Bush yönetimi, İran ve Suriye’nin ekonomilerini ve para değerlerini çökertme amacıyla saldırgan nitelikli, gizli eylemlere girişildiğini ifade etti. 2006’nın başlarında, berbat bir grup: İran-Suriye politikaları ve operasyonlar grubu (ISOG) kurulmuş, ve bu grup Suriye ve İran’ı destabilize ederek rejim değişikliğine yol açma göreviyle Beyaz Saray, ABD İçişleri Bakanlığı, CIA ve ABD Hazinesi yetkililerinden oluşturulmuştu. Washington […]
Bush yönetimi, İran ve Suriye’nin ekonomilerini ve para değerlerini çökertme amacıyla saldırgan nitelikli, gizli eylemlere girişildiğini ifade etti. 2006’nın başlarında, berbat bir grup: İran-Suriye politikaları ve operasyonlar grubu (ISOG) kurulmuş, ve bu grup Suriye ve İran’ı destabilize ederek rejim değişikliğine yol açma göreviyle Beyaz Saray, ABD İçişleri Bakanlığı, CIA ve ABD Hazinesi yetkililerinden oluşturulmuştu.
Washington geçenlerde, bu yaklaşımında bir değişiklik olduğunu açıkladı. Bundan böyle, Ortadoğu’daki “düşman”lara karşı gizli, haince operasyonlar yapılmayacaktı. ISOG grubu, Başkan Bush’un emirleri üzerine lağvedilmişti. İçişleri Bakanlığı yetkililerinin deyişiyle, İran Suriye Politikaları ve Operasyonları Grubu (ISOG), “Planladığı gizli eylemlerin açık çatışmaya dönmesinden korkan muhaliflerin odak noktası haline geldiği, bu ülkelerde rejim değişikliği yapma amacıyla tasarlanmış olduğu konusunda genel bir kamuoyu oluştuğu için” lağvedilmişti. İçişleri Bakanlığından üst düzey yetkililer, aslında İran-Suriye grubunun hedefinin rejimleri alaşağı etmek değil, davranışlarını değiştirmeye ikna etmek olduğunu söylediler.
İnanılır mı?
Dışişleri uzmanları Washington’un kararını, Bush yönetimi’nin Ortadoğu’da yumuşaması olarak tanımladı. Bush Yönetimi’nin, “rejim değiştirme” sevdası yerine, Şam ve Tahran ile yapıcı diyalogu öne çıkaran daha esnek bir yaklaşımı tercih ettiği, uluslararası diplomasinin saldırgan gizli eylemlerin yerini alacağı söylenmeye başlandı.
Ancak, ISOG’u lağvetme kararı kozmetik bir değişiklikten öteye gitmiyor. İstihbarat operasyonlarının çoğu olduğu gibi duruyor. ISOG, İran ve Suriye’yi destabilize etme girişimlerinden sadece biriydi. Rejim değişikliği ve savaş hala Bush Yönetiminin gündeminde. Hatta, son dört yılda destabilizasyon amaçlı gizli istihbarat eylemleri hızlandırıldı. Dahası da var: bu operasyonlar İsrail ve NATO savaş planlarıyla koordine ediliyor ve ABD’nin Suriye, İran ve Lübnan’a yönelik askeri operasyonlarının önemli bir parçasını oluşturuyor.
Gizli operasyonlar, 2003 yılının Mayıs ayında (yani Irak’ın işgalinden bir ay sonra) başlatılan “Yakın Zamanda İran Sahnesi” (TIRRANNT) adlı stratejiden sonra, düşünülen çeşitli ABD savaş senaryolarıyla birlikte, askeri yol haritasıyla senkronize edildiler. Bu savaş senaryolarının bir rejim değişikliğini öngördüğü ise apaçık. (William Arkin, Washington Post, 16 Nisan 2006).
ABD savaşa hazırlanıyor. Çeşitli gizli operasyonlar ve psikolojik operasyonlar da -ki bunlar sürekli olarak haber kanallarına İran Devlet Başkanı’nın çirkin görüntülerini vermektedirler- askeri istihbarat ve propaganda arsenalinin parçalarını oluşturuyor. Ayrıca, bu gizli operasyonlar 2006’dan beri Akdeniz ve Basra Körfezi’nde neredeyse sürekli olarak sürdürülen ABD, İsrail ve NATO asker yığılması ve savaş oyunlarıyla da uyumlu olarak yapılıyor.
CIA – İran’a yönelik “Siyah Operasyonlar”
ISOG’un lağvedildiğinin açıklamasıyla birlikte, “İstihbarat sözcülerinden alınan bilgilere göre, CIA, Başkan’dan İran hükümetini destabilize etme amaçlı, gizli bir operasyon için izin aldı” (ABC Haber Bülteni, 22 Mayıs 2007). Bu CIA girişimi, ortadan kalkan ISOG ile aynı amacı taşıyor.
CIA’nin planı, güya “İran’ın nükleer zenginleştirme programını bırakması ve Irak’taki direnişçilere yardıma son vermesi”ni sağlamak için tasarlanmıştı. ABD yetkililerine göre, gizli operasyon, İran’a yapılacak askeri bir saldırının yerine, yumuşak bir alternatif oluşturacaktı. Ve bu seçenek Dick Cheney ve yönetimdeki şahinler tarafından tercih ediliyordu (ABC Haber Bülteni, 22 Mayıs 2007). Ancak, İran ve Suriye’ye yönelik gizli operasyonlar askeri harekata bir alternatif olarak değil, tam tersine, Washington’un hem askeri harekatla, hem de gizli istihbarat operasyonlarıyla İran ve Suriye’yi destabilize etme planlarını desteklemek için tasarlanmıştı.
İran’ın İçine İslamcı Tugayların Salınması
ABD İstihbarat Servisi, İran’da Pakistan merkezli bir terörist organizasyonu olan, ve İran-Pakistan-Afganistan üçlüsünün sınırlarına yakın konuşlandırılmış olan Cundullah’ı (Allah’ın Askerleri) destekliyor. Bir ABC Haber Bültenine göre:
“ABD ve Pakistan İstihbarat kaynaklarının ABC Haberlerine bildirdiğine göre, İran’da gizli gerilla saldırılarının sorumlusu olan militan bir aşiret, gizlice Amerikan görevlileri tarafından destekleniyor ve yönlendiriliyor. Cundullah adındaki grup, Baluçi aşiretinin üyelerinden oluşuyor ve Pakistan’ın İran sınırının hemen ötesindeki Belucistan eyaletinde konuşlanıyor. Örgüt, bir düzineden fazla İran askerinin kaçırılması ve öldürülmesinin sorumluluğunu üstlendi” (2 Nisan, 2007, ABC Haber Bülteni).
Cundullah’ın önderi Abd el Malik Regi’nin kumandasında, “İran’da askerlere ve istihbarat güçlerine saldırıp insanları kaçıran, onları kamera önünde infaz eden birkaç yüz kişilik bir gerilla örgütü var. Cundullah, en son, Şubat ayında, İran’ın Zahedan kentinde bir otobüsteki İran Devrim Muhafızları’ndan en az 11 kişinin ölümünün sorumluluğunu üstlendi” (2 Nisan 2007, ABC Haber Bülteni).
ABD hükümet sözcüleri, Cundulah’ın önderinin “ABD görevlileriyle belli aralarda görüştüğünü” itiraf etmekle beraber, Cundullah’ın ABD İstihbaratından direkt olarak para desteği aldığını inkar ediyorlar. Zaten CIA, gizli operasyonlarında hiçbir zaman direkt olarak para desteği yapmaz. Her seferinde, Pakistan İstihbarat Örgütü (ISI) gibi , Sovyet-Afgan savaşından beri İslamcı terör örgütlerini desteklemiş olan bir paravana kullanır. Pakistan İstihbarat Örgütü, eğitim kamplarına ve medreselere CIA adına para desteğinde bulunur ve bu, ABD istihbarat görevlileri tarafından açıkça kabul edilir.
«Amerikan istihbarat kaynakları, Cundullah’ın Afganistan ve Pakistan askeri ve istihbarat servisleri yoluyla ABD’den para ve silah yardımı aldıklarını söyledi. Pakistan, resmi açıklamasında, bu bağlantıyı inkar etti.» (Brian Ross ve Christopher Isham, The Secret War Against Iran, 3 Nisan, 2007).
ABD istihbaratının terörizme parasal destek sağlamakta kullandığı öbür kanallar, Suudi Arabistan ve Körfez Devletleri’nden oluşuyor. Vakıf paraları, Sam Amca adına, çeşitli İslamcı militan örgütlere yönlendiriliyor. “Bazı eski CIA yetkilileri Cundullah’la yürürlükteki aranjmanın ABD hükümetinin Suudi Arabistan gibi ülkeler aracılığıyla paravan ordular kullanarak, 1980’lerde Nikaragua hükümetini destabilize edişini ve İran-Kontra macerasını hatırlattığını söylüyorlar” (Brian Ross ve Christopher İsham, İran’a Karşı yürütülen gizli Savaş, 3 Nisan, 2007).
Bilinen gelenek: İslamcı Terörizmin Tarihi Kaynakları
İronik bir gerçek şu ki, İslamcı örgütler, Tahran ile el ele çalışıyormuş gibi gösterilir ve çoğunluğu Şiilerden oluşan bir ülke olan İran, Sünni teröristleri barındırmakla suçlanırken, o teröristler aslında ABD’nin Washington tarafından desteklenen istihbarat malzemeleri. ABD istihbaratının İslamcı terörizme verdiği destek, alsında iyice oturmuş bir geleneğe dayanıyor. İran’a uygulanan gizli operasyonlar da bu geleneğin bir parçası. Sovyet-Afgan savaşının başından beri, ve 1990’larda, CIA eylemlerinin önemli bir özelliği, İslamcı terör örgütlerine gizli destek sağlamaktı.
1979’da, Sovyetler Birliği’nin Komünist yanlı Babrak Kamal hükümetine destek için Afganistan’ı işgal etmesi üzerine, CIA tarihindeki
en büyük gizli operasyon başlatıldı. (Bkz. Fred Halliday, The ungreat Game: the Country that lost the Cold War, Afghanistan, New Republic, 25 Mart 1996). Ahmed Rashid, The Taliban: Exporting Extremism, Foreign Affairs, November-December 1999. Michel Chossudovsky, America’s «War on Terrorism», Global Research, 2005, Ch.5).
CIA’nin ve Pakistan İstihbarat Servisi’nin desteğiyle “40 ülkeden 35,000 İslamcı militan, 1982 ve l992 arasında Afganistan’daki çatışmaya katıldı. On-binlercesi de Pakistan’daki medreselerde eğitim görmeye geldi. Sonuçta, 100 binden fazla İslamcı, Afganistan’daki cihat’tan direkt olarak etkilendi.” (Bkz. Chossudovsky, op cit).
“İslam Tugaylarını destekleyen bu gizli operasyonlar soğuk savaş sonrasında da devam etti. Pakistan İstihbarat Örgütü’nün askeri-istihbarat ağı Sovyet-Afgan savaşından sonra yok edilmedi. CİA de Pakistan merkezli İslamcı «cihat»ı destekledi. Orta Asya, Ortadoğu ve Balkanlarda yeni gizli girişimler başlatıldı.
Balkanlarda da buna benzer bir model kullanıldı. 1990’lardan sonra Clinton yönetimi El Kaide Mücahitlerinin Bosna’da, Bosna Müslüman Ordusunda savaşmak üzere silah altına alınmasını destekledi.
Ancak, 11 Eylül sonrasında Teröre Karşı Küresel Savaş ilan edilince, ABD istihbaratının «İslamcı terör ağı» ile sinsi ilişkisini belgeleyen resmi yazışmalar kamuoyundan dikkatle saklandı.
Lübnan’da ABD Destekli “İslamcı Teröristler”
Geçenlerde, Kuzey Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarında sivillerin öldürülmesi, Fetih el İslam ile Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin çatışmasının sonucuydu. Fetih el İslam, bu kamplarda aktif olan, çoğunluğu Filistinli olmayan Sünni Müslümanlardan oluşan bir örgüt. Sovyet-Afgan savaşından beri CIA’nin gizli operasyonlarla desteklediği Suudi Arabistan’ın Vahabi mezhebinden esinleniyor.
Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin sığınma kamplarına yaptığı saldırılar, Filistinleri kaçırıyor. Basında yer alan haberlere göre, kamplarda 150-200 kadar Fetih el İslam militanı var. Lübnan’ın askeri harekatı ise çok şiddetliydi ve sayısı bilinemeyecek kadar çok sivilin ölümüne yol açmıştı.
“Ancak, bu şiddetli saldırılar, ABC tarafından kayıtsız şartsız desteklendi. Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice, ‘Sinyora Hükümeti, çok zor ve tehlikeli bir düşmanla savaşıyor’ dedi.
Lübnan, bir başkaldırı olarak tanımladığı bu küçücük gruba karşı yaptığı polis operasyonu için ABD’den 280 milyon dolarlık askeri yardım istedi. Bu paranın 220 milyon doları Lübnan Silahlı Kuvvetlerine, 60 milyon doları ise güvenlik güçlerine verilecekti. Geçen yıl ABD Lübnan’a 40 milyon dolarlık askeri yardım yaptı, bu yıl ise 5 milyon dolar daha verdi” (Chris Marsden, 27 Mayıs 2007).
Fetih el İslam, tamamen çarpıtılan bir mantıkla medyada, sanki Filistin’de Yaser Arafat’ın kurmuş olduğu seküler/laik bir örgüt olan Fetih hareketiyle bağlantısı varmış gibi gösteriliyor (Yazar, burada büyük olasılıkla Anglo-Sakson merkezlerden yayın yapan medyayı kastetmiştir; çünkü en azından Türkiye medyası, Fetih el İslam’la El Fetih arasında bir bağ kurmaya çalışmak gibi ciddi bir çarpıtmaya kalkışmamıştır -Sendika.Org’nin notu). Halbuki ideolojik bir açıdan bakılınca, Fetih el İslam’ın Suudi Arabistan ve Körfez devletleri aracılığıyla para verilen ve Pakistan ve ABD İstihbarat servisleri tarafından desteklenen El Kaide’ye benzediği anlaşılıyor.
Araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’e göre, Suudi Arabistan, Bush yönetimiyle işbirliği içinde Fetih el İslam’a para ve gizli destek sağlamaktadır. Hersh, en üst düzey Neo-Con (yeni muhafazakar) görevlileri ve Washington’da Suudi Büyük Elçisiyken CIA Yöneticisi George Tenet ile birlikte çalışmış olan Suudi Arabistan Prensi Bandar bin Sultan arasındaki “özel bir anlaşma”ya dikkat çekiyor.
“Biz, artık Sünnileri her yerde Şiilere karşı destekliyoruz. Biz, bazı yerlerde -özellikle Lübnan’da- mezhep çatışmaları yaratıyoruz” (Seymour Hersch ile CNN International’ın Your World Today programındaki söyleşi. 21 Mayıs, 2007).
Fetih el İslam’a verilen Suudi desteği, 1980’lerde El Kaide’ye verilen destek gibi gizli bir ABD operasyonu.
«Evet, ABD çok derinden ilişkiliydi. Bu, Bandar’ın bizimle yürüttüğü gizli bir operasyondu. Unutmayın, Afganistan’daki savaşa Usama Bin Ladin’i ve Mücahidin’i destekleyerek girdik. O zamanki düşünce, Suudilerin cihatçıları kontrol edebileceği yönündeydi. Şimdi de aynı modeli görüyoruz -gene Suudiler, Fetih el İslam gibi cihatçıları desteklemekte kullanılıyorlar. Suudiler bize bu örgütleri kontrol edebileceklerini söylüyorlar” (CNN International’ın Your World Today’de Seymour Hersh ile söyleşisinden. 21 Mayıs, 2007).
Askeri operasyon için insani bir gerekçe yaratılması Lübnan’da sahnelenen bir oyun mu?
Fetih el İslam, Suudi Arabistan’ın para desteği verdiği bir “istihbarat malzemesi.” Bush yönetimi, bir yandan Şam’ı Fetih el İslam’ı desteklemekle suçlarken, öbür taraftan, Filistin sığınma kamplarındaki cinayetlerin dikkatle sergilenmiş bir askeri istihbarat operasyonu oluğunun göstergeleri var. 2005’te Suriye güçleri Lübnan’dan ayrılmıştı. Sonra, 2006’ın yaz aylarında İsrail’in Lübnan’ı bombalamasından beri, NATO güçleri Lübnan’ın içinde ve Suriye Lübnan kıyısında konuşlanmış durumda.
Askeri yol haritasının amacı, Lübnan’da mezhep çatışması yaratarak NATO güçlerinin, resmi bir BM görevlendirmesiyle daha hızlı bir askeri müdahalede bulunmasını sağlamak. Bu insani NATO müdahalesi, İsrail’le işbirliği içinde yapılacak ve 2005’te Suriye’nin çekilmesini ve 2006’daki İsrail saldırısını izleyecek. Bu da, Lübnan’ın işgal edilmesi ve Suriye’ye karşı bir ekonomik ambargo uygulamasına yol açacak.
Bu askeri harekatlar, Suriye’nin Fetih el İslam’a destek verdiği ve Şam’ın Refik Hariri suikastinde rol oynadığı iddia ederek yapılacak. Şu sıralarda Hariri suikastı’nın “araştırılması” ve bir kanguru mahkemesinin kurulması, koalisyon güçleri tarafından Lübnan’da Suriye karşıtı duyguların körüklenmesine yarıyor. Askeri ve stratejik açıdan Lübnan, Suriye’nin giriş kapısı konumunda gözüküyor. Lübnan’ın destabilize edilmesi ise, Suriye ve İran’a karşı ABD-NATO-İsrail askeri gündemini destekliyor. ABD istihbaratı, gizlice para verdiği ve desteklediği İslamcı tugayları ortalığa salarken, düşmanını, bu terörist örgütleri palazlandırmakla suçluyor.
31 Mayıs 2007
[Global Research’teki İngilizce orijinalinden Üstün Bilgen-Reinart tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]