Cumhurbaşkanımız 30 Ağustos Zafer Bayramı’ndan önce belli olacak. Milli Görüş geleneğinden gelen ve eşi türbanlı olan bir Cumhurbaşkanımız olacak. Kuşkusuz cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olup olmaması üzerinden bir tartışma yürütecek değiliz. Ancak, günlük basında da tartışıldığı gibi, türbanın Çankaya’ya girmesiyle artık şimdiye kadar yasak olan her yerde türban serbest olabilecek mi? Anayasa taslağında bu tür yasakların […]
Cumhurbaşkanımız 30 Ağustos Zafer Bayramı’ndan önce belli olacak. Milli Görüş geleneğinden gelen ve eşi türbanlı olan bir Cumhurbaşkanımız olacak. Kuşkusuz cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olup olmaması üzerinden bir tartışma yürütecek değiliz. Ancak, günlük basında da tartışıldığı gibi, türbanın Çankaya’ya girmesiyle artık şimdiye kadar yasak olan her yerde türban serbest olabilecek mi?
Anayasa taslağında bu tür yasakların kalkmasına zemin hazırlayacak değişiklikler yer alıyormuş. Ancak anayasa hukuku konusunda bir şeyler söyleyebilecek bilgiye sahip olmadığımızdan bu değişikliklerin (anayasanın son halinde yer alıp almayacağı bir yana) öngörülen sonuçlara yol açıp açmayacağı konusunda fikir beyan edemeyeceğiz.
Bu yazıda daha başından beri beynimi kurcalayan bir konuyu tartışmak istiyorum. Bugüne kadar devletin geleneksel iktidarının bariz egemenliğinden dolayı türbanlı üniversite öğrencilerinin üniversite kapısından içeri girmesi mümkün olamadı. O kadar ki, AKP 5 yıllık iktidarı boyunca bu konuyu neredeyse hiç gündeme getirmedi. Şimdi değişik bir durum söz konusu olacak. Devletin tepesine türban oturmuş olacak. %46 oyla rüşdünü ispat etmiş olan “ılımlı” İslam neyi ne kadar zorlayacak hep birlikte göreceğiz.
Tartışmak istediğim konu belki önümüzdeki dönemde (cumhurbaşkanı eşinden ve anayasal değişiklikten dolayı) daha gerçek bir sorun olarak gündeme gelebilecektir. Beni bu tartışma konusunda heveslendiren diğer unsur ise Rahmi Yıldırım’ın Sendika Org’da yayınlanan “Çankaya’nın Gülü ve Türbanı” başlıklı yazısı oldu. Yıldırım yazısında, türbanın Çankaya’ya çıkmasıyla kamusal alana konulan yasağın önünde ciddi bir engel kalmadığını söyledikten sonra, “Kamusal alanın nasıl tanımlanması gerektiği, sınırının ne olduğu konusunda görüş birliği yoktur” şeklinde bir saptamada bulunuyor. Ben de izlediğim tartışmalardan benzer bir kanıya vardım.
Ancak Yıldırım, yine de kendisine yakın olan bir tanımlama üzerinden tartışma yürütmeyi tercih ediyor. Kamusal alanı “Ortak kamusal alan ve resmi kamusal alan” olarak ikiye ayırıyor ve devam ediyor:
“… Resmi kamusal alan ise, toplumun tümü adına yetki ve otoritenin kullanıldığı alan, yani devlete ait alan diye tanımlanır. Dar anlamda kamusal alan denildiğinde, ilkin devlet kurumlarının bulunduğu alan anlaşılır. Kamusal alan böyle tanımlandığında, “kamusal alan özgürlük alanıdır, türban yasağı olamaz” söylemi boşluğa düşer. Çünkü, Türkiye’de özel alanda ve ortak kamusal alanda zaten türban yasak değil. Türban yasağı sadece, toplumun tümü adına yetki ve otoritenin
kullanıldığı resmi kamusal alanda geçerlidir. Resmi kamusal alanda, kamu düzeninin korunması, ayrımcılık olmaması, ayrıcalık sağlanmaması için herkesi kapsayan yasaklar konması doğaldır. Şimdi türban Çankaya’ya çıktığında resmi kamusal alana yaygınlaşmasının önünde ciddi bir engel kalmamış demektir.”
Kişisel düşüncem türban meselesinin tek bir başlık altında tartışmanın zor olacağı yönünde. Türbanı siyasal İslam’ın bir sembolü olarak görmemek için bir neden yok, evet öyledir ama diğer taraftan her gün sokakta gördüğümüz her türbanlıyı da siyasal İslam’ın militanı olarak görmenin gerçeklikle bir ilişkisi olmadığı da diğeri kadar doğrudur. Ayrıca kadının kamusal alandan tasfiyesine yol açan sonuçları bakımından da bir başka tartışma konusu olmayı hak ediyor türban meselesi. Eğitim özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler açısından tartışılması da sıkça yapılıyor zaten…
Benim tartışmak istediğim konu ise üniversite meselesi. Üniversite bir kamusal alan mıdır? Yani Yıldırım’ın kendisine yakın bulduğu tanımdaki (ve şimdiye kadar fiili uygulamada görüldüğü) gibi devlete ait bir alan mıdır? Kuşkusuz bu tartışmanın sonuçlarını yarın üniversiteler açıldığında türbanlı öğrenciler (Hayrünnisa Hanım Çankaya’ya çıkarken sorun yok da biz üniversiteye girerken neden sorun oluyor, üniversite Çankaya’dan daha mı stratejik) dediğinde ne yapacağız tartışmasına getirmek istemiyorum. Bu tartışmanın sadece üniversite tartışmasıyla sınırlı kalmasını umarak bu soruyu soruyorum. Yoksa (bugün türbanı desteklemenin siyasal İslamı desteklemek anlamına geleceği vb. reel politik konulara girmek istemiyorum) Tartışmak istediğim konu sadece üniversite bir devlet alanı mıdır, yoksa devletten her anlamda özerk olması gereken bir özgürlük alanı mıdır?
Ben üniversitenin varlık nedeni ve toplumsal işlevi gereği “özerk ve demokratik” olması gerektiğini savunanlardanım.
Üniversiteyi diğer ilköğretim ve orta öğretim kurumlarından ayıran temel fark, bilim üretiyor, bilimsel düşünmeyi öğretiyor ve bilim insanı yetiştiriyor olmasıdır. Bu işlevleriyle üniversite toplumun geleceğinin tasarlanmasında ve ihtiyaçlarının karşılanmasında son derece önemli role sahiptir. Bu anlamıyla üniversite tam anlamıyla bir özgürlük alanı olmak zorundadır. Kanımca bir tek kısıtlayıcılığı olmalıdır, o da üretilen bilimin insana/insanlığa ve kamusal/toplumsal çıkarlara aykırı olmamasıdır. Dolayısıyla üniversite (konumuz açısından) her türlü siyasal düşüncenin öğretildiği, tartışıldığı bir ortamı yaratabilmelidir.
“Özerk demokratik üniversite” kavramı bilim üretiminin ancak ve ancak özgürlük alanında gerçekleşebileceğinden hareketle üniversitenin her türlü iktidar ve devlet egemenliğinden uzakta bir yerde konumlanması gerektiğini anlatır.
Türban nedir? Esas olarak kadına yapılan dinsel bir zorlamadır. Kadının kendisini saklamasının bir aracıdır ve bu anlamıyla gerici bir semboldür. Peki üniversite türbandan neden korkar? Mevcut gerginlik siyasal İslamla “yobaz laik” egemenlik arasındaki bir kapışma olarak görünse de esas neden YÖK üniversitesinin ucube eğitim sisteminin gerici zihniyetle baş edebilecek bilimsel donanıma sahip olmamasıdır. Zira artık ülkemiz üniversiteleri bilim üreten kuruluşlar olarak toplumu aydınlatma/ilerletme vasıflarını yitirdiklerinden kendisine gelen genç beyinleri daha aydınlık ve ileri bir yere götüremiyor. Tam tersine bugün üniversiteler neredeyse üniversite dışı (dinci/ırkçı) fikirler ve (sermaye sınıfının) teknik siparişleri tarafından esir alınmış durumdadır. Bu nedenle geleneksel “yobaz laik” egemenlik kendisi de bilim düşmanı olduğundan üniversiteleri sadece rektör ve üst düzey bir kaç kadroyla elde tutmaya çalışmaktadır ve bu da beyhude bir çabadır nitekim.
Evet, üniversite türbanla nasıl mücadele etmelidir diye soralım. Kapıdaki polisle mi yoksa içerdeki bilimle mi? Kuşkusuz ikincisiyle olmalıdır. Elbette ki bilim sihirli değnek değildir. Üniversite içindeki bilim (kimi sosyal/siyasal koşullarda)üniversite dışındaki aksi sosyal gelişmeler karşısında öğrencilerini etkilemekte yetersiz kalabilir. Ancak bu; üniversitenin bilim dışı araçlarla sorun çözmeye yönelmesini hiç bir zaman meşrulaştırmaz, meşrulaştırmamalıdır. Zira üniversite bir kez devletin siyasal egemenliğinin bir aracı gibi davranmaya başladı mı bu araçsal ilişkinin nerede biteceğinin hiçbir garantisi olamaz. Dolayısıyla üniversiteyi var eden en temel özelliği zedelenmiş olur.
Üniversiteyi, bilim üreten niteliğini koruyabilmesi için (sermaye sınıfından ve devletten) özerk olması (ki demokratikliği de bu anlamıyla özerkliği ile yakından ilişkilidir) gereken bir kurumsal varlık olarak gördüğümüzde (türban konusuyla bağlantılı olarak) rahatlıkla “resmi kamusal alan” olarak tanımlayabilir miyiz? Yani üniversiteyi; vergi da
iresiyle, adliyeyle, emniyet müdürlüğü veya kışlayla aynı kategoride görmek nasıl mümkün olabilir?
Bu tartışma iki açıdan önem taşıyor bana göre: Birincisi kapitalizme ve onun dinci/ırkçı versiyonlarına karşı bir dünya iddiasında olanlar için (biz olsak ne yapardık) açısından önemlidir. Bir başka deyişle Sünni Müslüman nüfusu çoğunluk olan bir ülkede her an başımıza gelebilecek böyle bir sorun karşısında bizim iktidarımızın tutumu ne olurdu? Bunun iki cevabı olabilir sanırım. Birincisi: Duruma göre değişir. Yani türban bireysel dini bir sembol olarak kullanıldığında bir sorun olmaz, başı bağlı genç kadın üniversitenin kapısından içeri girebilir, ama siyasal İslamın bir tehdit haline geldiği koşullarda türbanı siyasi bir tehdit olarak algılayıp tavır alırız. İkincisi ise; politik olarak doğru ve ilkeli bir tutum izleriz ve her koşulda onu uygularız.
İkincisi ise; yarın türbanlı öğrenciler üniversite kapısına dayandığında (bu bizim meselemiz değil diyerek kenara çekilmek yerine) üniversitenin kendisini tartışma konusu yapmak açısından önemli olabilir. Üniversiteyi tartışmadan türban meselesini
tartışmak gerçekten de laik/şeriat saflaşmasında yedek kuvvet olarak konumlanmaktan başka bir işe yaramayabilir. Ama ilerici, sosyalist üniversite akademisyenlerinin ve öğrencilerinin bu konuda söyleyecek birşeyleri olmalıdır. Yüzmeyi öğrenmek için temiz, durgun ve sığ bir deniz arayanlar sadece kumda oynamayı hak edeceklerdir.