7 Kasım 1982.. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında hazırlanan yeni anayasanın halkoylamasına sunulduğu gün. Gözlemci olarak Türkiye”de bulunan Hollandalı bir parlamenter eve ziyaretime geldi. Anayasadaki antidemokratik düzenlemeler hakkındaki düşüncelerimi sordu. Benden önce konuştuğu ünlü bir siyasetçi, bu düzenlemelerin Avrupa standartlarına ters düşebileceğini, ancak Türkiye için gerekli olduğunu söylemişti. Bu görüşünün gerekçesini de, Türkiye”de halkın demokrasi […]
7 Kasım 1982.. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında hazırlanan yeni anayasanın halkoylamasına sunulduğu gün.
Gözlemci olarak Türkiye”de bulunan Hollandalı bir parlamenter eve ziyaretime geldi. Anayasadaki antidemokratik düzenlemeler hakkındaki düşüncelerimi sordu.
Benden önce konuştuğu ünlü bir siyasetçi, bu düzenlemelerin Avrupa standartlarına ters düşebileceğini, ancak Türkiye için gerekli olduğunu söylemişti. Bu görüşünün gerekçesini de, Türkiye”de halkın demokrasi kültürünün yeterince gelişmemiş olmasına bağlamıştı.
Hollandalı parlamenterin, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi”nden tanıdığı ünlü siyasetçiden etkilendiği anlaşılıyordu.
Yanıldığını belirttim. Demokrasinin, halkın kültürü gelişmiş mi, gelişmemiş mi denilerek derecelendirilemeyeceğini, demokratik özgürlüklere bu ve benzeri gerekçelerle sınırlamalar getirilemeyeceğini anlattım.
Uzun tartışmalardan sonra bana da hak verdi…
İlerleyen saatlerde tuvalete gitmek istedi.. Panikledim. Çünkü evde sular kesikti. Kesinti epey uzamış, depomuz da boşalmıştı.
Çaresiz kendisine yolu gösterdim. Utanarak, sıkılarak bidonlardaki ve şişelerdeki suyu nasıl kullanacağını anlattım.
Holandalı parlamenter tuvaletten çıkınca, suların neden akmadığını, buna karşı bizim ne yaptığımızı, sorumlu bulduğumuz yerel yöneticileri protesto etmek için ne gibi eylemler yaptığımızı sordu.
Bir boru arızası olduğunu, arızanın biran önce giderilmesini dilediğimizi, su ihtiyacımızı da yakınımızdaki havuzbağı çeşmesinden karşılayabildiğimiz için şanslı olduğumuzu söyledim. Askeri yönetim koşullarında herhangi bir protesto eyleminin söz konusu olamayacağını da ekledim.
Oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Elindeki 12 Eylül anayasasını göstererek, “Bu kadar demokrasi size yeter” dedi ve gitti..
* * *
Televizyonlarda Melih Gökçek”i dinlerken anımsadım bu olayı.
Ankara günlerdir susuz. Deyim yerindeyse, kokmaya başladı.. Hastanelerde acil olanların dışında ameliyat yapılamıyor. Büyük alışveriş merkezlerindekiler dahil, umumi tuvaletler kullanılamıyor.
İnanılması gerçekten zor. Ankara”da bulunup yaşamak gerekiyor.
Peki, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ne yapıyor? Hiçbir sorumluluk üstlenmiyor, bütün pişkinliğiyle zeytinyağı misali suyun üzerine çıkmaya çalışıyor.
Bu zat, 14 yıldır Ankara”yı keyfince yönetiyor. Bu sürede Ankara”ya, beton ormanı biçiminde iki Ankara daha eklendi. Ancak, 70 kilometre batısında Sakarya, 70 kilometre doğusunda Kızılırmak nehirleri akan Başkentin su rezervlerine tek bir damla dahi katılmadı.
Gökçek, “Ben gereğini yapacaktım ama beni DSİ engelledi” diyor. Suyu temin etme görevinin DSİ”ye ait olduğunu, belediyelerin sadece suyun dağıtımından başka bir işlevi olmadığını söylüyor.
Çarpıtmanın da ötesinde, doğru da konuşmuyor. 2004 yılında çıkan Büyükşehir Belediye Yasası ile su temini görevi belediyelere de verildi. Buna karşın Gökçek, kılını kıpırdatmadı. Bütün uyarılara kulak tıkayıp, uygun koşullu kredisi olan projeleri, “pahalı” oldukları gerekçesiyle rafa kaldırttı.
Şimdi başını taşa vurunca, pahalı dediklerinin üç katı maliyetle ve sağlıksız koşullarla su temin ederek ne yaman bir belediye başkanı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Peki, biz ne yapıyoruz? Bırakın sorumluluğunu, açık suçluluğu tescillenmiş olan Gökçek”e, bütün Ankaralılar tek bir yumruk olup “yeter artık” diyebiliyor muyuz? Onun, “Beni protesto edenler solcu militanlardır” diye konuşmasına gereken kitlesel cevabı verebiliyor muyuz? Ankara”da attığım her adımda, Melih Gökçek”e ateş püskürdüğümüzü, öfke kustuğumuzu canlı olarak görüyorum. Ancak bu öfke eylemli bir tepkiye dönüşmüyor.
* * *
1982 yılından buyana 25 yıl geçti. Artık, sığınacak “askeri yönetim” gibi bir mazeretimiz de yok. Ama, Melih Gökçek gibi yolları kilitleyip arap saçına çevirmiş, Ankara”yı susuz bırakmış bir belediye başkanı koltuğunda hala oturabiliyor. Suyu verdi verecek, kesti kesecek tartışmalarıyla gününü gün edebiliyor. Biz Ankaralılarla “tatile çıkın, banyo yapmayın” diyerek alay dahi edebiliyor..
Anılarımı canlandırıyorum.. Hollandalı parlamenter bugün Türkiye’de, Ankara’da olsaydı bu duruma ne derdi? Bizim, geçen 25 yılda gerçek demokrasi yolunda ne kadar mesafe aldığımızı düşünürdü?.