Seçim öncesinde kamu bilincini iğfal etme operasyonu, burjuva kanaat önderlerini bile isyan ettirecek ölçüde rezilleşti. İktidar partisi yüzde 50’ye yakın oy alacakmış; ama tek başına iktidara ancak gelebilecekmiş. Söyleyen(ler)in kim olduğu önemli değil. Bir anket tüccarının adını “Hayırlı seçimler” başlıklı geçen yazıda anmıştık. Anımsattığımız üzere, 2004 yerel seçimi öncesinde iktidar partisinin yüzde 58 oyla rekor […]
Seçim öncesinde kamu bilincini iğfal etme operasyonu, burjuva kanaat önderlerini bile isyan ettirecek ölçüde rezilleşti.
İktidar partisi yüzde 50’ye yakın oy alacakmış; ama tek başına iktidara ancak gelebilecekmiş.
Söyleyen(ler)in kim olduğu önemli değil. Bir anket tüccarının adını “Hayırlı seçimler” başlıklı geçen yazıda anmıştık. Anımsattığımız üzere, 2004 yerel seçimi öncesinde iktidar partisinin yüzde 58 oyla rekor kıracağını sürmüş ve tam 17 puan yanıl(t)mıştı. Şimdi yine sahnede ve başka anket tüccarları da geride kalmamak için iktidar partisini şişirdikçe şişiriyorlar.
Anketler havada uçuşurken, yerli yabancı sermayenin ülkeyi yönetecek kadrolar diye ortaya sürdüğü siyasi aktörler de iyice belden aşağı düştüler. Ülke tarihinin en önemli iki üç seçiminden biri yapılacak, Türkiye’nin geleceği oylanacak; ama, parlamentoya girmesi beklenen siyasi aktörlerin söylemi, ‘tencere dibin kara’dan ibaret. Kapitalizmin emekçilere reva gördüğü yoksulluğa önerdikleri çare, sadaka ekonomisi. İşsizliğe onu da önermiyorlar, tartışmıyorlar bile. Oysa işsizlik ve yoksulluk kader değil. Türkiye’nin olanakları herkesi insanca yaşatmaya yeterli. Ama, milyonlarca insan işsizlik ve yoksulluk cenderesinde yaşam mücadelesi veriyorlar; oylarını da kendilerini işsiz ve yoksul bırakan düzenin siyasetçilerine verecekler.
Yedek işçi ordusu
İşsizlik, burjuva iktisatçılarının ve politikacılarının öne sürdüğü gibi yanlış ekonomi politikalarının ya da sendikaların yüksek ücret taleplerinin sonucu değildir. İşsizlik hep vardır ve kader değil, kapitalist birikimi azamileştirmenin en vahşi bir yasası ve yöntemidir.
İşsiz nüfus üretmeyen, yedek proletaryası olmayan bir kapitalizm eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü sermaye biriktikçe, sermayenin bileşiminde ücretlere ayrılan bölümü oluşturan değişen sermaye görece azalır. İşçi, üretirken, kapitalistin sermayesini büyütmekle kalmaz, kendisini fazlalık haline getiren ve yedekleyen bir artı nüfusu da üretir. Marks diyordu ki, “Emekçi artı-nüfus, birikimin ya da kapitalist temele dayanan zenginliğin gelişmesinin zorunlu bir ürünü olduğu gibi, tersine olarak da, bu artı-nüfus, kapitalist birikimin kaldıracı ve hatta bu üretim biçiminin varlık koşulu halini de alır. Bu artı-nüfus, her an el altında bulunan yedek bir sanayi ordusu oluşturur ve bu ordu, tıpkı bütün masrafları sermaye tarafından karşılanarak beslenen bir ordu gibi bütünüyle sermayeye aittir. Fiilî nüfus artışının sınırlarından bağımsız olarak bu artı-nüfus, sermayenin kendisini genişletme konusunda değişen gereksinmelerini karşılamak üzere, daima sömürülmeye hazır, bir insan malzemesi kitlesi yaratır.” (Kapital, Cilt 1, Sol Yayınları, 1986, s: 649)
Marks sözlerine devamla, yedek işçi ordusunun üretime koşulu faal işçi ordusunu baskı altında tuttuğunu ve taleplerini dizginlediğini vurgular. “Bu nedenle nispî artı-nüfus, emeğin arz ve talep yasasının üzerinde döndüğü eksendir.” (age, s: 656)
Kapitalizmin ve işçi sınıfının tarihi, Marks’ı yeterince doğrulamakta, işsizliğin kader ya da yanlış iktisat politikalarının, ekonomik krizlerin sonucu değil, kârı azamileştirmenin, işçi sınıfını bölüp yönetmenin silahı olduğunu yeterince kanıtlamaktadır. Ücretlerin düşük tutulması, sendika, sigorta, toplu iş sözleşmesi, ücretli izin, çalışma süresinin kısaltılması, sağlık, eğitim, emeklilik vb. hakların gasp edilmesi yedek işçi ordusu sayesinde mümkün olmaktadır.
Aylık bin liraya yapılan işi asgari ücretle yapmaya, sigortasız kaçak çalışmaya hazır bir kitle kapıda beklediğinde ne sınıf bilinci kalmaktadır ne de sınıfsal dayanışma. İşçi ordusunun bir bölümü yedeğe ayrılınca, faal işçi ordusunun üyeleri her an işini yitirme korkusuyla patrona itaat etmeye, patronla değil kendi sınıf arkadaşlarıyla çatışmaya hazır bir kitleye dönüşür. Yedek işçi ordusu eliyle ekmek aslanın ağzında tutuldukça, sınıf mücadelesi, sendika ve sosyalizm bilinçaltına itilir.
Anlık dönemler dışında işsizlik hep vardı, işçi ordusunun bir bölümü hep yedekteydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizm korkusuyla Batı Avrupa ekonomilerinde tam istihdam sağlandı, hatta sömürge ülkelerden emek gücü ithal edildi. Duvarın ötesi de berbatmış ama duvar yıkılınca tam istihdam günleri geride kaldı, en çok işsiz kalanlar da sömürge ülkelerden ithal edilen işçiler oldu.
Türkiye’de işsizlik
İşsizlik sermaye birikimini azamileştirmenin, işçi sınıfını bölüp yönetmenin ve sömürmenin silahıdır. Sadece olgunlaşmış kapitalist ekonomilerde değil, olgunlaşma yolundaki Türkiye kapitalizmi de işsizliği silah olarak kullanmaktadır.
Türkiye ekonomisi, konjonktürün de elvermesiyle beş yıldır büyüyor. Reel büyüme olup olmadığı elbette tartışmalıdır, ama büyüdüğü tartışmasızdır. Türkiye, dolar milyarderi sayısı bakımından dünyanın 6’ncı ülkesi olmuştur. Türkiye’nin önünde sadece ABD, Almanya, İngiltere, Rusya ve Hindistan kalmıştır.
Büyüyen ekonomide mantıken işsizliğin azalması beklenir; ama öyle olmuyor. Resmi işsizlik rakamı yüzde 10’un altına hiç düşmüyor. Resmi rakama göre, çalışabilecek nüfusun iki buçuk milyondan fazlası işsizdir. Gerçek işsizlik rakamının bunun çok üzerinde olduğu kuşkusuzdur.
Olgunlaşmış kapitalist ekonomilerde olduğu gibi Türkiye kapitalizminde de yedek işçi ordusu, ücretleri, sosyal hakları ve sendikal-sınıfsal mücadeleyi baskı altında tutmaktadır. Çünkü, Marks’ın dediği gibi yedek işçi ordusu bütünüyle sermayeye aittir. Yedek işçi ordusu eliyle ekmek aslanın ağzında tutuldukça, sendikalı işçi sayısı tarihteki en dip noktasına gerilemiştir. Resmi rakamlara göre 1 milyon kişinin günlük geliri 1 doların altındadır, yani bir lokma ekmeğe muhtaçtır. Yine resmi rakama göre, 21 milyon kişinin günlük kazancı 4 doların altındadır. Hatta, en yüksek ücreti aldığı düşünülen silahlı bürokratların yüzde 96’sının da yoksulluk sınırının altında oldukları bizzat Genelkurmay İkinci Başkanı (şimdi Kara Kuvvetleri Komutanı) tarafından açıklanmıştı.
Yedek gazeteci ordusu
Gazeteciler, müthiş bir bilinç kaymasıyla kendilerini işçi saymasalar da kendilerini çalıştıran patronun gözünde işçi bile değil, onun da altında paryadırlar. Medya işletmelerinde, patron/işçi ilişkisini de geride bırakan daha acımasız bir sömürü ilişkisi, kast/parya ilişkisi vardır. En tepede kimileri yönetim kurulu üyesi, on binlerce dolar aylık alan üç beş sayıda medya starı, altta ise bütün medya içeriklerini hazırlayan, yoksulluk sınırının altında, örgütsüz, sendikasız paryalar. Medya işletmelerindeki kast sistemi, salt medya emekçilerini değil, toplumun öteki sınıflarını da ekonomi, politika, ideoloji düzlemlerinde paryalaştırma amacına hizmet eder.
Genel olarak işçi sınıfını bölüp yönetmenin ve sömürmenin silahı olan işsizlik, medya paryalarını daha derinden yaralar. Tek tek veya topluca işten çıkarmak, ağır çalışma koşulları ve sendikasızlığın yanı sıra, özellikle kriz dönemlerinde gazetecilere çıkarılan en ağır fatura olur. 2001 krizi döneminde binlerce medya emekçisi işten atıldı.
Ama, kapitalist birikimin genel yasası uyarınca, salt kriz dönemlerinde değil, olağan dönemde de gazeteciler işten çıkartılır ve yerlerine daha düşük ücretle yedek medya proleterleri işe çağrılır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, bir soru önergesini yanı
tlarken, 2003’ten 2004’e kadar geçen bir yıllık dönemde, Türkiye çapında basın-yayın kuruluşlarında işten çıkartılanların ya da ayrılanların sayısını 6 bin 78 olarak açıklamıştı. (Cumhuriyet, 19 Nisan 2004)
Şimdi yine gazeteciler işten atılıyor. Oysa kriz söz konusu değil. Kriz bir yana, Türkiye kapitalizminin büyümesine koşut olarak medya sermayesi de büyüdükçe büyüyor. Başbakan Erdoğan’ın, küresel faşizmin patronu ABD Başkanı Bush ile görüşmeye giderken uçakta söylediğine göre, AKP iktidarı döneminde medya patronu “Aydın Doğan şirketlerini 10’a katladı” Turgay Ciner’in şirketleri de 6’ya katlandı. (Aktaran Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 1 Ekim 2006)
Elbette bunca büyüme diyetsiz olmazdı. Diyet, kendilerini büyüten partiyi yüzde 50’lerde gösteren manipülasyonlarla ödendi, ödeniyor.
Şirketlerini 10’a katladılar, 6’ya katladılar; ama, büyümeye doymadılar, daha da büyüdüler. Çünkü, aslolan sermayeyi biriktirmektir. “Sermaye, kâr olmadığı zaman ya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir % 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin % 20, iştahını kabartır; % 50, küstahlaştırır; % 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; % 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur.” (T. J. Dunning. akt. Marks, Kapital, Cilt: I, s: 779)
Sermayenin yüzde 300 kâr ile her türlü cinayeti göze alabileceğini söyleyen İngiliz sendikacı Dunning, bugünkü Türkiye’yi görse kim bilir ne düşünürdü? Türk sermayesinin amiral holdingi Koç Holding, 2006 yılının tümünde yüzde 146 oranında kâr etti. Bu yılın Ocak-Mart dönemindeki kâr artışı da muhteşem oldu. “Koç Holding, geçen yılın ilk çeyreğinde 18 milyon 445 bin YTL olan net kârını, bu yılın aynı döneminde yaklaşık 14 kat artırarak 259 milyon 520 bin YTL’ye çıkardı.” (Referans, 5 Haziran 2007)
Koç Holding, kârını yüzde 1400 artırmış. Medya patronu Aydın Doğan’ın sağladığı kâr artışı ise çok daha muhteşem. “Doğan Yayın Holding, geçen yılın ilk üç ayında 391 bin YTL olan net kârını, bu yılın aynı döneminde yaklaşık 1443 kat artırarak 564 milyon 29 bin YTL’ye çıkardı.” (Referans, 27 Haziran 2007)
Tam 1443 kat artan kâr, işçilerin sırtından sağlandı. Çünkü sermaye ve kâr, karşılığı ödenmeyip gasp edilerek biriktirilmiş emektir. Sermayedar hesabına bu kadar artırdıkları kârdan işçilerin payına düşen ise, kısmen terhis edilerek yedek medya ordusunun saflarına atılmak oldu. Doğan Medya Grubu’nda onlarca basın emekçisi kapının önüne bırakıldı. Çünkü, Doğan Medya Grubu, yüzde 20 oranında küçülerek daha çok biriktirme kararı aldı. Sermaye birikiminin yasası uyarınca küçülmek, ücretlere ayrılan payı küçültmek demek.
Küçülmenin sonu yok. Gazeteciler kendilerini işçi sınıfının parçası olarak görmedikçe, örgütlenmedikçe, sermayeyi büyüttükçe büyütecekler ama kendileri daha da küçülecekler.