Demokrasi kazanmış. Seçimden sonra bilumum köşe yazarından, akademisyenden, hatta değişik sermaye gruplarından, sonra ABD ve AB ülkelerinden en çok duyulan seçim yorumu bu oldu. İşin daha da tuhafı, bazı sosyalistlerin de aynı yorumda bulunuyor olması. Böylesi bir yorum, elbette ki demokrasiden ne anlaşıldığına bağlı. Zira, demokrasiden insanların çoğunluğunun gidip seçme/seçilme hakkını kullanması ya da son […]
Demokrasi kazanmış. Seçimden sonra bilumum köşe yazarından, akademisyenden, hatta değişik sermaye gruplarından, sonra ABD ve AB ülkelerinden en çok duyulan seçim yorumu bu oldu. İşin daha da tuhafı, bazı sosyalistlerin de aynı yorumda bulunuyor olması. Böylesi bir yorum, elbette ki demokrasiden ne anlaşıldığına bağlı. Zira, demokrasiden insanların çoğunluğunun gidip seçme/seçilme hakkını kullanması ya da son seçimin sonucuna göre mecliste toplumun büyük kesiminin temsil edilecek olması, yok bu da değil de “halkın orduya muhtırası” dolayısıyla demokrasiye sahip çıkması anlaşılıyorsa, elbette demokrasi kazandı denilebilir. Ne var ki demokrasi, herkesin bildiği gibi sadece oy kullanma/kullanmama hakkına indirgenemez, yok eğer böyle anlaşılırsa bütün seçimlerde demokrasi şu ya da bu parti iktidara gelse de zaten kazanıyor demektir. Ya da demokrasi toplumun geniş kesiminin temsiliyle de açıklanacak bir rejim değildir. Bağımsız ve sol adayların seçilmiş olması temsil açısından elbette önemlidir, ancak antikapitalist ve sınıf temelli bir politika izleyip bu çerçevede bir muhalefet geliştirebildikleri sürece. Burada söylenebilecek önemli bir nokta, halkın bir muhtıra vermesinden çok, ülkede bir askeri darbe tehlikesi bulunmadığını düşündüğünü gösterir ki, bu da seçimlerde demokrasinin kazanmasından çok AKP’nin neden yüksek bir oy oranı tutturduğunu kısmen açıklar ancak. Zira AKP’nin aldığı oyların klasik muhafazakar seçmenden değil de ordunun e-muhtırasına tepki duyanlardan geldiğini söylemek için neredeyse hiçbir kanıt yok. Kaldı ki, seçim sonuçlarına bakıldığında aslında işçi ve emekçilerin hala temsil edilmediğini, onların çıkarlarını savunacak herhangi bir parti olmadığını, örneğin meclise giren bütün partilerin özelleştirme taraftarı olduğunu (buna DTP’de dahildir maalesef) görmek pek de zor olmasa gerek.
Her seçimin olduğu gibi bu seçimin de kazananı da var kaybedeni de elbette. Çok basitçe söylemek gerekirse seçimin kazananı, maalesef şimdiye kadar olduğu gibi, egemen sermaye sınıflarından başkası değildir. Başta uluslararası sermaye ve büyük sermaye olmak üzere çeşitli sermaye çevreleri büyük bir destekle AKP’nin arkasındaydılar/arkasındalar zira. Buna karşılık kaybedeni, yine her zaman olduğu gibi, işçi ve emekçilerdir. Hatta bu yenilgi, bazılarının tecavüzcüsüyle evlenmesi gibi, bizzat kendilerinin eseridir. Kazanan ve kaybedenler bunlarsa, bu takdirde demokrasinin kazanmadığı çok açıktır. Çünkü en yalın biçimiyle ele aldığımızda bile sosyal adaleti ve eşitliği içermeyen bir demokratikleşme kesinlikle olanaklı değildir. Sosyal adaleti bozan, eşitsizlikleri sürekli artıran, yoksulluğu ve işsizliği derinleştiren, emekçiler karşısında işverenin elini kuvvetlendiren bir politikanın sonu demokrasiye çıkmaz/çıkamaz. Bütün kamu işletmeleri özelleştirilirken ve kamu hizmeti tasfiye edilirken bu sürecin devamının demokrasiye açılacağını düşünmek bilgisizliğin ürünü değilse eğer, en basitinden saflıktır. Ya da en doğrusu, insanları demokrasi varmış gibi düşündürmeye yönelik bir aldatmacadan başka bir şey değildir ki, bu da sahtekarlıktır. Az çok herkes bilir ki ekonomik politikalarda eşitlik ve adalet olmadan demokrasi filan olmaz. Şimdi kalkıp, yine bazı köşe yazarlarının yaptığı gibi, yok halk şu mesajı verdi, yok bu mesajı verdi türünden ahkam kesmek yerine, halkın hangi mesajı vermediğini/veremediğini söylemek daha doğru olur herhalde: Toplumun geniş kesimleri, örneğin AKP’nin kamu hizmetlerinde, sağlıkta, sosyal güvenlikte vb. uyguladığı özelleştirme programının yıkıcı sonuçlarını henüz yeterince hissetmemektedir. Dolayısıyla bu türden politikalara karşı olduğuna ilişkin herhangi bir “mesaj” yoktur halkta. Ne var ki, neo-liberal politikaların olumsuz sonuçları yavaş yavaş hissedilmeye başlandığında, halkın, özellikle de işçi ve emekçilerin önemli bir toplumsal muhalefet geliştirebileceğini bugünden görmek gerekir.
Şimdi anlaşılmaktadır ki bu seçim sonuçlarıyla, tam da sermaye gruplarının istediği gibi, AKP merkeze çekilmiş olmaktadır. Böylece ordunun, darbe taraftarlarının ya da statükonun devamlılığından yana olanların da rahatlaması, AKP’yi sistem dışı bir parti olarak algılamaması, doğrusu, AKP’nin diğer düzen partilerinden pek de farkının olmadığının anlaşılması sağlanmıştır. Aslında gerçekten de bir darbe tehlikesi var mıydı meselesi de tartışmalı olmakla beraber, varsa bile, bu tehlike de bütünüyle ortadan kalkmıştır. Bundan sonra özelleştirmeler, yabancı sermayeye kamu mallarını peşkeş çekmeler, sağlıkta özelleştirmenin tamamlanması, çalışanların iş güvencesinden bütünüyle mahrum bırakılması ve sermayeye yeni değerlenme alanları yaratmaya yönelik politikalar artık önü alınmaz biçimde uygulanacak demektir. Tabi bütün bunların adı da “ekonomide harikalar yaratıyoruz” olacaktır. Aslında yaratılan harikaların sadece egemen sınıflar açısından bir harika olduğu halkın çoğunluğu tarafından anlaşılana kadar bu böyle gidecektir maalesef. Bütün bunlar ortadayken demokrasinin kazandığını söylemek ne derece kabul edilebilir bir yorum olabilir ki?
Mustafa Kemal Coşkun
DTCF, Sosyoloji Bölümü
coskun_mkemal@yahoo.co.uk