Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından ortaya dökülen muazzam tepki ve cenaze töreninde somutlanan tablo, Türkiye’nin siyasal tarihi açısından bir dönüm noktası olma potansiyelini her kesim açısından taşıyor. Yüz binlerin şovenizme karşı toplumsal tepkisini sergilediği gösteri Anadolu topraklarında şovenizmin gerçek sınırlarını ortaya koydu. Ancak şovenizme karşı oluşan bu sınır, etkili bir savunma hattı kurulursa, varlığını sürdürebilir. Yok […]
Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından ortaya dökülen muazzam tepki ve cenaze töreninde somutlanan tablo, Türkiye’nin siyasal tarihi açısından bir dönüm noktası olma potansiyelini her kesim açısından taşıyor. Yüz binlerin şovenizme karşı toplumsal tepkisini sergilediği gösteri Anadolu topraklarında şovenizmin gerçek sınırlarını ortaya koydu. Ancak şovenizme karşı oluşan bu sınır, etkili bir savunma hattı kurulursa, varlığını sürdürebilir. Yok eğer bu sınır çizgisi özenle ve ısrarla savunulamazsa, şovenizm son on yılda ağırlıkla Kürt sorununda yaşanan tıkanma üzerinden sağladığı hegemonyayı, bu kez zorla, şerle, pek çok kirli yöntemle yeniden tesis edecektir. Bu durumda da uğruna bedel ödenerek oluşan bu yeni denge tekrar gerisin geriye döner. Üstelik bu kez çok daha ağır sonuçlar doğurarak.
Hrant Dink’in cenazesine katılan yüzbinler ve şovenizmi doğrudan hedefleyerek atılan sloganlar, hiç beklenmeyen bir toplumsal patlamaydı. Egemenler arasındaki çekişmeyi aşan asıl önemli sonuç buydu. Egemenlerin her iki kanadının da ummadıkları bu toplumsal patlama karşısında, ilk şaşkınlığın ardından, her iki kanat birden hem tepkiselleşerek hareketlendi hem de iç çatışmaları derinleşti. Faşist, şoven güçlerin son on yılda sağladıkları hegemonyanın bu olay sonrasinda sarsılmasıyla birlikte, şimdilerde tekrar saldırıya geçtiler. Sokak saldırıları, statlarda açtırılan şoven pankartlar, basında abartılarak yansıtılan beyaz bere giyme hareketleri, gemi kaçırma eylemi… Üstelik, tüm bu saldırılar “özel harp stratejisindeki” psikolojik harekatın parçası olarak gündeme geliyor. Psikolojik harekatın bir parçası olarak eylemlere ilişkin haberler bilinçli olarak abartılıyor. Hepsi bu cinayetin ardından faşist güçlerde gelişen tahammülsüzlük atmosferinin yansımaları.
Bu şiddetli tahammülsüzlüğü yaratan bir dizi neden var. Birincisi ve en önemlisi, Hrant Dink cinayetiyle birlikte, şoven-faşist güçlerin ellerindeki en önemli ideolojik argüman olan “vatanseverlik” vurgusu ters yüz oldu. Zira bu kesim tarafından en çok aşağılanan grupların başında gelen Ermenilerden bir tanesi, bu vatan için canını ortaya koydu. Onun için bölücülük suçlaması da geçersizdi. Hrant Dink Ermeni devletinin ve Ermeni diasporasının milliyetçi tezleriyle de mücadele ediyordu. Üstelik de şoven-faşist mihraklar gibi sırtını devlete ve güce dayayarak değil. Tamamen bu ülkede eşit bir vatandaş olma idealine sımsıkı sarılarak. İşte mazlumlar adına verilen bu meşru mücadelenin büyüleyici etkisi bir anda herkesi vicdanen kuşattı ve faşistleri vicdanlarda mahkum etti. İkincisi, Hrant Dink’in cenazesinde “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla kendisini mazlumlarla özdeşleştiren yüzbinler, bu toplumda ilk kez şovenizm karşısında cepheden ve çok etkili bir tutum aldı. Üçüncüsü, bu korkunç haksızlık karşısında, cenazeye katılımın ve tepkilerin yoğunluğu, toplumun çoğunluğunun, şoven-faşist blok karşısında tavır alarak, onları azınlık durumuna düşürdü. Meşruiyetini yitirmiş ve çiğ bir iktidar hırsıyla gözü dönmüş bir azınlık oldukları bir anda milyonların gözünde berraklaştı.
Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” sloganı spontane bir şekilde ortaya çıkmıştı. Faşist-şoven saldırıyı cepheden karşılayarak, saldırının hedefini boşa çıkartan ve karşı tarafı şaşkına çeviren muazzam yaratıcı bir tepkiydi. Sloganın hedefini bulduğu çok açık olarak görülmektedir. Bu tablonun çığ gibi büyümesi, önce tepkileri büyütmeye çalışan egemen liberal medyanın amirallerini de panikletti. Daha cenaze öncesinde Ertuğrul Özkök tepkileri yumuşatmaya çalışarak, “olaya milliyetçilerin duyarlılıkları açısından da bakma gereğini” vaaz etmeye başladı. Şoven-faşist güçler açısından adeta bir işaret fişeği görevi gören bu yazılarla birlikte, cenazedeki slogan üzerinden demagojik bir saldırı furyası başlatıldı. Şoven, faşist güçler bu sloganın o koşullarda yansıttığı muazzam tepkiyi çarpıtmak için günlerdir uğraşmaktalar.
Gerici-liberal ve şoven-faşist güçler arasındaki bu çatışmanın derinleşeceği ve özellikle şoven-faşist güçler açısından hareketlenmenin süreceği ortada. Belli ki saldırılar muhtelif biçim ve konularda artarak devam edecek. Bu saldırılar, bir yandan egemenler arasında süren azgın bir iktidar çatışmasına yönelikken, diğer yandan da toplumsal muhalefeti geriletecek bir siyasal saflaşmayı hedeflemektedir. İçinden geçtiğimiz bu siyasal süreç ve koşullar, emek hareketi ve ilerici toplumsal muhalefet örgütleri açısından da doğrudan yönlendirici ve belirleyici olacaktır. (Özellikle Kürt hareketinin bu süreçten çıkarması gereken son derece önemli mesajlar var. Ayrıca şovenizmle mücadelede meydanı bir avuç elitist liberal ve sol liberale terk etmenin vahim sonuçları olduğu da ortada. Ancak bunlar daha geniş bir başka yazının konusudur.)
Şimdi bir yandan hükümetin de, MİT’in de, ordunun da dahil olduğu “kontrgerilla operasyonlarının ve kontrgerillanın köklerinin” tümünün birden açığa çıkmasına yönelik bir baskı gücü oluşturulmalıdır. Gidişatın yeni ve çok daha köktenci bir Susurluk sürecine doğru yönelmesi hedeflenmelidir. Diğer yandan da tüm Türkiye toplumunu kardeşlik ve sol değerler çevresinde bütünleştiren bir savunma çizgisi oluşturulmalıdır. Mahallelerde bu faşist çetelerin şirretine asla prim verilmemelidir. Ama bu çizginin devrimcileri de “karşı çete” görüntüsüne de büründürmesine izin verilmemelidir. Devrimciler sağlam değer yargıları olan, ilkelerinden taviz vermeyen, mücadelenin meşru biçimlerini sonuna kadar gözeten bir tutumla bu mücadeleyi sürdürmelidir. Üniversitelerin açılmasıyla birlikte, muhtemelen faşist, şoven güçlerin uzantıları çeşitli saldırı kampanyalarını öğrencilere yönelteceklerdir. En geniş kesimlerin, en meşru cevabını almalıdırlar.
Kuşkusuz bu kalkışmanın alanlarından ve hedeflerinden birisi de emek alanı ve bu alandaki gerici, faşist, devlet güdümlü sendikal merkezler olacak. Çünkü bu kontra sendikalar zaten bir kısım emekçinin mücadelesinin sonucu olarak değil, aksine doğrudan kontra-şoven güçlerin bir uzantısı olarak kurdurulmuştu. Her faşist-şoven kampanyada etkin rol oynadılar. Şimdi de yurdun dört bir tarafında ortaya çıkan bu saldırılarda da kontra sendikalar, kontra güçlerle birlikte yer alıyor.
İşyerlerinde ve tüm alanlarda yükseltilmeye çalışılan bu gerici ve şoven dalgaya karşı, şimdi barışı, kardeşliği, demokrasiyi ve sol değerleri savunma zamanıdır. İşyerlerinde “Hepimiz emekçiyiz, hepimiz kardeşiz” üst başlığıyla bu topraklarda kardeşçe birlik savunulurken; bu kardeşlik çağrısı, kamusal alanın demokratik yeniden inşası, eğitim, sağlık, barınma, enerji, ulaşım gibi temel hizmetlerin yeniden kamulaştırılması mücadelesi ve bağımsızlık ve demokrasi talepleriyle bütünleştirilmelidir. KESK bu süreçte, bundan önce olduğu gibi mütereddit, sürekli geri çekilen bir çizgi asla izlememelidir.
İlerici toplumsal muhalefet örgütleri, popüler siyasetin ve güncel politikaların milliyetçi, şoven ve gerici bir düzleme hapsedilmeye çalışılacağı bu koşullarda aktif bir savunma çizgisi inşa etmeli. Siyasete doğrudan müdahil olmalı. Mahallelerde, sokaklarda, okullarda, işyerlerinde, tüm yaşamsal alanlarda, ezilenlerin ve emekçilerin en geniş talepleriyle bütünleşen kardeşlik çağrılarının merkezlerini yaratmalıdır.
2 Şubat 2007