Cumhurbaşkanlığı atamasını demokrasinin zaferi ilan eden “liberal” sola iran deneyimi üzerinden olmasa da bir “makale” üzerinden sorular 22 Temmuz “Seçimi”, Cumhurbaşkanlığı “Ataması” liberal sol açısından bakıldığında demokrasinin önemli kilometre taşları olarak değerlendirilmiştir. Değerlendirilebilir. Ancak demokrasinin ne olup olmadığını tartışma dışı bırakarak, bir “seçim” ve bir “atama” üzerinden bakıldığında bu sürecin bile ne kadar demokratik olup […]
Cumhurbaşkanlığı atamasını demokrasinin zaferi ilan eden “liberal” sola iran deneyimi üzerinden olmasa da bir “makale” üzerinden sorular
22 Temmuz “Seçimi”, Cumhurbaşkanlığı “Ataması” liberal sol açısından bakıldığında demokrasinin önemli kilometre taşları olarak değerlendirilmiştir. Değerlendirilebilir. Ancak demokrasinin ne olup olmadığını tartışma dışı bırakarak, bir “seçim” ve bir “atama” üzerinden bakıldığında bu sürecin bile ne kadar demokratik olup olmadığı sorgulanmayı hak etmişken, liberal solcular tarafından bu sürecin es geçilmesi kendi içinde anlamlı ve tutarlıdır. Zira, burada, liberallerin anladığı anlamda bir demokratik süreç ve işleyiş bulmak pek kolay değildir. Bütün bunlar, önemli görülmeyebilir, ancak, emek ile sermaye arasındaki tutum ve uygulamaların sol liberaller tarafından hiç sorgulanmamış olması anlaşılır olmasa gerek. Örneğin THY’deki grev sürecindeki hukuk dışı tutumlar, uygulamalar nedense demokrasinin bu yüksek savunucuları tarafından hiç görülmedi! Zaman gazetesinin çalışma hukukunun temel hakkı olan grev hakkına yönelik acımasız saldırısı, hainlik ile ithamı nedense demokrasinin bir sınavı olarak algılanmadı liberal solcularca. Bu durumda bize İran’daki “molla devrimi” deneyimleri üzerinden bu ülkenin emekçileri adına bazı sorular sormak düşüyor.
Sorulara, şimdi milletvekili olan eski Başbakanlık Müsteşarı Ö. Dinçer’in 1995 yılındaki düşüncelerini içeren ve yolda ne kadar mesafe kat edildiğini gösteren “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” makalesindeki değerlendirmeleri ile başlanabilir. Oldukça önemli olan, hem liberal solcularca görülmek istenmeyen, hem de bugünler de İslamcılarca gözlerden ırak tutulmaya çalışılan bu makalemsi değerlendirmeğe bakmakta yarar var. Bu makalemsi değerlendirmeden alıntılar yapılacak ve bu alıntıların her birine yönelik tek tek değerlendirme yapılmayacaktır. Yazının sonunda üç kitaba gönderme yapılarak, değerlendirme okuyuculara bırakılacaktır.
“İslam, bir hayat tarzıdır ve hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistemdir”
“Siyasi öncelikli İslami hareketler aslında devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek, toplumda değişikliği sağlamaya yönelik hareketler olarak ifade edilebilir. Karar gücünü elinizde bulundursanız birtakım değişimleri bu karar gücüyle gerçekleştirmeye çalışırsınız”
“… bizim kendi müziğimiz yasaklanırken, diğer taraftan Batı musikisi ya da senfoni orkestraları, Anadolu’nun şehirlerinde gezdirilerek vatandaşlara zorla dinlettirilmiştir. Ve o dönemden bugüne kadar geçen süreç içerisinde İslam’a yönelik modern devletin birtakım dayatmaları olmuştur”
“Modern devleti, İslam’a tercüme ederek kullanmaya kalkışmak veya bürokratik mekanizmada yer alacak memurları dindar insanlardan seçmek devletin yapısını, İslam’ın öngördüğü yapıya kavuşturur mu? Aslında bu tür bir eğilimin, İslami bir iktidarı değil beşeri yanı ağır basan bir iktidarı öne çıkaracağı kanaatindeyim. Modern devletin İslam’a tercüme edilerek kullanılması bizim açımızdan önemli mahzurlar doğuracaktır”
“İslam bir bütündür ve hayat tarzıdır. Siyaseten de karar gücüne yönelik hareketler yapmak zorundaydı”
“… önce ekonomi dünyasında başlayan adem-i merkezileşme ve toplumun daha alt birimlerine yetki verme temayülü giderek sosyal ve siyasal hayatımızda da kendisini göstermekte, böylece dolayısıyla devlet yapısının da değişimi ve birtakım fonksiyonlarını özel sektöre ya da üçüncü sektöre devretmesini gerektirmektedir”
“Dolayısıyla bugün devletçilik düşüncesi ve uygulaması yerine devletin fonksiyonlarının yeniden tanımlandığı ve adem-i merkezi bir yapının oluşturduğu bir geçişe ihtiyaç duyulmaktadır”
“… globalleşmenin olduğu her yerde mahalli kültürlerin gelişmeye başladığını görüyoruz. Bizim ülkemiz söz konusu olduğunda mahalli kültür İslam’dır. Globalleşme ne kadar artarsa İslamlaşma da o kadar artacaktır. Böylelikle varlığını hissettirmeye başlayacaktır. Nitekim hissettirmektedir de. Öyleyse Türkiye’nin bu durumu fark ederek, gerekli düzenlemeleri yapması gerekir”
“Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum”
“Bugün nasıl bir devlet ve toplum istediğimizin çok net ve çok açık bir şekilde tanımını yapmak zorundayız. Bu tanımlamanın aslında kafamızda çok net ve açık olduğunu ve bunun için az-çok hazırlıklı olduğumuzu biliyorum, ama topluma yansıtma konusunda eksiklerimizin olduğu kanaatini de taşıyorum. Öyleyse bu, tüm topluma duyuracak bir mekanizma ile ulaştırılmalıdır. İkincisi Türkiye’deki kültürel öncelikli İslami hareketlerle siyasi öncelikli İslami hareketlerin karşılıklı ilişki ve etkileşimlerinin yeniden tanzim edilmesidir. Eğer bu iki hareket bütünleşmiş bir halde devam ettirilebilirse, Türkiye’de İslam’ın hiçbir ülkede görülmemiş bir şekilde sağlam bir temel üzerinde gelecek vaat ettiğini ifade edebiliriz”
Evet, alıntılar bu kadar. Yapılacak olan ise şu: her alıntıyı bir soruya dönüştürüp, 1995 yılından 2007 yılına kadar yaşanan süreçte beklenenlerin, umulanların, istenilenlerin ne kadar yerine getirildiği. Cumhurbaşkanlığı ataması son bir deneyim ve uygulama olarak oldukça öğretici.
Kuşkusuz bu “alıntıların” hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayabilir. “Ne yani” denilebilir. Bizim “ne yani” diyecekler için cevap olarak önereceğimiz üç kitap var. İsteyen, dileyen varsa, tartışmaya da açığız!… Ama, bir de savaş uzmanı C.V. Clausewitz’i dinlemekte yarar var: “… düşmanın karşı koyma gücünü, oldukça iyi tahmin edebileceğimizi kabul edersek kendi gayretlerimizi de buna göre ayarlayabilir ve gayretlerimizi, ya üstünlüğü sağlayacak kadar büyük tutar, ya da, buna gücümüz yetmediği takdirde, olanak oranında büyük tutarız. Fakat düşman da aynı şeyi yapar. O halde, yalın bir tasarı olarak tarafları tekrar aşırılığa iten yeni bir tırmanma başlayacaktır”. Ve son söz yerine bir kez daha C.V. Clausewitz : “Düşmanı mağlup etmediğim sürece, onun beni mağlup etmesinden korkmak zorundayım; o halde artık ben, kendimin efendisi değilim; aksine, düşman bana talimat veriyor, benim ona verdiğim gibi. Bu, ikinci aşırılığa götüren ikinci karşılıklı etkidir”.
Okuma “listesi” için kitap bir: C.V. Clausewitz, Savaş Üzerine, Özne Yayınları.
Okuma “listesi” için kitap iki: M. Behrooz, Nasıl Yapılamadı: İran’da solun yenilgisi, Epos Yayınları.
Okuma “listesi” için kitap üç: Y. Küçük, Sırlar, İthaki Yayınları.