Beklendiği üzere, seçim yaklaştıkça ülkedeki gerilim giderek tırmanıyor. Ulus’taki patlama bu kez gerilimin yönünü sert bir biçimde Kürt eksenine çevirdi. Aslında gerilimin yönünün Kürt sorununa dönmesi hiç sürpriz olmadı. Ancak Ulus’taki provokatif eylem, sürecin ülke içi boyutu kadar hatta ondan daha öncelikli olarak, Ortadoğu boyutlarını gündeme taşıdı. Anlaşılıyor ki, birden fazla güç Türkiye’nin K. Irak’a […]
Beklendiği üzere, seçim yaklaştıkça ülkedeki gerilim giderek tırmanıyor. Ulus’taki patlama bu kez gerilimin yönünü sert bir biçimde Kürt eksenine çevirdi. Aslında gerilimin yönünün Kürt sorununa dönmesi hiç sürpriz olmadı. Ancak Ulus’taki provokatif eylem, sürecin ülke içi boyutu kadar hatta ondan daha öncelikli olarak, Ortadoğu boyutlarını gündeme taşıdı.
Anlaşılıyor ki, birden fazla güç Türkiye’nin K. Irak’a girmesini istiyor. Bunun için de Kürt sorununda gerilimin dozajını had safhaya çıkartmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Her ne kadar ABD, Türkiye’nin K. Irak’a girmesini istemiyor gibi görünse de durumun bundan ibaret olmadığı açık. K. Irak’ta üç şehirden daha ABD ordusunun çekilmesiyle, giderek daha da belirginleşen bir senaryoya göre, ABD’nin Irak’tan çekiliş sürecinde ve/veya olası bir İran’a taktik saldırı esnasında Türkiye’nin etkin ama mutlaka kontrol altında tutulacak bir şekilde rol alması isteniyor. Bu doğrultuda ABD, Barzani ve Türkiye arasında şu sıralarda bir dizi pazarlığın döndüğü bilinen bir gerçek. AKP’nin emekli general Edip Başer’i Terörle Mücadele Koordinatörlüğü görevinden alması da, Ulus’ta patlayan bomba da bu sürecin birer unsuru. Ulus’ta patlayan bombanın başlıca nesnel etkisi Türkiye’yi bu girdabın içine çekmek.
Bombanın seçim gerilimi içindeki memleket siyasetine dönük etkisiyse kuşkusuz kritik boyutta. Zaten Büyükanıt’ın “siyasal sorumluluğu al, ordu K. Irak’a girsin”; Erdoğan’ın ise “önce Genelkurmay yetki istesin, ben meclisten öyle karar çıkarırım” şeklindeki diyalogları, tarafların sorumluluk almaktan kaçtıklarını ama bu arada tribünlere oynamayı da ihmal etmediklerini göstermekte. Elbette patlayan bombanın iç siyasette vurduğu ana hedef AKP’dir. Bombalı katliamın yarattığı infiale, son dönem de artan diğer bombalı saldırılar ve Barzani’nin meydan okuyuşları eklendiğinde, tüm bunlar geniş kesimler açısından AKP’nin acizliğinin simgesi haline gelmekte. Doğal olarak, bu tablonun sağda MHP’yi güçlendirecek olması kaçınılmaz. Kontrollü bir Kürt gerilimi, %10 barajı aşma sıkıntısı çeken MHP için ideal bir zemin sunmakta.
Bu gelişmeler içinde Ulus’ta patlayan bombanın kimin tarafından patlatıldığı konunun tali boyutudur. Önemli olan yarattığı etkidir. Eylemi CIA, MOSSAD veya kontrgerillanın herhangi bir kanadı gerçekleştirmiş olabilir. Fakat aslında PKK’nin ve DTP’nin tüm kınamalarına rağmen, olaydan birkaç gün sonra HPG’nin resmi sitesinde eylemin güzellemesini yapan birkaç yazının çıkması ayrıca manidardır.
Eylemin provokatif niteliği ortadadır. Halklar arasında düşmanlık saçan, milliyetçiliği körükleyen bu eylem çizgisi asla kabul edilemez. Kaldı ki, bu çizgiye ileriki süreçlerde kimlerin başvurabileceği ve kimin için, ne zaman, hangi sonuçları doğuracağı artık bilinemez hale gelmiştir. Kürt hareketi bugüne dek izlediği pragmatik ve her yolun mübah olduğu eylem çizgisinin bedellerini hep ödeyegeldi. Anlaşılan bundan sonra da fazlasıyla ödemekten kurtulamayacak. Buna karşın “teröre karşı mücadele” bahanesiyle Kürtlere karşı gösteri düzenleme önerileri son derece tehlikeli gelişmelere kapı aralayabilir. Hangi basınç altında olunursa olunsun bu tür bir yönelime kapılmak büyük bir hata olur.
Bu arada K.Irak’la ilgili tüm gelişmeler olup biterken, gözden kaçan bir diğer gelişme ise, bir paket programın parçası olarak, Gürcistan’la aramızdaki hava sahasının sivil uçuşlara serbestleştirilmesiydi. Diğer gelişmelerle birlikte bu adımın akla getirdiği çağrışım ise, ilk kez Mehmet Ağar’ın dile getirdiği, ABD’nin Türkiye’nin geleceğine dair planı olan “Benelüx modeli” doğrultusunda taşların birer birer döşendiğidir. Her şey, seçim sürecinde, sonraki senaryoların hazırlanmakta olduğunu ve ABD’nin tüm atlara birden oynadığına işaret etmektedir.
***
Bu arada düzen partilerinin seçim atakları aralıksız biçimde sürüyor. AKP “Cumhurbaşkanını halk seçsin” ısrarı üzerinden puan toplama gayretinde. CHP ise geçen seçimlerde Baykal’ın Edibali’den alıntılarla süslediği “Anadolu solu” adı altındaki sağa yönelme yaklaşımını bu seçimlerde de farklı bir biçimde sürdürüyor. İlhan Kesici, İsmail Amasyalı gibi sağın gediklilerinin ardından şimdi de Demirel’in adı CHP kulislerinde dolaşıyor. MHP ve özelikle DP olası bir koalisyon durumunda kilit parti misyonuna oynuyor. DP’nin artık ipliği iyice pazara çıkan BBP ile seçim işbirliği temasları yürütmesi, aslında “reformcu” açılımları hiç dilinden düşürmeyen DP’nin gerçek yüzünü sergiliyor. Görülen o ki, son derece parçalı bir siyasal zeminde yeni parlamentonun iç bileşimi de aslolarak seçimlerden sonra gerçek görüntüsüne kavuşacak.
***
Solun dağınık ve merkezden yoksun hali ise ortada. Halkevleri’nin solun ortak aklını temsil eden ve liberalizme, Amerikancılığa, gericiliğe, faşizme, cuntacılığa karşı “Halkın ilerici ortak cephesini yaratalım” ve bu politikayı sembolik aday göstererek sandıkta da cisimleştirelim önerisine, HÖC ve TKP “ortak bir sol cephe yaratma” gerekliliği hissiyatını gözeterek yaklaştı. Buna karşın, ÖDP tam bir inisiyatifsizlik içinde davranarak bu fırsatın içinin boşaltılmasında asli rollerden birini üstlendi. Sert iç tartışmalar yaşayan ÖDP, genel düzleme ilişkin bir politika üretemedi. Genel siyasal ihtiyacı kendi iç sorunlarına kurban ederek, ortak bir sol cephenin oluşmasının önünü inisiyatifsizliğiyle kesti. ÖDP başkanı Ufuk Uras’ın “bağımsız aday” ilan edilmesinin yanında, sol liberallerin “ortak aday” çalışması da DTP’nin desteğini alacak gibi görünüyor (Burada hiçbir bağımsız politika geliştiremeyen EMEP, SDP ve ESP’den önemli bir aktör olarak bahsetmeye dahi gerek yok). DTP’nin “bağımsız aday” politikası Kürt illerinde Kürt halkının mecliste temsil edilmesi gibi son derece haklı bir zeminden hareket etmekle beraber, başta İstanbul olmak üzere ülkenin geri kalan kısmında, tüm solu kucaklıyormuş görüntüsü altında, üstelik de tamamen yukardan aşağı bir tarzda, ağırlıkla da solun liberal kanadıyla ittifak biçimini aldı. Tabii ki son birkaç günde şaşırtıcı gelişmeler meydana gelmezse. Bu tablonun son derece zaaflı bir durumu yansıttığı açık.
Halkevleri’nin önerisi ortaya çıkan bu tabloyla kökten karşıtlık içeren bir önermedir. Bu önerme Her şeyden önce, sandığı esas almayan bağımsız asgari bir sol politik program etrafında en geniş birliği sağlamayı hedeflemektedir. Bu aynı zamanda, bağımsız sol politik program etrafında (TKP’den, HÖC’den, sol gruplardan, kitle örgütlerinden, Kürt hareketine kadar) toplumsal muhalefetin en geniş yelpazesini temsil etmek üzere solun bazı sembol isimleriyle sandığa müdahale etme girişimidir. Bu çalışmanın asıl önceliği 23 Temmuz sonrasında, egemenlerin daha da derinleşmesi muhtemel krizlerine soldan müdahale olanağını güçlendirmektir. Oysa şimdilik ağırlık kazanan görüntü “sol liberallerin sandık birliği” olmaktadır.
Yaşanan süreç, önemli bir dönemeçten geçtiğimize işaret ediyor. Seçimlerin ardından egemenlerin krizi kaçınılmaz olarak derinleşerek devam edecek. Bugünlerden önümüzdeki yerel seçim dönemine kadarki süre, Türkiye’nin orta vadeli gidişatının daha net olarak belirginleşeceği dönem olacak. Solun ve toplumsal muhalefetin yeniden yapılanmasının ana omurgası da bu dönem içinde şekillenecek.
Devrimciler, böylesi bir kritik döneme iddialı olarak girebilmek için, seçim döneminde bugüne dek izledikleri bağımsız bir sol çizgi yaratma politikasını tüm enerjilerini seferber ederek sü
rdürmelidirler. Halkın haklarını esas alan bağımsız bir sol çizginin propagandası bu seçim döneminin temel çalışma hattını oluşturacaktır. Devrimcilerin seçim şiarı “Liberallere, Amerikancılara, Gericilere, Faşistlere, Cuntacılara Oy Verme; Halkın Hakları İçin Mücadeleyi Yükselt” sloganında cisimleşmektedir.
Hedef, seçim sonrasında kökten değişecek politik atmosferin içinde yenilenecek toplumsal mücadele ortamında gerçek bir sol muhalefet yaratmaktır.