Şimdi bir gerçek daha var: Kitlelere , gerçeği aramak için meydanlara akmış , korkusunu yenmiş ve kitle olmanın gücünü tadmış yığınlara, gerçeğin ulusculukta değil, sınıfsallıkta olduğunu anlatmak. Anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunmayacağını, yüzde 70’i ücretli olan bir toplumda en doğru şeyin sınıfa yaslanmak, sınıf çıkarını esas alan politikalar üretmek ve savunmak olduğunu söylemek… Tandoğan, Çağlayan, İzmir […]
Şimdi bir gerçek daha var: Kitlelere , gerçeği aramak için meydanlara akmış , korkusunu yenmiş ve kitle olmanın gücünü tadmış yığınlara, gerçeğin ulusculukta değil, sınıfsallıkta olduğunu anlatmak. Anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunmayacağını, yüzde 70’i ücretli olan bir toplumda en doğru şeyin sınıfa yaslanmak, sınıf çıkarını esas alan politikalar üretmek ve savunmak olduğunu söylemek…
Tandoğan, Çağlayan, İzmir ve diğer Anadolu illerindeki büyük katılımlı mitingler, Türkiye siyaset tarihine önemli bir kilometretaşı olarak geçecek. Bu mitinglerin tahlili birçok olumluluk yanında olumsuzluk içerdiğine de işaret ediyor. Önce olumlu sonuçlardan söz edelim.
1. Büyük katılımlı mitingler, toplumdaki apolitikleşme eğilimlerini kıran, umutsuzluk bulutlarını dağıtan, kitlelerin nasıl büyük bir güç olduklarına ayna tutan yanıyla oldukça önemli bir işlev görmüştür. Hayatında mitinge gitmeyenler alan görmüş, slogan atmıştır, özellikle kadınların yüksek katılımı gelecek güzel günlere dair büyük umutlar yaratmıştır. Cumhuriyet mitinglerinin en önemli sonucu budur.
2. Mitingler, çoğunluğuna güvenerek gerici toplum projesine cüret eden AKP’ye haddini bildiren bir çıkış olmuştur. Büyük kitlelerin alanları doldurmaları AKP’ye takkesini önüne koyup düşünmeyi de öğretmiş olmalıdır.AKP’nin düşüşe geçişini hızlandıran, merkez sağ ile merkez solu bir araya getirmeyi tetikleyen bu mitinglerdeki kitlelerin gövde gösterisi olmuştur.
3. Mitingler, Kürt milliyetçilerine de bir mesaj göndermiştir. Kürt milliyetçiliğinde ısrarın nasıl bir Türk milliyetçiliğini körüklediğini, bunun da çözüm bekleyen Kürt sorununu nasıl bir belirsizliğe sürüklediğinin sinyalleri bu mitinglerden de umalım okunmuş olsun.
4. Mitingler, toplumun köşe yazarı, aydın, kanaat önderleri için de bir sınav olmuş, birçoğunun ezberi bozulurken, birçoğu bilinçaltında yaşattığı birçok tutuculuğu, bağnazlığı, dönekliği bu vesile ile dışa vurmuş, özellikle medyada ne rüzgargülleri olduğu bu mitingler sayesinde anlaşılmıştır. Başını Hasan Cemal’in çektiği zevat Tandoğan mitingine faşizan damgasını vurup, takip eden mitinglerin görkemi karşısında sinir krizleri geçirirken , mitinglere kestirmeden darbeci, milliyetçi damgasını vurup kolaycılığa kaçma sığlığı da başat eğilim olarak ortaya çıkmıştır.
5. Mitingler, AKP’nin yeniden iktidarına onay çıkaran ve Cumhurbaşkanlığının Gül’e sunulmasına rıza gösteren TÜSİAD’ı, büyük sermayeyi de sobelemiştir. Mitinglerle birlikte hava dönünce, TÜSİAD , büyük bir U dönüşü ile AKP ile arasına mesafe koymaya ve AKP alternatiflerinin ortaya çıkmasını gözlemeye koyulmuştur. Hayırlı olan şudur: Mitingler, Türkiye burjuvazisinin ne kadar cılız, omurgasız, kişiliksiz bir karaktere sahip olduğunu da bu vesileyle turnusol kağıdı misali ortaya sermiştir.
Olumsuzluklar…
Bunlar Cumhuriyet Mitinglerinin olumlu yanları gelelim olumsuzluklarına… Büyük kitlesel mitingleri düzenleyen ve kürsüye hakim olanların kitlelere sundukları çerçeve, attırdıkları sloganlar ve diskurları tutarsız bir anti-emperyalizm, abartılmış bir dış düşman belirleyiciliği ile malul, dolayısıyla eksik, dolayısıyla da yanlışlarla dolu. Bu çağda, anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunamayacağının görmezlikten gelinmesi, mitinglere öncülük eden “ulusalcılar”ın en büyük yanlışı idi ve bu yanlışa kitleler sürüklendi. Ulusalcılar, hem laisizme yönelik tehditler hem de “vatanın satılması” nın ardında hep ABD’yi, AB’yi ve uzantısı olarak AKP’yi görürken, onların içerdeki işbirlikçilerinden, bütünleştikleri büyük sermaye kesiminden tek kelime bile söz etmiyorlar.
Ulusalcılara göre, Türkiye’ye dayatılan “ılımlı islam projesi” ABD mamulü ve içerideki taşeronu da AKP. Buna AB de destek veriyor. Peki Koçlar, Sabancılar, Doğanlar, OYAK’lar? Bunlar ne oluyor ? Vatan toprağı yabancılara talan ettiriliyor da yerli burjuvalar talan edince ne oluyor? AKP, ABD, AB, içeride TÜSİAD çatısı altındaki büyük sermaye desteği olmadan bu politikaları yaşama geçirebilirler miydi? Ulusalcıların neden özelleştirme eleştirilerinde Tüpraş’ın Koç’a, Erdemir’in OYAK’a, Petrol Ofisi’nin Doğan’a satışı yok? Vatan toprakları yabancılara satılınca bu talan oluyor da kamusal varlıklar yabancılarla bütünleşik yerli sermayedarlara peşkeş çekilince iyi mi oluyor? Evet, onlara göre iyi oluyor. Çünkü yakın zamanda gördük; Türkiye’nin en büyük kamusal varlığı Tüpraş, Shell ile işbirliğindeki Koç’a satılınca tüm ulusalcılar onay verdiler. Cumhuriyet, İlhan Selçuk bu satışa karşı çıkmadı, karşı çıkan Korkut Boratav’a, İzzetin Önder’e de sütunları kapatıldı.
İzmir Mitingi’nin en ateşli konuşmacılarından Birgül Ayman Güler diyordu ki, “Bizim sorunumuz ülkemizi 25 yıldır dünyaya “ucuz emek cenneti” diye pazarlayan politikalardır. Siyasal iktidarların 25 yıldır gözünü yabancı yatırımcıya, serseri para yuvalarına, dış dünyaya dikmesi ve halkı unutmasıdır. Devletin 25 yıldır bütçesini borç ödemek için yapması, borç ödemek için yatırımlardan, eğitimden, sağlıktan, kalkınmaktan vazgeçmesidir. Bizim sorunumuz Galata’dan İzmir’e limanlarımızın, altıyla üstüyle topraklarımızın satışa çıkarılmış olmasıdır.” …
İyi de bu politikaların sahibi siyasi iktidarlara bunları yaptıran TÜSİAD alemi bu eleştirinin neresinde? Neden ulusalcı Güler’in konuşmasının tek bir satırında yerli işbirlikçiler yok, neden anti-kapitalizm yok? Neden sınıf yok? Çünkü ulusalcılık (tutarsız) anti-emperyalist olabilir, ama anti-kapitalist değildir. Bu çağda ise anti-kapitalist olmadan , yani sınıfsal çizgileri çekip safları sınıfsal olarak belirleyip yabancısı kadar burjuvazinin yerlisinden arınmadan sorunlara doğru teşhis, doğru tedavi bulunamaz.
Anti-emperyalist olmak yetmez, anti-kapitalist olmak gerekir, ulusal olmak demodedir, sınıfsal olmak gerek.
Dolayısıyla, Cumhuriyet mitinglerinde sunulan çerçevenin en olumsuz yanı, sorunlara ulus optiğinden bakıldığı için dış dinamikleri abartmak, içerideki işbirlikçiyi es geçmesidir. Olmayan bir ulusal burjuvaziyi sahiplenerek demode bir yabancı düşmanlığı ile kafaları bulandırmasıdır. Cambaza bak derken, içerideki hırsızı kaçırmasıdır..
CHP yönetimine ve birçok Kemalist örgüte ve kalemşöre hakim olan bu hastalıklı ulusalcı bakış açısı, esas olarak da pragmatiktir. İçeridekine dokunmayarak iktidara tırmanılacaktır. Peki sonra? Sonrası tarihten malumdur: Düzen değişikliği iddiası ile gelip düzeni restore etmeye memur olmak ve yığınlarda yine büyük hayal kırıklıkları yaratmak..Nitekim şimdiden TÜSİAD’a güvenceler verilmeye başlanmıştır, Baykal’ın sözlerini hatırlayın: Piyasacı kalarak ekonomiyi düzenlemek.. Ne demektir bu? Bu, 2008’e kadar geçerli olan ve iktidara gelecek olana hemen uygulatılacak bir acı reçeteli IMF ile yine uyum demektir. Bu, TÜSİAD’ın dayatması ile AB flörtüne devam, çıpayı koparmamaya çalışmak, gümrük birliği aldatmacasına devam demektir. Olacağı budur.
Birgul Ayman Güler’in haykırdığı anti-emperyalistlik, Koçlarla,Sabancılarla, TÜSİAD’cılarla olmaz, hele bu saatte hiç olmaz. Sermaye birikimi sürecinin eğilimlerini iyi okumak gerekir. Türkiye burjuvazisinin son 10 yıldaki yönelimlerini iyi okumak gerekir. Rekabetçi bir sanayi burjuvazisi yoktur ve olma hedefi de yoktur. Siparişci -tedarikçi bir sanayi burjuvazisi kimliği ile aşırı bağımlılaşmıştır Türki
ye burjuvazisi. İstanbul’un kent rantına dadanmış, riski az karı bol enerji tesislerini devletten devralarak fildişi kulesine sığınacak kadar bencilleşmiştir. Piyasayı küresel sermayeye terk edip kendi geleceğini bu küresel burjuvaziye yeni tarz yamanmalarda görmekte ve bütün geleceğini bunun üstüne inşa etmektedir. Çevre ülkelere sermaye ihraç etmekte, içerideki işsizliğe duyarsızlaşmıştır. Sıcak para tutkunudur, aşırı borçlanmıştır, düşük kur esaslı politikalarda ısrar edecektir. Bir çıpasının IMF’de, bir çıpasının AB’de kalması olmaz-sa-olmaz şansıdır. CHP, tek başına iktidar olsa bile, kendisine dikte ettirilecek olan bu bağımlılığa devamk politikasıdır. Doğrusu, CHP’nin de buna bir itirazı ve gücü olduğunun da hiçbir verisi yoktur.
Bu işbirlikçi zevatı karşıya almadan, onların bu politikalarından radikal biçimde kopmadan, miting alanlarında dile getirilen rüyalardan hiçbiri görülemez. Bu da ancak ve ancak, fiktif bir ulusalcılıkla değil, sınıfa yaslanarak, güvenerek, sınıfsal politikalar üreterek olur.
Sınıf, ille de sınıf…
Milyonları bulan kitleler, ne yazık ki meydanlarda ulusalcılığın tutarsız anti-emperyalist nutuklarını, aşırı milliyetçi vurgularla dinlediler. Bir zamanlar sınıf ekseninde bilgi üreten Alpaslan Işıklı, Şükran Soner gibi isimlerin “sınıf” ekseninden “ulus” eksenine savrulmuş olduklarını görmek üzücüydü, ama gerçekti.
Şimdi bir gerçek daha var: Kitlelere, gerçeği aramak için meydanlara akmış, korkusunu yenmiş ve kitle olmanın gücünü tatmış yığınlara gerçeğin ulusculukta değil, sınıfsallıkta olduğunu anlatmak. Anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunmayacağını, yüzde 70’i ücretli olan bir toplumda en doğru şeyin sınıfa yaslanmak, sınıf çıkarını esas alan politikalar üretmek ve savunmak olduğunu söylemek…
Kahrolsun ABD; AB derken kahrolsun TÜSİAD diktatörlüğü, yaşasın emeğin iktidarı, emeğin enternasyonal gücü de diyebilmek. Meydanlarda Nazım’ın salt kurtuluş savaşı destanını değil, Türkiye işçi sınıfına selam şiirini de haykırmak.. .