Küçük Emrah filmlerinden biriydi. Bahtsız abla ya da anne rolündeki kadın zalim kocadan dayak yerken feryat figan bağırıyor; Emrah gelip zalim kocayı öldürüyor; sonra da kadın ölmüş zalim kocaya gözyaşları içinde sarılıp, “katil” diye bağırarak Emrah’a sövüp sayıyor. Ters ‘V’ harfi biçimindeki kaşlarıyla bize bakan Emrah, üzüldüğü kadar kızıyor ve şaşırıyor da. Niye şaşırıyorsun Emrah? […]
Küçük Emrah filmlerinden biriydi. Bahtsız abla ya da anne rolündeki kadın zalim kocadan dayak yerken feryat figan bağırıyor; Emrah gelip zalim kocayı öldürüyor; sonra da kadın ölmüş zalim kocaya gözyaşları içinde sarılıp, “katil” diye bağırarak Emrah’a sövüp sayıyor. Ters ‘V’ harfi biçimindeki kaşlarıyla bize bakan Emrah, üzüldüğü kadar kızıyor ve şaşırıyor da.
Niye şaşırıyorsun Emrah? Zalim kocayı öldürdün ama; sen mahpusa, o mezara… Abla kimsesiz kaldı ortada. Abla senin iyi niyetini bilir de, ablayı kurtaracak olan şey, zalim kocanın yokluğu değil ki…
Emrah’a laf etmek kolay. Ve fakat seçimlerde AKP’ye hücum eden yoksul halkımız, biz solculara da Emrah’ınkine benzer bir kızgınlık ve şaşkınlık yaşattı. Seni gidi “tarihsel çıkarlarının farkında olmayan”, bir paket makarnaya, bir torba kömüre tav olan halk seni; o kadar hakareti içine sindirdin ya, sen adam olmazsın. Acaba biz de Küçük Emrah’ın toyluğuyla mı tepki veriyoruz?
Normal olarak “ekmeğinin derdinde” olan halka, küçük hesaplar yaptığı, gündelik düşündüğü için kızmamız solun temel kabulleriyle çelişmiyor mu? “Ey halk, neden tarihsel çıkarlarının farkına varmadan davranıyorsun” dersek, halk da “o senin problemin; bkz. Lenin” demez mi?
Üstelik, çoğu zaman sanki Jüpiterlilerden bahsediliyormuş gibi anılan halkın, ima edildiği kadar cahil olmadığını teslim etmek lazım. Geçenlerde bir TV programının sunucusu, “yahu o kadar yolsuzluğu belgeledik, yine gidip AKP’ye oy verdiler” diyordu. Halkın parlamenter siyasetin çürümüşlüğünün farkına varması için belgeye ihtiyacı var mıdır? Halk orayı yolsuzluk yapılmayan, doğru şeylerin savunulabileceği bir yer olarak mı tahayyül etmektedir? En azından benim gördüğüm halk kişileri, parlamentoya gönderdiklerini; adam kayırsınlar, torpil yapsınlar, kamu kaynaklarını kendi yakın çevrelerinden zenginler yaratmak için kullansınlar, o zenginler de kendi çevrelerini işe alsınlar vs. diye gönderen insanlardır. Sosyalistlerin “burjuvazinin ahırı” dediği parlamentoya en çok AKP’liler uygun görüldüyse, bunda şaşılacak ne vardır?
Geçen Ramazan’da iftar çadırları önünde yaptığımız bir söyleşide, yarım saattir yağmur altında sıra bekleyen bir ağabeyimize, “Halka bir kap yemekle yardım eden zenginler, ya kamu kaynaklarını soyarak zengin oluyorlarsa?” diye sorduğumuzda, “Çalacak ki zengin olacak, zengin olacak ki yardım dağıtacak” deyivermişti. Bu çalıp ucundan azıcık dağıtma işini en iyi yapanın İslami kesim olduğunu, sosyal demokratların çoğunlukla sadece çalmakla yetindiğini dikkate alınca AKP’nin başarısı şaşırtıcı olmasa gerek.
“Ekmeğinin derdinde” olan halk kişisinin, toplumun kökten bir dönüşümü sahici bir seçenek değilken böyle davranması akla daha yatkın değil midir? Halkın umutsuz başkaldırılara meyletmeyip acısını biriktirmesini, cahillik değil de geçmiş başarısız deneyimlerden süzülüp gelen bir görmüş geçirmişlik saymamız aşırı iyimser bir değerlendirme değildir sanırım.
Peki bütün bunlar yoksulların AKP’nin neo-liberal saldırılarının gündelik sonuçları karşısındaki tepkisizliğini de haklı çıkarır mı? Elbette çıkarmaz; ama toplumun yoksul halkı bilinçlendirmesi gereken örgütlü kesimleri AKP’nin suçlarını kendi üstlerine almasalardı…
AKP’nin eğitim politikası tepki yaratmayacak bir politika mıdır? Kamu kaynaklarını özel okullara aktar, devlet okullarının kaynaklarını kes… Eğitim emekçileri okulların ihtiyaç duyduğu kaynağı velilerden toplamayı reddetse ve “katkı payı toplamak yasaktır” diyen hükümetin ikiyüzlülüğünü teşhir etse, toplam eğitim masrafının %5’ini bile karşılamayan bedava kitap dağıtımı AKP’yi ne kadar kurtarır? Ama (kaideyi bozmayan istisnalar hariç) eğitim emekçileri maalesef tahsildarlık yaparak AKP’nin suçunu kendi üstlerine almış, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yalanlarını teşhir edecek bir mücadeleye girişmemiştir.
Bir örnek de sağlıktan. Kendi eliyle paralılaştırdığı sağlık ocaklarını seçimlere iki ay kala ücretsiz hale getirdiğini ilan eden ama aslında muayene ücretini toplamayı eczacıların üstüne atarak sadece tahsilatın adresini değiştiren AKP, yine halktan puan toplamıştır. AKP’nin suçu eczacılara yıkılmıştır.
İşyerlerindeki taşeronlaştırmayı, AKP’nin kadrolaşması / kendi adamlarını işe alması şeklinde tarif eden sendikalar da (hepsi değil ama çoğu), taşeron işçileri sınıf kardeşleri değil AKP’nin adamları sayarak yine yanlış değirmene su taşımıştır…
Örnekler çoğaltılabilir. Demem o ki, gündelik düşündüğü için suçladığımız halkın gündelik düşünme biçiminin mevcut gericiliğinde toplumsal muhalefetin muhalefetsizliğinin de payı var. Gündelik mücadelenin olanaklarını değerlendiremezken, halka tarihsel çıkarlarını anlatmamız, kökten bir toplumsal dönüşümü sahici bir seçenek hale getirmemiz mümkün mü? Böylesi bir seçeneği oluşturmamışken, halkın sanki böyle bir seçenek varmış gibi davranmasını beklemek makul mü?
Öte yandan, bu halkın ne yapsak üstesinden gelemeyeceğimiz, iflah olmaz arızaları mı vardır? En olmaz denilen zamanda özelleştirmeye karşı isyan bayrağını çeken ve önlerinde mücadeleye devam diyen bir sendikal örgütlülük durdukça direnişe devam eden, kucağında bebeğiyle polisin gaz bombalı saldırılarını püskürten SEKA işçisine, Seydişehir işçisine haksızlık etmeyelim… En tuhaf çizgileri savunanımız dahil yüz bilmem kaç küsur sol fraksiyonu bir şekilde yaşatan, solcu bir ağaç olsak gölgemize 20-30 kişi yollayan yoksul halka haksızlık etmeyelim… Kendisine, kısa vadede, sert bir savaşta kavrulmaktan başka bir şey vaat etmeyen gerillaları (ister ’80 sonrasının Devrimci Yolcularını, ister PKK’lileri hesaba katın) yaşatmak uğruna o küçük mülkünden vazgeçebilen, bugün imrenerek baktığımız Latin Amerika’nın devrimci toplumsal hareketlerinin merkezi aktörü olan köylülere haksızlık etmeyelim…
Kendimizi de yerden yere vurmayalım ama çuvaldızın ucundan da sakınmayalım…