Siyonist İsrail devletinin Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal hareketine karşı, Filistin halkının işgale karşı verdiği ulusal mücadele başından bugüne kadar bir çok karmaşık ve zor süreçler geçirdi. Ancak Filistin davasının son dönemde evirildiği nokta ise yarım asırdır pusuda bekleyen Siyonizm’in tuzağına düştüğünü ve derin bir yara aldığını gösteriyor. Emperyalist Batı devletlerinin sınırsız desteğini arkasına alan İsrail […]
Siyonist İsrail devletinin Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal hareketine karşı, Filistin halkının işgale karşı verdiği ulusal mücadele başından bugüne kadar bir çok karmaşık ve zor süreçler geçirdi. Ancak Filistin davasının son dönemde evirildiği nokta ise yarım asırdır pusuda bekleyen Siyonizm’in tuzağına düştüğünü ve derin bir yara aldığını gösteriyor. Emperyalist Batı devletlerinin sınırsız desteğini arkasına alan İsrail devleti, kendine ait olmayan kadim topraklar üzerinde sınırsız ve orantısız bir savaşı, Filistin topraklarının dışına taşıyarak bölgedeki doku uyuşmazlığında ısrarcı davranışını sürdürmektedir.
İsrail’in asıl korkusu bugünden ziyade gelecekte kadim Filistin toprakları üzerinde azınlığa düşme korkusu olup, Siyonistlerin 60 yıldır hayata geçirmeye çalıştıkları mistik bir İsrail’e inandıkları sürece, Filistin’de olduğu gibi Ortadoğu’da da huzuru beklemek hayaldan başka bir şeyi ifade etmiyor. Etmediği gibi de Yahudi halkı, bu Siyonist ideolojinin yalıtılmış mistik halinden kurtulmayıp onun etkisinde kaldıkları sürece, bir devlet vatandaşından ziyade bir tarikatın üyeleri olarak veya ona benzemeye devam edeceklerdir.
Bir asıra yakındır Filistin toprakları üzerinde devam eden sistematik Yahudileştirme, genişleme ve sınırları her yıl bir adım daha ileriye taşıma hareketini sürdürse de, İsrail gelecekte Filistin toprakları üzerinde azınlığa düşmekten kurtulamayacaktır. Zira İsrail’de sadece İsrailliler yaşamıyor, İsrail nüfusunun yaklaşık beşte biri Yahudi de değildir. Bundan dolayı çeşitli kıtalarda yaşayan Yahudilerin İsrail’e göçünün hızlandırılması ile gelecekte demografik azınlığa düşmemek için çağrıları devam ediyor. Yani bir çeyrek aşırlık süreci göz önüne getirip düşünürsek, işgal altındaki topraklarda Yahudi halkının iki katı Arap nüfusunun oluşması demek olacak ki, bu da İsrail’de Yahudilerin azınlıkta kalacağı anlamına geliyor.
Bu vesileyle İsrail, Filistin topraklarını işgal ve istimlak ederek, onları daha çok sağa sola sürgün ederek, Filistin’deki demografik yapının İsrail lehine işlemesine çalışıyorlar. Oysa bu mantık dışı ısrarcılık ne kendisine bir fayda getirecektir, ne de bölgede gözü olan emperyalist güçlere.
Siyonist ideolojisiyle yarım asırdır sistematik olarak Kutsal Kudüs’ün Yahudileştirilmesi ve hedefinde var olan Kudüs’ün gelecekte “ebedi, bölünmez” bir İsrail Başkenti olarak ilan edilmesi planlanıyor. Bu şekilde Filistin’in Ürdünleştirilmesi, yada Ürdün’ün Filistinleştirilmesi veya şu an gizli olarak gündem de olan Filistin’in Gazze Şeridinin Mısıra dahil edilmesi veya tamamen işgal edilmesi ve bölgede etkin olan Hamas’ın dize getirilmesi stratejisi adım adım hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Altmış yıldır Filistin topraklarında vahşi metotlarla işgal hareketini sürdüren İsrail, Gazze ile Batı Şeria arasındaki bağlantıyı sağlayan geçit ve yolları kestiği gibi Gazze’de verimli toprakları, limanı ve sınırları elinde tutuyor. İsrail, Gazze’nin geriye kalan % 5 kıraç toprakları üzerinde yaşayan 1.4 milyon isyankar nüfustan kurtulmayı hesaplıyor. Bu anlamda İzak Rabin’in Gazze ile ilgili sarf ettiği sözler dikkat çekicidir.
Rabin, “Gazze’nin denizin dibini boylamasını tercih ederim” diyor ve sözlerini şu şekilde sürdürüyordu:
Gazze “boynumuza bağlı bir değirmen taşıdır, aşırı nüfus barındırmaktadır, bir milyon insan ağır koşullar altında yaşamaktadır. Neden biz sorumlu olalım? En iyi toprakları elimizde tutar, Gazze’yi Filistinlilere veririz”. (Aktaran Edward Said, Yeni Binyılda Filistin Sorunu)
Arap yarımadasında İsrail devleti, İsrail içinde Filistin, Filistin içinde ikiye bölünmüş Filistinliler. Yani Filistinlileri parçalara ayıran İsrail, ola ki ilerde her hangi bir gün oluşacak bir Filistin devleti (şuan mümkün görünmüyor) ve bu devletin ortak bir toprağının olmamasına çalışıyor.
Geçen aylarda Hamas ve El Fetih arasında patlak veren güç ve iktidar kapışmasından sonra, zaten coğrafik olarak bölünmüş olan Filistin halkı arasındaki birlik ve dayanışma duygusu da yok edilmek isteniyor.
Bütün bunların kökünde El- Fetih içinde 1990’lı yılardan sonra ABD ve İsrail ile girdiği ve hiçbir yararı olmayan Oslo anlaşması taraftarları ekibin büyük sorumluluğu bulunmakta.
Kısada olsa şu sözü çok edilen Oslo’ya geçerken değinmekte yarar bulunmaktadır. Yaser Arafat ve bazı kadrolarının 1990’lardan sonra ABD öncülüğünde İsrail ile başlattığı bir dizi antlaşmalar ve bu antlaşmaların omurgasını oluşturan Oslo prensipler antlaşması Filistin halkının geleceğini ipotek altına alma antlaşmasıydı.
O dönem yapılan bu antlaşmanın içinde saklı olan Filistin’in bugünkü dramatik durumu, İsrailliler tarafından çerçevesi çizilmiş denetlenebilir bir stratejiydi. Filistinliler ve İsrailliler arasında başlayan bu görüşmelerde, hiçbir şey adam akıllı ciddi bir şekilde tartışılmadı. Tartışılmadığı gibi Oslo süreci Filistinlilere dayatılan şeytani bir süreçti.
ABD ve İsrail’in Arafat kanalıyla Filistinlilere dayattığı ucu görünmez sahte vaatler ile can alıcı 242, 338, 149 vs gibi BM kararlarının unutturulması ve bu kararların marjinalize edilmesiydi. Oysa adı geçen bu kararlar hiçbir yoruma izin vermeyecek kadar açıktı.
İsrail tarafından 1967’den bu yana savaş yoluyla ele geçirilen ve işgal edilen toprakların geri verilmesi, mültecilerin yurtlarına geri dönüşünün sağlanması vs. gibi sorunları içermekteydi.
Oslo ile başlatılan habis süreç, Filistinlileri kendi kaderlerini tayin haklarına kavuşmayacakları gibi, Filistinlilere, kendi topraklarından geriye ne kalmışa, o topraklar üzerinde İsrail işgalinin derinleştirmesini ve halka tıpkı bir cezaevi hayatı sürdürmesini getirmekteydi.
Dahası İsrail’in Filistin halkına yönelik sürdürdüğü vahşi işgal ve askeri kuşatmanın yanı sıra, bu halka yönelik uyguladığı ekonomik ambargo ile, halkı açlıkla terbiye etme gibi Apartheid (Irk ayrımcılığı) yöntemlerini uygulamaktadır.
Siyonist ideolojinin hamuruyla yoğrulmuş olan ve ömrünü bu hayalin gerçekleşmesine adayan ve şuan komada olan Ariel Şaron’un hamuru yoğruluyor. Şaron’un hayali Gazze’yi Filistin’den koparmanın yanı sıra 1.4 milyon Filistinliyi de demografik olarak silmekti. Bir savaş suçlusu olan Ariel Şaron’un bu hayali şuan revaçta görünüyor.
Filistin’de 2006 Ocak ayında yapılan seçimlerde halkın demokratik iradesiyle Filistin yönetimine gelen Hamas’a yönelik İsrail ve Batı merkezlerince başlatılan ikiyüzlü süreç, bu sürece de Filistin Özerk Yönetiminin Başkanı Mahmut Abbas ve El Fetih içerisindeki Batı yanlısı takımın eşlik etmesi, İsrail’e hizmetten başka bir şeyi ifade etmiyor.
Özetle, Arafat’ın yarım aşıra yakın bir mücadele arkadaşı olan Mahmut Abbas, İsrail ve Batı merkezlerinin Filistinliler arası yaratmak istedikleri itilaflara karşı durmak yerine, bunların Filistin’de ve bölgede hayata geçirmek istedikleri stratejilere çanak açmaktadır.
Filistin Özerk Yönetimi’nin başında bulunan Mahmut Abbas, son haftalarda yaşanan Filistin içi gelişmeleri önleyeceği yerde, ateşin üzerine körükle giderek, demokratik anlayışlara sığmayan bir dizi gerici kararlar aldı. Hamas hükümetini fes etti ve yerine bir gün içerisinde Selam Feyyad hükümetini atayarak, Filistin’de olağanüstü hal ilan etti.
Oysa Abbas’ın Filistin halkının bütünlüğünü ve beraberliğini sağlamas