22 Temmuz seçimleri yapıldı. AKP çizgisinde bir zafer havası hakimken, Ulusalcı çizgide seçim evveli bir süreden beri hakim olan sessizlik sürüyor. Bunun dışında iki kişi yanyana gelince “hangimiz AKP’li gibi” sorular soran saçma sapan geyiklere şahit olmaktayım. Bu yüzden 22 Temmuz seçim sürecine ve ortaya çıkardığı iktidar/muhalefet dengelerine satırbaşları halinde değinmek gerekiyor; 1- Erken seçime […]
22 Temmuz seçimleri yapıldı. AKP çizgisinde bir zafer havası hakimken, Ulusalcı çizgide seçim evveli bir süreden beri hakim olan sessizlik sürüyor. Bunun dışında iki kişi yanyana gelince “hangimiz AKP’li gibi” sorular soran saçma sapan geyiklere şahit olmaktayım. Bu yüzden 22 Temmuz seçim sürecine ve ortaya çıkardığı iktidar/muhalefet dengelerine satırbaşları halinde değinmek gerekiyor;
1- Erken seçime gidilmesi Abdullah Gül’ün aday gösterilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Ordu Bloku ve AKP arasında oluştuğu düşünülen dengeler; Nisan ayındaki Cumhuriyet mitingleri, Genelkurmay açıklamaları – 27 Nisan Muhtırası ve Anayasa Mahkemesi kararı ile bozulmuştur. Çünkü bu iki çizgi arasında kelebek ömürlü dengeler kurulsa dahi değişmesi güç olan bir denge vardır. O da 100 yıldır süren ve ordu, yüksek bürokrasi vs. tarafından temsil edilen bir azınlık yönetiminin devlet gücünü elinde bulundurmasına yönelik sınırlamalara gösterdiği tepkidir. 1950’den beri bu elit azınlığın gücü aşınsa bile belirleyici pozisyonu değişmemektedir.
Günümüzde Ulusalcılar denilen bu kesimin hareket noktaları, sürekli gündeme gelen “hassasiyetler” ile açıklanmaktadır. Bu kesim, kitle temeli oluşturma çabasına rağmen rejimi geniş kitlelere dayandırmak zorunda olmamıştır. AKP’nin de bu dengeyi salt kitleselleşme ile bozması mümkün değildir. Yani 1995 sonrası tarikatların topluma daha yoğun nüfus etmesi ve AKP’nin seçimlerde %46.7 alması bile Ordu Bloku karşısında kalıcı bir güç oluşturması anlamına gelmez.
2- Seçim öncesinde AKP, CHP, MHP ve Kürt-Sol Bağımsız adayların meclisi oluşturacağı belliydi. Ancak tablo tam olarak bilinemiyordu. Tüm düzen partileri ekonomi politikalarında ABD ve IMF’ye göbekten bağlıydılar. Laiklik, muhafazakarlık ve K.Irak’a müdahale üzerinden saflaşan bir politika alanlarda sıkça ifade edildi.
Bunlara ek olarak Ordu Bloku ile AKP arasında bazı önemli konularda anlaşma sağlanmış olması görüntüsü vardı. Erdoğan/Büyükanıt görüşmesi sonucu, Cumhurbaşkanı’nın seçiminden AKP milletvekillerinin belirlenmesine kadar varan bir uzlaşma dizisi olduğu gözüküyordu. Bu süreçte Ulusalcı bazı kesimlere yapılan operasyonlar, -e muhtıranın geri çekilmesi ve genel bir sessizlik havasının olması, bu uzlaşı sürecini destekler nitelikteydi.
3- 22 Temmuz seçimleri ile birlikte AKP %46.7 oranında oy ve 342 milletvekili çıkararak kendi beklentilerinin bile üzerine çıktı. Seçim sürecinin merkezine oturttuğu istikrar söylemi ve belediye başkanı-kaymakam-bürokrasi vb. işbirliğindeki dilencileştirme (yardım) politikaları gibi birçok etken bu sonucu ortaya çıkarmıştır (Özellikle küçük Anadolu şehirlerinde). AKP’nin seçim evveline göre eli daha da güçlenmiştir.
Milli Görüş çizgisinden gelen yenilikçi kadroların çekirdeğinde olduğu AKP, sanayiden bankacılığa ve medyaya uzanan alanlarda kapitalizmle Ilımlı İslamı harmanlayan iş adamı ve teknokrat kadrolardan oluşmaktadır. AKP, Amerikancı ve sağcıdır. Anadolu kökenli büyük sermayenin, KOBİ’lerin temsilcisi olan parti; klasik DP-AP-ANAP çizgisinde olan pragmatik bir orta sınıf partisi özelliklerini de taşımakta, bu özellikleri girişimcilik, icraatçılık gibi liberal değerlerle ve içinde barındırdığı milliyetçi-muhafazakar damarla örtüşmektedir. Bütün bu özellikleri barındıran AKP, R.T.Erdoğan’ın önderliğinde yürüyen bir koalisyondur.
CHP %20.9 oranında oy ve 112 milletvekili çıkardı. Bunların 13’ünün DSP’li olması ve o kadar tantanaya rağmen AKP’nin oldukça gerisinde kalınması sonucu açık bir yenilgi aldı. Bu sonuçlar Baykal ve ekibinin 2002 seçimlerinde %8’den %20’ye çıkmalarıyla kazandıkları Pirus zaferinin de devamı oldu. Sağ ve ırkçı söylemler CHP’yi buraya kadar götürdü. Bu süreç CHP’nin Ordu Blokunun parlamentodaki değişmez sesi olma özelliğini de sarsacaktır. Başka alternatif arayışlar olacaktır.
MHP %14.3 oranında oy ve 70 milletvekili çıkararak oylarını neredeyse ikiye katladı. Özellikle Genç Parti’ye verilen oylar gibi lümpen seçmeni, Kürt karşıtı bir politika üzerinden politikleştirmesi bu sonucu alması noktasında etkili oldu. Ayrıca Ordu Blokunun mecliste temsil edilen ikinci partisi oldu.
Bin Umut adayları ise 22 milletvekili çıkararak, beklenenin altında bile olsa Kürt-Sol bir temsil gücünü meclise taşıdılar. Ancak özellikle parti olarak girememe gibi sıkıntıların doğurduğu sonuçlar olsa da, gerek alınan oy gerek çıkarılan milletvekili sayısı beklentilerin altında kalmıştır. Bunun dışında gerek seçime giren sol partiler gerekse parlamento seçimlerini boykot eden partiler ve benzer eğilimler bu süreçte etkisiz kalmıştır.
4- 22 Temmuz seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo AKP ve Ordu Bloku arasında, Dolmabahçe’de varılan geçici uzlaşmanın ne kadar süreceği açısından ipuçları vermektedir. Aldığı yüksek oy oranının verdiği moralle AKP’nin Gül’ün adaylığı konusunda diretmesi ve seçim sürecinde verdiği uzlaşı söyleminden vazgeçmesi halinde çatışma yaşanmaya başlanacaktır. Özellikle Bülent Arınç’ın MGK’da temsil edilecek bakanlık istemleri gibi çıkışlar bu sürecin beklenenden çabuk yaşanabileceğini göstermektedir.
Seçim sonuçlarında ortaya çıkan bir başka sonuç ise, 100 yıllık devlet iktidarını ve onun parlamenter temsilcisini, bilinçsiz halk kitlelerinin “sessizce” protesto etmesidir.
5- Sosyalistler açısından bakarsak; seçime katılma-katılmama, partililik-partisizlik gibi önkabulleri/tartışmaları aşan, geniş kapsamlı ve dayatıcı olmayan bir anlayış oluşturulmalıydı. Bölgesel ve kimliksel politikaları sınıf ekseninde savunan, belli temel talepler etrafında sokağı örgütleyen bir çizgi oluşturulmalıydı. 1 Mayıs Taksim eylemlerinin örgütlenme süreci unutulmamalıydı.
Ancak önümüzdeki dönem gerek DTP’li milletvekilleri ve Ufuk Uras’ın çizgisinden gerekse tüm bir sol hareketten beklenti yine ortak temel talepler etrafında bir hattın-cephenin oluşturulmasıdır. K.Irak başta olmak üzere savaşa karşı çıkan; IMF, AB ve ABD sömürgeciliğine karşı mücadele eden; Kürt Sorununun demokratik çözümünü hedefleyen; başta eğitim ve sağlık olmak üzere halkın temel haklarını isteyen; örgütlenmenin ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması mücadelesini veren; işsizliğe, yoksulluğa ve tarımdaki yıkım politikalarına karşı alternatif üreten ve her türlü ayrımcılığa karşı duran bir Sol hat güçlendirilmelidir (Tabi DTP’li milletvekillerinin salt Kürt Sorunu etrafında şekillenen bir politika izlemeleri olasıdır. Ufuk Uras’ın da bir TV kanalında A.Gül’ün adaylığına karşı çıkma gerekçesi ve bir gazeteye verdiği röportajda AB ile ilgili yaklaşımları sıkıntılıdır. Bu yüzden 1 Mayıs sürecini merkezi düzeyde organize eden Sol hareketlere önemli görevler düşecektir).
Son olarak geniş halk kitleleri AKP veya Ulusalcı çizgiyi yeterince sorgulamıyor diye hayıflanmamak gerekir. Çünkü halk politik Sol bir öznenin olmadığı koşullarda, seçimlere pragmatik olarak yaklaşmaktadır. Halkla kurulan siyasi bağ, güncel görevlerin çözümü için halkla birlikte ortaya konulan pratikten gücünü alabilir. 1980 evvelinde genç devrimci kadroların mahallelerde, köylerde ve ülkenin her yerinde direniş komiteleri kurma çalışması buna en önemli örnektir. Faşizme karşı savunma ve geleceğin toplumunun bir nüvesini bugünden oluşturma gibi ikili bir görevi olan komiteler sayesinde ülke çapında bir devrimci hareket oluşabildi. Bugün de genç devrimci kadrolar, geniş halk kitleleriyle ortak bir mücadele pratiği ortaya koyarak bir
Halk Cephesi oluşturabilir.