Hava-İş Sendikası’nın THY’deki grev sürecinde tam bir ideolojik savaş yaşandı. Sermaye bütün varlığıyla, işveren örgütleriyle, gazeteleriyle, televizyonlarıyla, hükümetiyle bu savaştaki yerini aldı. Emek ise bir karşı cephe oluşturamadı ya da oluşturamadı! Gelişmeleri biraz internetten takip etmeye çalıştım. İnternette bu konuya ilişkin yapılan sohbetler gerçekten ibretlikti. Benim okuduğum değerlendirmelerin büyük çoğunluğu işçilere ve sendikaya saldırıyordu. En […]
Hava-İş Sendikası’nın THY’deki grev sürecinde tam bir ideolojik savaş yaşandı. Sermaye bütün varlığıyla, işveren örgütleriyle, gazeteleriyle, televizyonlarıyla, hükümetiyle bu savaştaki yerini aldı. Emek ise bir karşı cephe oluşturamadı ya da oluşturamadı!
Gelişmeleri biraz internetten takip etmeye çalıştım. İnternette bu konuya ilişkin yapılan sohbetler gerçekten ibretlikti. Benim okuduğum değerlendirmelerin büyük çoğunluğu işçilere ve sendikaya saldırıyordu. En saldırganı şöyle diyor: “Ne bu doymazlık be, atın bu işçilerin hepsini, dışarıda üçte bir fiyatına çalışacak binlerce aç var.” En yumuşağı ise şöyle diyor: “Tam da turizmin patladığı bir zamanda vatan hainliği bu, vatan hainliği. İnsan kendi çıkarını ülkesinin çıkarından önde tutar mı?”
Yukarıdaki değerlendirmeler pek çok açıdan ele alınabilir. Bu süreçte bütün diğer değerlendirmelerden daha çok öne çıkan bir düşünme biçimi gerçekten de tehlikeli geldi bana. Toplum içine düştüğü yoksulluk ve geleceksizlik halindeyken bu karanlıktan çıkmak isteyen herkese düşmanca saldırıyor. Ben çıkmıyorum sen de çıkma diyor. Bu düşünme biçimine nasıl bir ruh halinin eşlik ettiği bu konunun uzmanlarının işi. Ancak biz topluma giderek egemen olan “hak aramama” halini dert etmek zorundayız.
Haksızlığa uğrayan kimse-kimseler toplumsal bir etki yaratmayacak bir eylemlilik sürecine girerse duymazdan, görmezden gelmeyi tercih ediyoruz, ama Hava İş sürecinde olduğu gibi sermayeyi sarsan bir etki yaratıldığında ise (sermayenin kendi çıkarını bütün toplumun çıkarı gibi sunma becerisi -ideolojik hegemonya-) sayesinde birden galeyana geliyoruz. “Doymadınız mı ulan” dan başlayıp “vatana ihanet”e kadar aklımızdan bin bir türlü melanet geçiyor.
Herkesin teslim olmasını ve biat etmesini isteyen bir ruh hali dalga dalga toplumun derinliklerine yayılabilir. Bu, tam da faşizmin kitle ruhudur. Bunun laik bir faşizm mi yoksa dinci bir faşizm mi olması sadece ayrıntıdan ibarettir.
Bir hostesin ya da uçak bakım teknisyeninin bu topluluğun karşısına geçip de (THY’nin yıllık karı bilmem şu kadar, bunda benim de payım var. Bundan pay istemek ayıp mı, sen sefalet içinde yaşıyorsun diye benim biraz daha iyi yaşamaya hakkım yok mu) diye sormasını bu topluluk nasıl karşılar sizce? Büyük olasılıkla öfkeyle karşılayacaktır.
Bu öfkeyi besleyen en önemli dinamik ise toplumsal hak arayışlarının yaşadığı başarısızlığın yarattığı çöküntüdür. Yenilmişliğin yarattığı bu çöküş hali ancak inatçı ve militan bir yarma harekatıyla sarsılabilir.
Yenilmiş kitleler ancak karanlığın nasıl yırtılabileceğini gördüklerinde fikirlerini değiştirirler. Zira ancak karanlıktan birileri çıktıklarında karanlıkta kalmanın bir zavallılık olduğu ortaya çıkar. Zaten hak aramaya olan dirençleri bu karanlıktan çıkılabileceğine olan inançsızlıklarıyla iç içe geçmiş durumdaki (ben çıkmıyorum madem başkası niye çıksın) halinden kaynaklanmaktadır. Yani Hava işçisine olan kızgınlıkları kendi zavallılıklarını yüzlerine çarpacakları korkusundandır.
Bu anlamıyla Hava İş süreci son derece kıymetlidir. Bu gerilimin nasıl sonuçlanacağı bence artık çok önemli değil. Sendikanın bu kadar büyük bir baskıya rağmen grev kararı alması kolay olmayabilir. Ancak bu direniş şimdiden bize bir yol göstermiştir. Sendika yönetimini ve Hava İş üyelerini sevgiyle kucaklıyoruz.
Evet, Hava-İş grevine olan tepki bizi umutsuzluğa sevk edeceği kadar bir umudun nasıl yeşertilebileceğini de gösteriyor. Zaten gecenin en karanlık anı sabahın aydınlığına en yakın andır.