Bir seçime giderken bu denli içinde asker, savaş, sınır, harekât, şehit, cenaze vs gibi kelimelerin geçtiği cümlelerin olduğu konuşmalar normal mi? Bence değil. Olağan olmayan konuşmalar bunlar ve olağan olmayan koşulların işaretleri. Oysa seçim, bizim bundan sonraki dört yılda sorunlarımızı nasıl çözeceğimizi ve sonuçta nasıl bir hayatımız olacağını belirleyecek bir olay. Peki hiç böyle şeyler […]
Bir seçime giderken bu denli içinde asker, savaş, sınır, harekât, şehit, cenaze vs gibi kelimelerin geçtiği cümlelerin olduğu konuşmalar normal mi? Bence değil. Olağan olmayan konuşmalar bunlar ve olağan olmayan koşulların işaretleri. Oysa seçim, bizim bundan sonraki dört yılda sorunlarımızı nasıl çözeceğimizi ve sonuçta nasıl bir hayatımız olacağını belirleyecek bir olay. Peki hiç böyle şeyler konuşuluyor mu? Örneğin, Kürt sorunu, Alevi-Sünni sorunu, işsizlik, tarımdaki değişim, cari açık, sağlık, eğitim gibi kelimelerin geçtiği cümleler duyuyor musunuz? Ben duymuyorum. Ama bu cümlelerin duyulmuyor oluşu olağan bir duruma işaret ediyor ve siyasetimizin olağan koşullarda olduğunu gösteriyor.
Abartığımı sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü bu ülkede siyaset, sorunları çözmek üzere yapılan bir işten çok hâlâ kişisel zenginleşmenin bir aracı. Çünkü hâlâ devlete tutunarak yukarılara çıkmak mümkün. İster maddi, ister manevi. O nedenle de siyasete giriş engelleri yüksek. Yalnızca seçim barajının yüzde 10 olması anlamında değil aynı zamanda Siyasi Partiler Yasası’nın ‘Führerlere’ izin veriyor olması anlamında da giriş engelleri yüksek. Zaten de yüksek olmalı ki yeni fikirler ve yeni kişilikler devreye girmesin, varolanların en parlak olanlar olduğu sanılsın vs. Durum bu. Bir tür sahtekârlık yani.
Sahtekârlık burada kalsa neyse deyip geçerdik belki de. Bütün bu ‘hep bana, rabbena’ davranışını perçinlemek için olsa gerek, bütün bu fikirsizliği daha da fikirsizleştirmek için olsa gerek bir ‘merkez partisi’ lafları, bir etrafta dolanmalar, salınmalar, bir göz süzmeler, bir ‘ideolojiler öldü’ biz hem ‘sağ’ hem ‘sol’uz havaları. Görmeyin gitsin. Sanki sahiden bir şeylermiş gibi. Sanki, azgelişmiş bir ülkenin sayısız çarpıklıklarının sonucu değillermiş gibi, sanki evrenselin yanına yaklaşabilecek bir çapları varmış gibi. Siyaset elitimizin hali bu. 1789 Fransız Devrimi denilen devrim bir burjuva devrimiydi. Yani sınıf olarak burjuvazinin aristokrat sınıfa karşı meydan okuması sonucu oldu. Devrimin önemli kişilikleri arasında Robespiyer, Danton ve Marat gibi kişiler sonunda bu devrim için öldüler. Yani ülkelerinin refahı ve mutluluğu için ölmeyi göze alabildiler. Bugün için böyle aşırı romantik gelebilecek bir laf etmeyeyim: Kimseden bir düşünce uğruna ölmesini istemeyeyim. Ama, bu göstermelik, bu askerlerin ikide birde sınırlarını çizdiği siyaset alanına, bu tükenmiş siyaset yapma tarzına dur diyecek bir Allahın kulu yok mu bu ülkede?
Tabii ki biliyorum ne Ufuk Uras ve ne Baskın Oran böyle bir değişimi gerçekleştiremezler. Ama böyle bir değişim ihtiyacını topluma daha yüksek bir kürsüden seslendirebilirler. Bütün mesele de bu. Bırakın en azından birileri bunu yapsın. Bırakın namuslu, dürüst birileri bu girilmez çemberin içine girsin. Sesini duyurabilsin. Ama görünen o ki büyük gazetelerin bazı yazarları bu çabaları da baltalamayı iş edinmiş. Neymiş efendim Baskın Oran’ı destekleyecekler Cihangir entelleri, anarşist gruplar, eski tüfekler, şair eskileri imiş. Sayıları da zaten birkaç bini geçmezmiş vs. Niyetlerini bilemem ama bu davranışlarının neye hizmet ettiği belli…
Siyasete ihtiyacımız var. Var çünkü konuşmayan, tartışmayan, çözümler üzerinde kafa yormayan bir toplum sağlıklı bir toplum olamaz. O nedenle de bu, ‘kişisel çıkarlara’ kilitlenmiş siyaset anlayışının değişmesi gerek. Gölge etmeyin de bu iki insan hiç olmazsa bu ihtiyacı seslendirsin. bari…