22 Temmuz seçimlerinin iki galibi (AKP ve MHP) bir de mağlubu (CHP) var. Sonuçlar sıralama olarak kimseyi şaşırtmamakla beraber AKP’nin aldığı oy genel olarak yüksek bulundu. Seçimlerde ortaya çıkan tablonun nedenleri konusunda genel bir mutabakattan söz etmek de mümkün gözüküyor: AKP’nin DSP-ANAP-MHP koalisyonundan (Kemal Derviş eliyle yürürlüğe konulan) devraldığı ekonomik yapısal uyum programını istikrarla sürdürebilmiş […]
22 Temmuz seçimlerinin iki galibi (AKP ve MHP) bir de mağlubu (CHP) var. Sonuçlar sıralama olarak kimseyi şaşırtmamakla beraber AKP’nin aldığı oy genel olarak yüksek bulundu.
Seçimlerde ortaya çıkan tablonun nedenleri konusunda genel bir mutabakattan söz etmek de mümkün gözüküyor: AKP’nin DSP-ANAP-MHP koalisyonundan (Kemal Derviş eliyle yürürlüğe konulan) devraldığı ekonomik yapısal uyum programını istikrarla sürdürebilmiş olması emekçilerin geniş kesimlerinde ileriye dönük olumlu beklentiler yaratmış durumda. Diğer yandan AKP’nin, Genelkurmay-CHP-MHP bloğunca temsil edilen ‘Kürt sorununda savaşı Kuzey Irak’a(Güney Kürdistan’a) genişletme konsepti’ne mesafeli duruşunun da sonuçlarda rol oynadığı görülebiliyor.
Bu iki nedensellik özellikle sol liberal çevrelerde ciddi bir iyimserlik havası oluşturmuş durumda. DTP’li Kürt milletvekillerinin parlementoda yer alacak olmasıyla da katmerlenen bu iyimserlik kendini kabaca şöyle formüle ediyor: “1-Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözecek olan kapitalist yapısal uyum programı Türk halkından vize aldı. 2-Seçmen Kürt sorununu kangren haline getiren savaş politikalarıyla arasına mesafe koymuş oldu.
Acaba?
Sol liberalizmin ve liberal sosyalizmin genel kabulü o ki Kürt Sorunun da çözümsüzlüğün temel sebebi Türkiye’deki militarist vesayet rejimi. 22 Temmuz’da da ahali AKP’ye büyük teveccüh göstererek ve Kürt parlamenterleri TBMM’ye yollayarak askeri vesayet rejimini aşabilmek açısından ciddi bir adım atmış durumda. Bunlara göre Türkiye’de ve Kürdistan’da inisiyatifi siviller ele geçirse ne savaş kalır ne de Kürt sorunu. Bunlara göre Cumhuriyeti kuran askeri bürokratik elit dünyada 80 yılda (ve özellikle de Berlin Duvarının yıkılmasından sonra) yaşanan gelişmelerin çok gerisinde kaldıkları için, PKK ise soğuk savaş döneminin silahlı ulusal kurtuluş modellerinden esinlenen Stalinist-Bürokratik bir örgüt olduğu için Kürt sorununda çözümsüzlük sürgit devam ediyor. Bu iki güç aşılırsa sorun da çözülür. Aynen Irak’taki gibi: Saddam yıkılırsa demokrasi kolayca gelir!
Sınıflar, Sınıflar, Sınıflar…
Sınıfların tarihsel yapısallıklar olduğu üzerine bildik tespitler, uzun analizler yapacak değilim. Şu kadarını söylemekle yetineyim: Kürt sorunu Türkiye burjuvazisinin yapısal bir sorundur. Yani sorunu ortaya çıkaran temel etken Türkiye burjuvazisinin bizzat kendi yapısıdır: Türkiye burjuvazisinin yetersiz birikim sorunuyla hastalıklı olması Türkiye’deki askeri vesayet rejiminin de Kürt sorununun da ardındaki tarihsel gerçektir.
Türkiye burjuvazisinin Kürt sorununu çözme kapasitesi ve yeteneği yoktur. Dolayısıyla Türkiye’de hakim sınıf burjuvazi olduğu müddetçe bu sorun türlü biçimler altında da olsa sürgit devam edecektir. “Fakat bu biçimde sürmek zorunda değil” dendiğini duyar gibi oluyorum. Tabi ki bu biçimde sürmek zorunda değil ama bunun için de Türkiye’deki askeri vesayet rejiminin değişmesi gerekiyor. Bu da burjuvazinin kendi tarihsel-yapısal eksik birikim sorununu çözebilmesine bağlı. Bu hastalığın tedavisi de AKP türü sermaye partilerinin seçim başarılarıyla olacak şey değil. Bunun için başka bir tarihin yaşanmış olması gerekir/gerekirdi.
Önümüzdeki Dönem
Bu gün Kürt sorunu T.C açısından son derece elverişsiz bir uluslar arası konjonktürle birleşmiş durumda. ABD Irak’ta işgalci ve buradaki en büyük müttefiki Kürt’ler. Diğer yandan ABD İran’ı Ortadoğu’daki en büyük tehdit olarak nitelemeye devam ederken bu ülkede 8 milyon civarı Kürt yaşıyor ve molla rejimiyle çeşitli düzeylerde mücadele ediyor. ABD’nin düşman saydığı bir diğer devlet Suriye’de ise Kürt’lerin önemli bölümünün kimliği dahi yok. T.C tam bir aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık ikilemiyle karşı karşıya kalmış durumda.
Böyle bir konjonktürde seçim sonuçlarına bakarak “nihayet siviller AKP eliyle inisiyatifi ele alacak, yumuşama dönemi başlayacak vb.” beklentilere girmek cahillik demeyelim ama en hafifinden safdilliktir. ‘Kuzey Irak (Güney Kürdistan) için cazibe merkezi olabiliriz’ vb. söylemleri dile getirenler(1) bilmeyebilir fakat Türkiye burjuvazisinin devleti ve ordusu gayet iyi bilir ki bu sorunu yumuşamayla, barışmayla falan çözemezler. Çünkü çözemezler! Çünkü sorunun kaynağı bizzat kendileri. Hele de böylesi bir Ortadoğu konjonktüründe asla çözemezler.
Öyleyse Türk devleti önümüzdeki dönem yürüttüğü kirli imha savaşına Ortadoğu konjonktürüne koşullanarak yeni şekiller verecek, ama ne yazık ki Kürtler tarafından uzatılan barış elini belki de herkesin felaketi pahasına havada bırakacaktır. Ta ki Türkiyeli emekçiler bu bahiste tarihsel derinliği ve perspektifi olan bir sınıfsal inisiyatifi geliştirene kadar.
Son söz yerine: AKP’nin Uluslar arası finans kapitalin desteğiyle emekçilerin oylarını alması başka şeydir, emekçilerin partisi olmak başka. Yani eniştemin şeyi olsa teyzem olur.
(1) Bunlara sormak gerekir, Diyarbakır için 80 yılda olamadığınız şeyi üç günde Erbil için nasıl olacaksınız?
Dr. Ahmet Tellioğlu
dr.ahmet.tellioglu@gmail.com