22 Temmuz seçimlerinin sonucunda Türkiye’de yeni bir koalisyonlar döneminin açılacağı söylenebilir. Ezberci yaklaşım, tek parti iktidarlarının istikrar unsuru olduğunu, tercih nedeni olduğunu öne sürerse de bu pek doğru değildir. Esasları iyi konulmuş koalisyon hükümetleri, toplumda ihtiyaç duyulan uzlaşmaları, dengeleri oluşturarak daha barışçı dönemlere geçişi sağlayabilirler.. O nedenle eyvah, yine mi koalisyon devri, diye feryadın anlamı […]
22 Temmuz seçimlerinin sonucunda Türkiye’de yeni bir koalisyonlar döneminin açılacağı söylenebilir. Ezberci yaklaşım, tek parti iktidarlarının istikrar unsuru olduğunu, tercih nedeni olduğunu öne sürerse de bu pek doğru değildir. Esasları iyi konulmuş koalisyon hükümetleri, toplumda ihtiyaç duyulan uzlaşmaları, dengeleri oluşturarak daha barışçı dönemlere geçişi sağlayabilirler.. O nedenle eyvah, yine mi koalisyon devri, diye feryadın anlamı yoktur.
Merak edilen soru şudur: Kimle kimin koalisyonu ?
Anti-demokratik yüzde 10 barajı değiştirilmeyeceğine göre, AKP’nin, Demokrat Parti’nin, CHP’nin(müttefikleriyle) ve MHP’nin yüzde 10 barajını aşacağı varsayımını yineliyoruz. Genç Parti bir yerlere yamanmadıkça tek başına barajı aşacak gibi görünmüyor. DTP’nin ise bağımsız milletvekilleri sayısının 20’yi bularak mecliste grup kurmayı başarmaları pek olası görünmüyor.
Bu durumda muhtemel koalisyonlar:
-CHP- DP,
-AKP-DP,
-CHP-MHP-DP
şeklinde özetlenebilir. Bu, 2007 seçimlerinin sonunda AKP’nin tek başına iktidar olarak iktidarını devam ettiremeyeceği, bir koalisyon ile “zarf’ın değişeceği savını içerir.
Yukarıdaki seçeneklerden en son tercih edilenin AKP-DP koalisyonu olacağını, en istenenin de CHP-DP koalisyon seçeneği olacağını belirtelim. CHP-MHP ulusalcı nitelikleri ile daha uyumlu bir koalisyon olacak gibi duruyorlarsa da buna sayısal çoğunluklarının yeteceğine ihtimal vermiyoruz. Ama üçüncü seçeneği, CHP-MHP koalisyonunu iki tarafın da zorlayacağını söyleyebiliriz.
Gelelim mazrufa.. Zarf, yani iktidar AKP’sizleştirilerek iktidardaki görünüm değiştirilse bile, mazrufta bir değişim olacak mıdır? Esas sorun budur.
Geniş katılımlı mitinglerde kullanılan sembolleri, attırılan sloganları çok ciddiye almayıp kitlelerin beklentilerini “süzmeye” çalışırsanız, özünde istenen daha çok demokrasi, bağımsızlık, daha adil bölüşüm, iş, aş ve gelecek güvencesidir. Katılımcıların çoğunu kadınların oluşturması biçimsel bir türban karşıtlığı değil, özelliklere kadınlara dönük ilkel, koyu taassubun hissedilmesi ve o tehdite refleks verilmesidir. Özet olarak bir özgürlük savunusudur. Kitleler, AKP iktidarınca kendilerine dayatılanın “çoğulcu demokrasi” değil, “çoğunluk demokrasisi (siz bunu çoğunluk diktası diye okuyun) ” olduğunu fark ettikleri anda alanları doldurdular ve dolduracaklar. Evet, beklenti daha çok demokrasidir, bağımsızlıktır. Beklenti, ABD ve AB’nin tahakkümcü tavırlarına daha onurlu bir dış politika ile karşı durulmasıdır. Beklenti, IMF-Dünya Bankası patentli ekonomik ve sosyal programlarla gelen yoksulluk ve işsizliğe son verilmesidir.
Bu beklentilerin tümünü içten bir biçimde özünde, “sol” bir parti anlayabilir ve sahiplenebilirdi.. Biliyoruz ki, bu beklentilere konu olan alanlar, solun müdahil olmaya, alternatif çözümler, politikalar üretmeye, müdahil olmaya çalıştığı konulardır. Ne var ki, bütünlüklü bir sol programın güçlü ve meşru bir sol merkez etrafında örgütlenemediği koşullarda statükocu siyasetçilerin bu beklentilere cevap vermek yerine, bunları sulandıracakları ve işlerine gelenleri cımbızlayarak kullanacakları bugünden görülebilmektedir.
Yine de seçim platformuna şu taleplerin taşınması “neyin istendiğini”n kayıtlara geçmesi ve neyin takipçisi olunması gerektiğini bilmek açısından önemlidir.
1) Seçim barajının kaldırılması, herkese temsil hakkı tanınması,
2) Siyasal ve demokratik örgütlenmeler üzerindeki tüm baskıların kaldırılması,
3) 1982 Anayasasının yerine daha demokratik bir Anayasanın hazırlanması ve bu sürece halkın aktif katılım kanallarının oluşturulması.
4) ABD’nin BOP projesine destekten uzaklaşılması
5) AB ile gümrük birliği anlaşmasının masaya yatırılması, hatta askıya alınması, AB ile tam üyelik sürecinin daha onurlu bir duruşla yapılması, çıpa olsun çamurdan olsun anlayışından uzaklaşılması,
6) IMF ile 2008’e kadar geçerli olan ve gelecek iktidarları da bağlayan anlaşmanın askıya alınması, kitlelerin iş ve aş beklentilerine öncelik veren bir iktisadi paradigmaya yönelinmesi. Bunun için de,
a) Sermaye hareketlerine kısıtlama getirilerek yurtta birikmiş sermayenin yine yurt içinde yatırıma dönüştürülmesinin sağlanması, sıcak paraya teslimiyet politikasından uzaklaşılması,
b) İflaslara, işsizliğe, büyük cari açıklara ve aşırı dış borçlanmalara yol açan ucuz kur politikasının terk edilerek daha gerçekçi bir kur politikasına yönelinmesi,
c) Faizlerin düşürülerek iç yatırımların teşvik edilmesi, kamunun yatırımcı potansiyelinden yeniden yararlanılması,
d) Esaslı bir vergi reformuna gidilerek dolaylı vergilerin oranını azaltıp herkesten gücüne göre vergi alan bir yönelişe geçilmesi,
e) Kamunun borçlarını uzun vadeye yayan bir düzenlemeye gidilmesi ve bütçeden faize ayrılan payın düşürülmesi, buradan artacak kaynakla da yatırımcı, tarımı destekleyen, sosyal dengeleri dikkate alan, işsizlikle mücadele eden bir kamu müdahaleciliğine geçilmesi..
Bunlar, değişecek zarfta bulunması gereken, halkın gerçek sorunlarına gerçek çözüm önerilerinin başlıkları, yani “mazruflar” olmak durumunda. Kitleler, seçtiklerinden farklı bir mazruf görürlerse, bunu kendi beklentilerinden ayırt etmeyi bilmeli ve yine gerekirse meydanları doldurabilmeli, gerçek taleplerinin takipçisi olmayı bilmelidirler.