiyacını karşılamaktır. Ve daha da önemlisi, yetişen genç kuşakların, düzenin ideolojik değerlerini yüklenerek yön almalarını sağlamaktır. İlkokuldan üniversiteye kadar, eğitimin “gizli” amacı budur.
Bilimsel düşünceden uzak, kişilik kazanamamış, soru sormayan-konuşmayan, anlatılan her şeyi kabul eden kuşaklar yetiştirmek birincil amaç olmuştur. Düzenin eleman ihtiyacını karşılamak için, örneğin devlet üniversiteleri yeterli görülmediği için özel üniversiteler ve vakıf üniversiteleri kurma furyası başlatılmıştır. Bugün artık her sermaye grubunun bir üniversitesi hatta ilköğretim okulu bile vardır.
Faşist bir karakter taşıyan 12 Eylül Anayasası’nda dahi eğitim bir hak olarak tanımlanıyordu. İşin ilginci, bugünkü Anayasa’ da hala, “devletin, sosyal bir hukuk devleti” olduğunun yazılı olmasıdır. Geldiğimiz noktada, bütün hak ve özgürlüklerin gasp edilişinde olduğu gibi, eğitim hakkı da gasp edilmek istenmesi, egemenlerin kendi yasalarına bile tahammül edemediklerinin en bariz göstergesidir. Toplumsal hizmetler, çok ilginçtir, vergilerin artırılmasıyla ters orantılı olarak azaltılmaktadır. Ancak, bunun sorgulanması, toplum olarak hiçbir şekilde yapılmamaktadır.
Her eğitim-öğretim dönemi, anti-demokratik uygulamalar, hızından bir şey yitirmeksizin devam etmiştir/edecektir. AB süreciyle bağlantılı atılan nutuklar palavradan başka bir şey değildir. Eğitimde hak gaspları, gerici-faşist programlar, saldırılar, yıldırma-susturma faaliyetleri eli sopalı güçlerin desteğinde sürecektir.
Ezberci Eğitimle Ne Amaçlanıyor?
Bugünkü eğitim sistemi içerisinde okulların, bilimleri genel olarak öğrettiği, bu öğretme yöntemlerinin bilimsel olduğu ve çok yönlü insanlar yetiştirildiği iddiası kocaman bir yalandır. Diğer şeylerde olduğu gibi eğitim-öğretim gerçekliği de toplumun sınıflara bölünmüşlüğüyle ilişkili bir olgudur. Egemen kılınmaya çalışılan eğitim modeli, egemenlerin çıkarlarını gözeten, gerici-şoven niteliktedir. Çocuk ve gençleri, çok küçük yaşlardan itibaren bir cendereden geçirmenin adı eğitim-öğretim olmuştur. Genç kuşaklar, okullarda, verili düzenin çıkar ilişkilerinin devamına hizmet eden, güçlendiren ve güvenceye alan bir biçimde yetiştirilmek istenmektedir. Bunun yolu da ezberci bir eğitim metodundan geçmektedir. Konuşmayan, soru sormayan, üretmeyen, okumayan, sadece dinleyen ve verileni alan bir nesil yetiştirmek asıl hedeftir. Bugün milyonlarca genç insanı bu süreçlerden geçirerek sonunda işsiz bırakmak bu tezi doğrulamaktadır. Ancak, yine de bu eğitim sisteminden yararlanmak gerekiyor. Genç insanların dikkat etmeleri gereken nokta, kendilerine gerekli olan bilgileri almaları ve eğitim-öğretimlerini farklı araçlarla beslemeleridir. Gelişmiş bir bilinç ve kafa yapısına sahip olmak ancak bu şekilde sağlanabilir.
Bu toplum içinde yaşayan bireyler olarak yapmamız gereken şey, bu yağma ve talan düzeninde sürünerek yaşamak ya da boğaz tokluğu için dilenmek ve bize sunulan, üzerimizde denenen her şeyi kabul etmek olmamalıdır. “Okullar ticarethane, eğitimciler tahsildar, öğrenciler ve veliler yolunacak kaz değildir” gerçeğini, bizi yönetenlerin yüzlerine her eğitim-öğretim döneminde haykırmamız gerekiyor. Parasız ve bilimsel eğitim istemek, bizlerin en doğal hakkıdır.