Sendikalar, üyelerinin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel haklarını savunmak, geliştirmek ve ilerletmek amacıyla kurulmuş kuruluşlardır. Her şeyden önce sendikalar gücünü üyelerinden alır. Üyelerin niteliği, niceliği ve mücadele azmi arttıkça işverenlerin karşısında sendikaların eli güçlenir, sesi gür ve bir o kadar da etkili çıkar. Sendikalar savunma pozisyonlarını elden bırakmadan üyelerinin haklarını daha da geliştirebilmek adına sürekli […]
Sendikalar, üyelerinin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel haklarını savunmak, geliştirmek ve ilerletmek amacıyla kurulmuş kuruluşlardır. Her şeyden önce sendikalar gücünü üyelerinden alır. Üyelerin niteliği, niceliği ve mücadele azmi arttıkça işverenlerin karşısında sendikaların eli güçlenir, sesi gür ve bir o kadar da etkili çıkar. Sendikalar savunma pozisyonlarını elden bırakmadan üyelerinin haklarını daha da geliştirebilmek adına sürekli dinamik ve atik kalmak zorundadır.
Atik durumdaki sendikaların karşısında işveren konumunda bulunanların pasif durmasını beklemek saflık olur elbette. İşte bu durumda işveren temsilcileri de sürekli karşı ataklarda bulunmak, emekçilere daha fazla taviz vermemek için çeşitli taktikler geliştirmek için çalışırlar. Bu devinim içinde hayat devam eder.
AKP, hükümet oluncaya kadarki süreç hep böyle şekillenmiştir. AKP ise gelir gelmez alışılmışın dışındaki uygulamalarıyla sendikaların ezberini bozmuştur. AKP yetkilileri sendikaların içinde bulunduğu durumu iyi tahlil etmiş, sendikaların üyeleriyle kurmuş olduğu zayıf bağdan ve bunun sonucunda etkili olamayışlarından yararlanarak onları ortadan kaldırabilecek hamleler yapmaya başlamıştır.
Kamu emekçilerinin toplu sözleşme ve grev hakkı için mücadeleyi yükseltmeleri gerektiği bir zamanda AKP, hiçbir hukuk ve hiçbir kural tanımaksızın, emekçilerin uzun mücadeleleri sonucunda kazanmış oldukları haklara fütursuzca saldırmakta ve onları ciddi bir şekilde budamaktadır. Doğal olarak, bu durumda sendikalar atmaları gereken asıl adımları atamamakta, bırakın yeni haklar elde etmeyi, kazanılmış hakları korumakla, yapılan saldırıları bertaraf etmekle meşgul olmaktadır. Bu da sendikaların doğru dürüst bir hak elde edemeyen fuzuli kurumlarmış gibi algılanmalarına ve üyeleriyle olan zaten zayıf olan bağın daha da zayıflamasına sebep olmaktadır.
Küresel olarak saldırıların had safhaya ulaştığı, sendikaların durmadan kan kaybettikleri böyle bir zamanda en büyük görev ve sorumluluk yine sendikalara düşmektedir. Madem ki üyelerin niteliği, niceliği ve mücadele azmi sendikaların gücünü oluşturuyor o halde gücü meydana getirmek, ete kemiğe büründürmek ve harekete geçirmek sendikaların önünde acil bir görev olarak durmaktadır. Bu ise sınıfsal ve sendikal bilinci ortak akla ve bilince dönüştürmekten geçer. Bu bağlamda sendikacıların işi gerçekten zordur. Bir yandan neoliberal saldırılar karşısında politik bir hat oluşturmak, bir yandan dünyadaki dönüşümleri doğru algılayıp olabilecek saldırıları önceden görüp karşı tutum almak, kendini sürekli yenileyip geliştirmek, bir yandan üyeleriyle dayanışma ruhunu pekiştirerek cidden büyük bir aile olabilmeyi başarmak, bir yandan da ne bürokratik merkeziyetçilik ne demokratik merkeziyetçilik hiçbir merkeziyetçiliğe sapmadan, üyeleri baş, gövde, kuyruk ayrımına tabi tutmadan kendi içinde doğrudan demokrasiyi hayata geçirmek, bir yandan da en alt birimden en üst
birime kadar üyelerin sürekli eğitildiği, her bir üyenin bir kadro olduğu, ortak dilin, ortak bakış açılarının, ortak aklın şekillendiği atölyeler, okullar olabilmeyi başarmak kolay bir iş olmasa gerek. Ama özellikle umutların solduğu böyle bir zamanda emekçiler ve emekçilerin gerçek örgütleri bunu başarmak emekçilere umut olmak zorundadır. Zira gerçek ezber ancak böyle bozulur. Ve gerçek haklar böyle kazanılır ancak.
(*) Samandağ Eğitim Sen Yönetim Kurulu Üyesi