Bazen bir karikatür bir kitaba bedel olur; bazen bir şiir bir ansiklopediye… Bir seçim sürecini, farklı bakış açıları ile olsa da, geride bıraktık. İrademiz dışında olsa da “halk”/ “vatandaş” denen kesime bir danışıklı oyunda, kitabına uygun olsa da olmasa da “oy kullandırtılarak” bir “tercih” dayatıldı ve sonucu da alındı. Sonuç, bir şairin sezgisi ile birkaç […]
Bazen bir karikatür bir kitaba bedel olur; bazen bir şiir bir ansiklopediye… Bir seçim sürecini, farklı bakış açıları ile olsa da, geride bıraktık. İrademiz dışında olsa da “halk”/ “vatandaş” denen kesime bir danışıklı oyunda, kitabına uygun olsa da olmasa da “oy kullandırtılarak” bir “tercih” dayatıldı ve sonucu da alındı. Sonuç, bir şairin sezgisi ile birkaç ciltlik kitaba uyacak bir sonuca dair bir değerlendirmeği hak edecek türden oldu! Ve, ne ilginçtir ki, o büyük sezginin şairi de Ankara’dan tam da tanımladığı seçmenden oy istedi ve şiirine uygun olarak oy alamadı!.. Burada bir gariplik yok. “Seçim” denen bu oyunun sonuçları çokça tartışılabilir: muhtıra, TOKİ, bilimsel çalışma olarak ODTÜ’lü hocalarımızın enflasyon, faiz, kişi başına gelir vs denklemleri, kömür ve erzak dağıtımı, iş teklifi, çek ve altın dağıtımı ve de vs vs… gibi şeylerle de gerekçeler yaratılabilir, artırabilir. Lakin bunlar tam da Erbakan Hoca’nın deyimi ile “fasa fiso”dur! Zira üç seçim ve üç sonuç aynı gibiyse yeniden düşünmekte yara var.
Seçim bir 1950: Resmi CHP’den kopmuş DP, ABD emperyalizmi destekli kadrolar ara sıra sol ile flört ederek muhalefete soyunup sonra seçimi kazanır; solu tasfiye eder: 1951 tutuklamaları. Dünya tarım ticaretinin Kore savaşı nedeni ile alt üst olması sonucu Türkiye bir avantaj yakalar, serbestlik ve para DP’yi bir kez daha güçlü olarak sonraki seçimde iktidara taşır. Zira, halk tüketim ile tanışır: Bakınız dönemin reklamlarına!…
Seçim iki 1983: Resmi AP’den kopmuş ANAP, ABD emperyalizmi destekli ve de soldan da adam devşirerek dört eğilimli muhalefete soyunan bir parti olarak seçimi kazanır: Özgürlük bekleyen solcular cehennemle tanışır. Bir “tüketim krizinden” çıkan “halk” bir kez daha hedonist duygularını tatmin eden ANAP’ı yoksullaştırma politikalarına rağmen, borçlandırılmasına bakmaksızın iktidara taşır; ta ki kantarın topuzu kaçıncaya kadar: Bankız dönemin reklamlarına!…
Seçim üç 2002: Resmi RP/ANAP/MHP’den kopmuş AKP ABD emperyalizmi destekli kadroları ile bir yapay kriz sonrası seçimi kazanır: Sola yine hüsran yine hicran düşer. Beş yıl sonra tıpkı DP, ANAP gibi devlete daha yakın merkeze yapışkan bir konumda seçimi kazanır: Başarısı tıpkı ilk iki örnekte olduğu gibi hedonist seçmendir! Dünü ve yarını değil bugünü düşünen, tüketime “kilitlenmiş”, tüketim toplumunun bir parçası olan seçmen: Bakınız dönemin reklamlarına!…
Üç seçimdeki hedonist seçmenin temel özelliği anlık düşünmesidir. Dünden yarına dersler çıkaramamasıdır. Sosyal güvenlik, istihdam politikalarında kendisine dokunulmayan sürece onay veren ama atalarından kalan emeği ve mirası red ettiği gibi çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmayı tasavvur etmeyen bir hedonist seçmen kuşağıdır bu. Adeta evde ne varsa satıp savurup günü kurtaran, ama bunların hangi emek ile alındığını hatırlamayan ve çocuklarına da miras olarak bırakmayı düşünmeyen bir hedonizmdir bu. Bir akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Üç seçimdeki akıl tutulması önemli ölçüde bu tüketim toplumu “hırsı” ile ilgili hedonizmdir, gerisi laf-ı güzaftır.
Ve, bize düşen sözü şaire bırakmaktır ( Şükrü Erbaş, Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz başlıklı enfes şiiri ile aslında bize çok şey öğretiyor. Affına ve hoş görüsüne sığınarak “köylüler”e birkaç ekleme yaptık. Bir büyük şair olarak bize bu “kara mizahta” yardımcı oldu. Teşekkür ediyoruz.)
Kuşkusuz burada bir sınıf bilinci meselesi tartışması da açmak gerekir: öldürülecek Kürtler, yoksullar, işçiler hangi bilinç ile hareket etmiştir? Örneğin işçilerin AKP’yi tercihi tamamen sınıf bilinci dışı bir iş midir, yoksa bilinç içi bir iş midir?
Ama, önce şiir…
Köylüleri (Kürtleri/ İşçileri/Yoksulları) Niçin Öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağırkanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Herşeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünmezler…
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.
Köylüleri (Kürtleri/İşçileri/Yoksulları) niçin öldürmeliyiz ?
Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Birgün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
Köylüleri (Kürtleri/İşçileri/Yoksulları) niçin öldürmeliyiz ?
Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında azarlarlar.
Köylüleri (Kürtleri/İşçileri/Yoksulları) niçin öldürmeliyiz ?
Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler !..
Köylüleri (Kürtleri/İşçileri/Yoksulları) niçin öldürmeliyiz ?
Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sünküre sünküre
Yollara tükürürler…
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
Köylüleri (Kürtleri/İşçileri/Yoksulları) niçin öldürmeliyiz ?
Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarının ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde…
KÖYLÜLERİ (KÜRTLERİ/İŞÇİLERİ/YOKSULLARI), SÖYLEYİN NASIL NASIL KURTARALIM ?
Şükrü Erbaş