Seçimlerin ardından 26 ve 28 Temmuz tarihlerinde bir genel bir de sola dair değerlendirme okudunuz bu köşede… Sonra araya cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle AKP’nin yaşadığı ikilem girdi. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık hali sürüyor. Dolayısıyla bu konuda söylenecek yeni bir şey yok. Öyleyse, sola dair yüksek sesle düşünmeye kaldığımız yerden devam edelim. Şimdi önümüzde duran […]
Seçimlerin ardından 26 ve 28 Temmuz tarihlerinde bir genel bir de sola dair değerlendirme okudunuz bu köşede… Sonra araya cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle AKP’nin yaşadığı ikilem girdi. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık hali sürüyor. Dolayısıyla bu konuda söylenecek yeni bir şey yok. Öyleyse, sola dair yüksek sesle düşünmeye kaldığımız yerden devam edelim. Şimdi önümüzde duran soru şu: Solun seçimlerden içler acısı bir sonuçla çıkması, bir fırsata dönüştürülebilir mi? Cevap: Belki. Ve tamamen solun kendisine bağlı.
Hemen konuya girelim. Öncelikle bazı yanılgıları artık terketmemiz gerekiyor. Elbette, Türkiye sol hareketinin bir gelenek olarak sahip çıkılması gereken hasletleri vardır. Eşine az rastlanır kahramanlık ve fedakarlıkla örülmüş, taş üstüne taş koyarak inşa edilmiş başarılar… Tamam, bunların hakkını verelim ve unutmayalım ama kuzguna yavrusu şirin görünür misali, geçmişe dönüp baktığımızda herşeyin esasen doğru ve güzel olduğu gibi bir efsaneyi kafalarımızdan silmeliyiz. Zaten öyle olsaydı, 12 Eylül’ün ardından gelen hızlı dağılma ve takip eden yıllardaki çürüme yaşanmazdı.
• • •
Solun bağımsız adayları, seçim sürecinde hep ‘ezber bozmaktan’ bahsettiler. İyi de ettiler. Köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya alışmış, siyasi hasımlarına karşı gayet uygun bir slogandı. Ama en az onlar kadar bizim de ezberinin bozulması şart!
Sol, epeydir ertelenen yeni bir politik hamleyi gerçekleştirmek zorunda. Bunun için de önkoşul kendi duygusal prangalarından kurtulmak. Bazen arkadaşlarıma “belki de bir Devrimci Yol Partisi kurmak lazım” diyorum, sloganı da “Efsane Geri Döndü!” olsun… Gülüyorlar ve “Valla biz varız” diyorlar. Ama biliyorum ki, ve onlar da biliyor ki ‘biz’ artık çok azız. Yaşı 40’ı, 50’yi geçmiş adamlar ve kadınlar… Burada takılıp kalmamız, ancak siyasi bir fukaralık olabilir.
Şimdi böyle diyorum diye birileri bana kızacak, biliyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Ben de eski yoldaşlarımla bir araya geldiğimde kendimi iyi hissediyorum. Hatta onlar olmasa ne yapardım, bilmiyorum. Mesele şu: Yaşlanıyoruz ve duygusallaşıyoruz. Düşünsenize… Hayatımız boyunca başımıza gelmiş en büyük felaketleri bile karşılıklı konuştuğumuzda, yani birlikte yâd ettiğimizde… Bu bile bir mutluluk vesilesine dönüşebiliyor. “Abi, hani sen askıdaydın da beni odaya getirmişlerdi…” diye başlayan hikayelerin kahkahayla bittiğine az tanık olmadım.
Ama bütün bunlar, bu harikulade duygular, siyaseti yeniden ve birlikte örmenin yeterli koşulu değil. 2007 yılında Türkiye’de sol siyasetten söz ediyorsak, geçmişte olup bitenleri, Türkiye siyasi tarihinde ait olduğu haysiyetli yere koyalım ve önümüze bakalım. Hani Marx’ın sözünü ettiği ‘geçmişin hayaletlerinden’ fayda beklemek, duygusal bir takıntı olmaktan öte gitmez. Tabii ki kimseye bu işlerden elini ayağını çekmesi önerilemez. Dahası, böyle bir şeye niyetlendiyse bile dur demek gerekir. Sınıf mücadelesi içinde kazanılmış onca deneyimin yok sayılması ahmaklık olur.
• • •
Ortada cidi bir problem var. Bu ülkede yaşayan her iki kişiden biri AKP’ye oy verirken bize teveccüh gösterenler, her bin kişiden ikisi, üçü… Bu gerçeği, ne Marmarisli ressamın çeyrek yüzyıl önceki marifetleriyle ne de bir torba kömür ve iki paket makarnayla açıklayabiliriz. Ülke insanının bize dair ciddi bir rıza sorunu var. Bunun üstesinden nasıl geleceğiz? En temel mesele bu. Ahalinin bir tas çorbaya satıldığını düşünüyorsak, kolay! Onlar için parmağımızı kıpırdatmaya değmez deyip ortasınıf hayatlarımızın asude iklimine çekilebiliriz. Aksi takdirde deli olmamız lazım. (Belki de biraz öyleyiz.)
Şimdi yeniden denemek gerekiyor. Galiba uzun süredir, Mao’nun deyimiyle ayakkabıya uydurmak için ayağımızı kesmeye çalışıyorduk. Ayakkabıyı değiştirmenin zamanı geldi gibi… Şöyle daha geniş, daha ferah bir ayakkabı.